TARIMSAL NÜFUS GERÇEĞİ
TÜİK verilerinden hareketle 2020 yılında tarım nüfusunun 5 milyon 878 bine düştüğünü (Esrin Balcı, Emperyalist Tekellerin Kıskacında Türkiye’de Tarım, s.113) temel alan yazar bunun 1980 yılından başlayarak tarımı tasfiye politikalarının bir sonucu olduğunu belirtmekte, bunu koşullayan toplumsal dönüşümlerden ise gene yüzeysel şekilde bahsetmektedir. Yazarın kendisi de büyükşehir kanunu ile bir gecede 10 milyon köylünün köylü olmaktan çıkarılarak köylü nüfusunun 16 milyondan 6 milyona düşürüldüğünü (age, s. 112) ifade etmişken nüfus değişimlerinin üretim ilişkilerinin toplumsal dönüşümlerinin sonucu olduğunu söylemek durumu açıklamak, anlamak için yeterli değil. 1927 yılında 10 milyondan fazla olan kır nüfusu 2000 yılında 24 milyona yaklaşmış, 2010 yılında 17,5 milyona gerilemiştir. (Vasfi Nadir Tekin, Zincirin Halkası, s. 114) 1975 yılında 23,5 milyon civarında olan köylü nüfusu 1980 yılında (yazarın tarım tasfiye politikalarının başlangıç tarihi olarak işaret ettiği dönem) 25 milyona çıkmış, 2000 yılında 24 milyona gerilemiştir. Elimizde sağlıklı veriler bulunsaydı kır nüfusunun TÜİK’in verileriyle ne düzeyde eşleştiğini kıyaslayabilirdik. TÜİK’in manipülatif kıstasları ve hileleri nedeniyle gerçekte köylü olup bu nüfusun dışında bırakılan nüfusun oranını bilme-ölçme olanağımız sınırlı. Gene de mevcut verilerden bazı sonuçlar çıkarmak mümkün. Kır nüfusu 1927’den 1985’e kadar istikrarlı bir şekilde artmış, her 5 yılda bir 1,5-2 milyonluk artışla 25 milyona dayanmış, 1985-2000 arasında yaklaşık 24 milyonda sabitlenmiş, 2020 yılında 16 milyona düşmüş, sonra TÜİK 10 milyonluk nüfusu da yok sayarak nüfusu 6 milyona düşürmüştür. Bu rakamlar 100 yıllık bir süreçte kır nüfusunda anlamlı neredeyse hiçbir değişiklik olmadığını göstermektedir. Kent nüfusunda büyük, belirleyici değişiklikler olmasına rağmen bu kır nüfusunda esaslı bir çözülmenin sonucunda gerçekleşmemiştir. Burada çözülmeden ziyade kırın daha fazla nüfusu artık “kaldıramaması” nedeniyle fazla nüfusun kırdan atılması, nüfus artışının da asıl olarak kentlerde yaşanması söz konusudur. Kır nüfusunun 2000’lere kadar artarak kendini koruması kırdaki mülkiyet ilişkilerinin, toplumsal yapısının güçlü şekilde korunduğunu ve köklü olduğunu gösterir.
Kapitalizm kırsal nüfusun azalmasını koşullamaz sadece bunu ancak kırdaki üretim yapısını-ilişkilerini tasfiye ederek, tarımı kapitalist yönde dönüşüme uğratarak gerçekleştirebilir. Bu aynı zamanda kapitalizmin iki ayağı üzerine dikilip egemen üretim tarzı haline gelmesinin de temel koşuludur. Ancak görüyoruz ki köylü nüfusu tasfiye edilememiştir, tarım kapitalist niteliğe kavuşturulamamıştır. Küçük mülkiyet ve küçük üretim egemenliğini sürdürmektedir. Bu ilişkilerin kendini yeniden üretmesinin koşulları halen güçlü bir şekilde korunmaktadır. Kapitalizm ise kırdaki feodal ilişkileri, üretimi, nüfusu tasfiye ederek başlar; ama sadece kırda değil feodal üretim ilişkilerinin egemen olduğu kentlerde de bu tasfiyeyi gerçekleştirir. Bu iki alanda da ilişkiler tamamıyla emperyalizmin rolü-etkisiyle önemli dönüşümler geçirmesine rağmen bu dönüşüm emperyalizme bağlı, güdük bir kapitalizmin gelişmesi nedeniyle ulusal kapitalizmin egemen hale gelmesini engelleyen belirleyici bir özellik kazanmıştır. Kapitalizm büyük makineli üretime geçişi temsil ettiğinden sermaye bileşimi değişen sermaye aleyhine bir gelişime sahiptir. Kır nüfusundaki yüksek oran bu yöndeki gelişimin düzeyinin ne kadar zayıf olduğunu göstermekle kalmıyor mülkiyet ilişkileri de küçük üretime dayalı basit meta üretiminin egemenliğinin bunun önünde güçlü bir engel olmayı sürdürdüğünü gösteriyor. Kır nüfus oranı basit meta üretiminin bu nüfusu soğuracak düzeyde olmasıyla ilgilidir. Tarımın belli bir oran üzerindeki nüfusu barındırma olanağının azalması buradaki ilişkilerin kapitalist dönüşümünün bir sonucu değil tarımdaki üretici güçlerin üretkenliğinin geri olmasından, daha tam ifadeyle kapitalist yönde yeterince gelişememiş olmasındandır. Emperyalizm bütün gerici ve asalak karakteriyle bu üretimi belirlemekte, Türkiye’deki bu temel üretim sektörünün çürümesindendir. Bu yüzden gerek kırdan akan artık nüfus gerekse de kentlerdeki artan nüfus kapitalizmin iki ayağı üzerine dikilmiş koşulları içindeki bir üretime değil, tamamen emperyalizme bağlı, yarı feodal ilişkiler tarafından kötürümleşmiş bürokrat kapitalist ilişkilere tabi olmaktadır.
TÜİK ne zaman, bir gecede yok sayılan 10 milyon köylü gibi kalan resmî köylü nüfusun da tasfiye edildiğini açıklarsa o zaman yazarın niyeti gerçekleşebilir; ama gerçeklik değişmediği sürece bu, gerçeklerle yüzleşmeye cesaret edemeyenler için sadece bir illüzyon olacaktır. Toplum, özelde de köylüler o ilişkiler içinde yaşamayı sürdürdükçe buna aykırı hiçbir resmi verinin onlar için bir hükmü olmayacaktır. Toplumsal ilişkilerin esaslı-devrimci dönüşümünün böyle sağlanamayacağını en iyi onlar bilir; çünkü o ilişkiler içinde yaşamaya, üretmeye devam ederler. O yüzden biz bu ilişkileri ne kadar iyi kavrayabilirsek onların dönüşümü için gerçekçi bir yaklaşım oluşturmamız da o kadar mümkün olacaktır. TÜİK verilerinin bizi ulaştıracağı yer bu gerçeklerin ters yüz edilmesidir. Eklektik görüşlerin yol açacağı sonuç tutarlılıktan yoksunluktur. İleriye yürüyen ve yürümek zorunda olan toplumlara üretici güçlerin geldiği düzeyden daha geride ve terk edilmesi gereken bir üretim tarzını tarihsel-toplumsal gereklilik, hatta bazılarınca bir zorunlulukmuş gibi çare diye sunmak toplumlara öncülük etme karakteri taşımayanların basiretsizliğidir!
KÖYLÜLÜĞÜN TASFİYE EDİLMEMESİ ÜZERİNE KÜÇÜK BURJUVA YANILGISI!
“…köylünün oyuna duyulan ihtiyaç küçük üreticiliğin tasfiyesine yönelik icralarda duraksamalar yaratmıştır…” (Esrin Balcı, Emperyalist Tekellerin Kıskacında Türkiye’de Tarım, s. 60) gene de tekellerin çıkarlarını gözeten genel strateji (tasfiye) yürürlükte kalmıştır, deniyor.
Birincisi, oy kaygısı ile tasfiyeye ayak diriyor olsa bir gecede 10 milyon köylü tasfiye edilmezdi! Bu kadar büyük, bu kadar cesur bir tasfiye adımı atıldığına göre ya yazarın iddia ettiği gibi bir kaygı duyulmuyor ya da gerçek anlamda 10 milyon köylünün tasfiyesi söz konusu değildir.
İkincisi, köylünün tasfiyesi seçimlerde oya duyulan ihtiyaç nedeniyle gerçekleştirilmez ki bunun genel nüfus oranı içinde belirleyici olmadığı da savunulduğuna göre iktidar için de bu belirleyici olmamalı.
Söz konusu nüfus, sosyoekonomik yapının belirleyici üretim tarzına dayalı olduğundan ilişkileri de belirlemektedir. Devletin dayanağı olan toplumsal ilişkiler de buna dayalıdır, dolayısıyla bu tasfiye edilmek istenen veya mevcut egemenlerce tasfiye edilebilir bir olgu değildir. Onun desteğine duyulan ihtiyaç, iktidar yapısının bunu koşullayan özelliğiyle ilgilidir. İstikrarsızlık mevcut egemen sınıfların, yapının siyasi zayıflığının temel bir sonucudur. Köylülerin, küçük üreticilerin varlığı bu yapıya bağlıdır. Yazarın “sosyalizme karşı” bu sınıflarla ittifak dediği şey Kemalist devrimin toprak devrimine karşı gelişmesinden itibaren toprak devrimini imkânsızlaştırmak için başvurduğu yoldur. Bu yüzden mesele seçimlerde oy desteği kaygısıyla bu sınıfların ve üretim ilişkilerinin tasfiyesine ayak diremekle değil, mevcut yapının buna dayalı varlığının korunması, bunun da emperyalizme dayanarak komprador burjuvazi ve toprak ağaları tarafından sürdürülmesiyle ilgilidir. Oy desteği kaygısıyla değil, bu ilişkileri bir burjuva devrimi ile ulusal kapitalizmi egemen kılmak üzere tasfiye etmenin emperyalizm ve onların uşağı egemen sınıfların çıkarına olmamasındandır. Proleter devrime engel olmanın bir yöntemi olarak da küçük üreticilerin tasfiyesi amaçlanmamaktadır. Göz ardı edilemeyecek düzeydeki önemli küçük üretici-köylü nüfusu tasfiye edilmeyen bu yapının-ilişkilerin sonucudur. Bu sınıfların desteğinin seçimlerde önemli bir rol oynaması, egemen sınıfların mevcut yapıdan kaynaklanan istikrarsızlığı, zayıflığı ile ilgilidir. Klikler, kendilerini var eden bu yapının sürmesi için köylülerin desteğini isterken sadece köylülere bu yapıdaki var oluşlarını onaylatmış olmuyor bu yapının da onların var oluşlarını onaylamasını sağlıyorlar.
Kısaca seçim için destek sadece bir sonuçtur. Bu sonuç toplumsal yapıdan doğmaktadır. Egemen sınıflar bu yapıya dayanmakta, böyle var olmaktadırlar. O yüzden tasfiye edecekleri sadece bu sınıflar olmayacak kendi dayanakları olan üretim yapısı, toplumsal ilişkiler yani kendileri olacaktır. Bu da tasfiyenin iddia edildiği gibi 10 milyon köylüyü bir gecede köylü olmaktan çıkaran cambazlıklarla olmayacağını gösterir.
NE EKERSEN ONU BİÇERSİN
Tarımsal üretimin gerileyerek üretimden sonra tüketimde de ithalata bağımlı hale gelinmesi tarım dahil bütün ulusal üretim yapısının sonucudur ve sadece tarımla da sınırlı değildir. Sanayide de aynı ilişki başından beri belirgin bir özellik olarak vardır. Yani ulusal sanayinin gelişmesine koşut tarımın gerilemesi söz konusu değildir, iki alanda da emperyalist üretime bağlı olarak geri üretim ilişkileri sürmekte, yaygınlığını korumaktadır. Hayvan mevcudunda, üretiminde, kalitesinde de bu ilişki etkisini göstermektedir. Nüfus 1980’de 40 milyonken 2020 yılında 83 milyona yükselmesine rağmen sığır, koyun, koç ve manda sayısında bir tek sığır sayısı 2 milyon artmış, diğerleri ciddi şekilde düşüş yaşamıştır. (age, s.25) Yazar sorunu büyük ve küçükbaş hayvan sayısının, nüfus artışına bağlı olarak artmasında görüyor. Büyük ve küçükbaş hayvan sayısındaki azalmanın kendisi üretim ve hayvanlar daha nitelikli hale gelmediği/getirilmediği için aslında tarımın kapitalist dönüşümüne uğramadığının göstergelerinden biri sayılmalıdır. Mevcut tarımsal üretim ilişkileri köklü şekilde değiştirilmeden gittikçe artan nüfusun ihtiyacını aynı ya da azalan hayvan mevcudu ile karşılamak mümkün mü? Üstelik hayvanların beslenmesinde, niteliğinde, barınma koşullarında vb. ciddi iyileşmeler olmadığı sürece sayısı artsa bile artan nüfusun ihtiyacını karşılamada yetersiz olması kaçınılmazdır. Bu yüzden hayvan sayısının artması -neden artmadığı da sorunun nedenine dair önemli başka bir veridir- sorunun çözümü için yeterli olmayacak, üretim yapısının bütün olarak dönüştürülmesi yani hayvan kalitesinin artırılması, toprağı işleme yöntemlerinin, gübrelemenin, yemlenmenin, insanların çalışma ve beslenme koşullarının da iyileştirilmesi, nitelikli hale getirilmesi gerekecektir. Hayvan kalitesi artırılmadığı ve yaşama koşulları (beslenme, barınma vs.) iyileştirilmediği sürece sayısı artsa bile gene nüfusun ihtiyacını karşılamada yetersiz kalınacaktır. “Kapitalizm küçük köylülüğü ebedi eziyete yararsız emek sarfına mahkûm etmiştir; çünkü araç yoksunluğu, yem kıtlığı, kötü hayvan kalitesi, kötü ağıl vs. şartlarında hayvanların en ihtimamlı bakımı yararsız emek sarfıyla eş anlamlıdır.” (Lenin, Seçme Eserler XII, s. 231)
Köylülerin üretim, yaşam ve beslenme koşullarının düzeyi hayvanların kalitesi, yaşama ve beslenme koşullarını da belirler. Biri ne kadar kötü ise diğeri de onunla eş düzeyde koşullara sahiptir. Çünkü ikisinin koşullarını belirleyen üretim ilişkileridir.
Bu durumda ithalat bir çözüm değil bu ilişkilerin sonucu olarak gerçekleştiriliyor. Çünkü, birincisi ne iktisadi yapı, dolayısıyla devlet bu üretimi daha ileri, nitelikli hale getirecek bir karaktere, amaca sahip ne de küçük üreticilerin bunu sağlayacak ekonomik gücü bulunuyor. Bu dönüşümü gerçekleştirecek ne alttan ne de üstten bir güç, hareket olunca mevcut olanın korunması emperyalizmin, komprador burjuvazi ve toprak ağalarının çıkarınadır. Bu yüzden de bunlar mevcut olanı değiştirmeye yönelik her hareketi ittifak halinde bastırmaya çalışırlar. Köylerin demokratik hareketini her yola başvurarak engellerler. Ulusal kapitalizmin geliştirilmesi amacı doğrultusunda tarımın bu ilişkilere göre dönüştürülüp kapitalist hale getirilmesinden bahsedemiyoruz. Tam tersine ulusal kapitalizm gelişmediği, gelişimi engellendiği için tarımın geri yapısı da korunmaktadır. Bu nedenle ne sanayinin nitelikli gelişimine katkı sunmakta ne sanayi nitelikli olarak tarım ilişkilerini, üretimini dönüştürebilmekte ne de bunlar birbirinin ve artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak yapısal dönüşümlere uğratılabilmektedir. Emperyalizme bağlı kapitalist üretim iki alanda da diğer alanlarda olduğu gibi belirleyicidir. Bu ilişkiler ve üretim tarzı ithalatı zorunlu hale getirmektedir. Egemen sınıfların hiçbiri bu durumu değiştirme amacında değildir. Çünkü onların varlığı tam da bu ilişkilere bağlıdır. Tarımın bilinen klasik dönüşümü, iki ayak üzerinde durma sürecinin bir parçası olarak bu alandaki ilişkilerin sanayinin gelişimine hizmet edecek tarzda kapitalistleştirilmesidir. Türkiye’de kapitalizmin iki ayağı üzerine dikilmediği için emperyalizme bağlı kapitalizm dışında ne sanayide ne de tarımda ulusal kapitalizmin egemenliği söz konusu olabilmiştir. Bu koşullarda tarımın sanayiye göre geride kalması bu ilişkilerde değişimin göstergesi olarak tanımlanamaz. Sanayide de esas olan büyük ölçekli üretimle beraber yaygın küçük üretimin emperyalist üretime bağımlı özellikte olmasıdır.
Gerçekte bu alandaki üretimin niteliği tarım alanındaki üretimin niteliğiyle benzerdir. Başından itibaren bu alanlarda üretimin de üretici güçlerin de gelişimini engelleyen mevcut üretim ilişkileri, buna bağlı olarak tarımın ve sanayinin de geri karakteri emperyalizme bağımlılık temelinde proleter devrime karşı ittifakın dayanağı olarak belirleyici olmuştur.
devam edecek..
Bir önceki yazılar:
Tarımda Yarı Feodal İlişkilerin Temel Dayanağı: Küçük Üretim-I
Tarımda Yarı Feodal İlişkilerin Temel Dayanağı: Küçük Üretim – II
Tarımda Yarı Feodal İlişkilerin Temel Dayanağı: Küçük Üretim-III