[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
15 Ekim 1953’te “Tarımda Karşılıklı Yardım ve Kooperatifleşme Üzerine” gerçekleştirdiği konuşmasında “Eğer köylük bölgelerde mevzileri sosyalizm işgal etmezse, kaçınılmaz olarak kapitalizm işgal edecektir.” der Mao Zedung. Kapitalist yöntemin üretimi artıracağı yok sayılamaz ancak Mao, bu yöntem ile artışın uzun vadeli ve acı verici olacağını vurgular. Yarı sömürge yarı feodal sosyo ekonomilerde tarım faaliyetlerinde kapitalist yöntem bir tercih değil, uluslararası tekellerin ve yerli iş birlikçilerinin zorunlu yöntemi olarak karşımıza çıkar. Türkiye’de tarım arazileri üzerine inşa edilen OSB (Organize Sanayi Bölgesi), JES ve HES gibi işletmeler de bu zorunluluğun sonuçlarıdır. Egemen sınıfların çıkarlarını koruma amacı da taşıyan bu işletmelerle birlikte tarım emekçilerinin, üreticilerin açık saldırılara uğradığını görüyoruz. Bu her kapitalist adımın kaçınılmaz sonudur.
Tarihsel süreçte dönem dönem ezen ve ezilen sınıflar arasındaki çelişkilerin derinleştiğine tanıklık ettik: 1990 yılında filizlenen, ‘96’da kitleselleşen ve 2000’li yılların ortalarına kadar sürdürülen çeşitli eylemler, köylülerin nüfus sayımını boykot ederek katılmaması, maden işgalleri, direnişçilerin kendilerini Boğaziçi Köprüsü’ne zincirleme gibi pratikleri de barındıran Bergama direnişi yakın tarihteki örnek olarak hafızalarda hâlâ korunmaktadır. O günden bugüne değişmeyen iktisadi yapı bugünkü köylü direnişlerinin kavranmasında bize rehberlik etmeye devam etmektedir. Bu direnişlerde yarı sömürge yarı feodal sosyo ekonomik yapıda köylülerin çelişkilerinin somut yansımalarını gördük ve görüyoruz.
TARIMA ÇÖKEN SERMAYE VE DİRENİŞ
Bugün sömürünün coğrafi adı değişse de var olan gerçekliğin, ekonomik-siyasi koşulların değişmemesi nedeniyle direnişler de hemen hemen aynı niteliklere sahip biçimde yaşanmaktadır. Son süreçte kapitalist dünyanın üretim hacminde yaşanan duraksamayla birlikte pazarın yeniden canlanması için saldırılar özellikle ekonomik ve siyasi olarak bağımlı konumda bulunan ülkeler üzerinde artırıldı. Bu saldırılar “krizin” de bahane edilmesiyle gıda, enerji gibi alanlarda yoğunlaştı. Türkiye’de ise 2020 yılından itibaren OSB, JES ve HES yapımlarındaki belirgin artışın başlıca nedeni emperyalistlerin bu alanlarda izlediği sömürge politikaları bulunmaktadır. Sermayesi kapitalist üretim tarzı bakımından gelişkin ekonomik yatırımlara yeterli olmayan Türkiye, emperyalistlerin yarı sömürgelerdeki sömürü politikalarına uymak ve bu politikaların belirlediği koşulları şartsız olarak kabul etmek zorunda kalmaktadır. Bu politikaların hayata geçirildiği başlıca yerler Edirne, Erzincan, Balıkesir, Adana, Amasya ve Ordu oldu.
Edirne’nin Uzunköprü ilçesinin Kavacık Köyünde yapılmak istenen OSB’ye öncülük eden Uzunköprü Ticaret ve Sanayi Odası, Belediye ve İl Özel İdaresi devletin bu sömürü politikalarındaki yerini açıkça ortaya serdi.
Balıkesir Bandırma’da ise büyük bölümü birinci sınıf tarım arazisi olan 40 milyon metrekarelik alana yapılmak istenen metal ihtisaslı OSB için 40 bin liraya istimlak edilip kamulaştırılan arazilerin milyonlarca liraya satışa sunulması, sınıflar arası çelişkiyi somutlaştırmaktadır.
Ordu’nun Altınordu ilçesine bağlı Karapınar köyünde de benzer bir sömürü politikası izlenmektedir. Var olan sanayileşmenin neden olduğu atık ürünlerin “Küçük dereye” boşaltmasıyla birlikte yaşanan ekolojik tahribat yerel halk tarafından gündeme getirildi.
Son olarak Amasya Taşova’ya bağlı Çambükü köyünde kurulmak istenen OSB’ye karşı direnişe geçen köylülerin maruz kaldığı saldırılar sürüyor. OSB kurulan alanların neden verimli tarım arazileri üzerinde kurulduğu sorusuna cevap da yine organize sanayilerin ihtiyacı doğrultusunda şekillendiğini söyleyebiliriz. Ağırlıklı olarak metale dayanan üretim dolayısıyla bu ürünlerin soğutulması için su kullanılmaktadır. Su gereksinimi de yeni bir sömürü alanının açılmasıyla karşılanmaktadır: HES’ler. HES’lerin yanında egemen sınıflardan patronlar için maliyet gerektirmeyen doğal su kaynakları iştah kabartmakta ve bu kaynaklar kurutulana dek kullanılmaktadır. Tarım için verimli topraklarla OSB’ler için ücretsiz su kaynaklarının bulunduğu alanlar genellikle kesişmektedir. Bu da doğallığında bir mücadeleyi doğurtmaktadır. Bu mücadelenin yabancısı değiliz. Bu mücadele, egemen sınıfların kâr için sömürüsü ile üretenlerin, emekçi sınıfların yaşam alanları ve hakları arasındaki mücadeledir. JES’lerle amaçlanan da OSB’nin ihtiyaç duyduğu elektriği daha az maliyetle karşılamaktır. Yani, OSB’nin barındırdığı şey Mao Zedung’un dediği gibi uzun süreli ve acı verici bir üretimdir. Bu üretimden kazanan esas güçler ise uluslararası tekeller ve kompradorlar, büyük toprak sahipleridir. Dolayısıyla emekçi sınıflar için herhangi bir kazanım olmadığı gibi onu ve doğayı tüketmek üzerine kurulan düzen söz konusudur.
OSB’lerin verimli tarım arazilerini işgal etmesine, tarım faaliyetlerine karşıt gelişen süreçlere detaylı bir örnek olması açısından Çambükü örneğine yoğunlaşabiliriz.
EGEMENLERİN SALDIRISI ALTINDA ÇAMBÜKÜ
Çambükü’nün toplam yüzölçümü 1 milyon dekar. Bu alanın 392 bin dekarı tarım arazisi, 520 bin dekarı orman ve fundalık, 62 bin dekarı çayır-mera-yayla ve yalnızca 77 bin dekarı da tarım dışı alan olarak belirtilmektedir. Bu verilerle bakıldığında Amasya-Taşova’da kurulmak istenen 5. OSB neredeyse köyün tamamını kaplamaktadır. Direnişin sürdüğü Çambükü köyü ise 40 haneye sahip ve köy halkının tamamı bamya üreticiliği yapmaktadır. Taşova bamyası coğrafi işaretli, yani yetiştirilen bu bamyalar özel niteliğe sahip ve koruma altında. Köyün temel kaynağı ise hayvancılık. Yapılan son sayımlarda köyde 2750 koyun olduğu saptanmış ve bu sayım mahkeme tarafından da onaylanmıştır. Bölgedeki arazilerin yüzde 93’ü devlet arazisi olarak belirlendi. OSB alanı ise 790 dönüm. OSB’ye verilen alanın içinde 18 dönümlük mezarlık, 380 dönüm mera alanı bulunuyor. Bunun yanında 32 dönüm alan ise özel mülk olarak karşımıza çıkıyor. Bu alanlar çıkarıldığında OSB’ye 328 dönüm kalmaktadır. Bu sonuca göre bölgedeki arazilerin yüzde 41.51’i devlet hazinesine ait çıkmaktadır. Veriler incelendiğinde 188 dekar 4. sınıf zayıf mera alanı Tarım Bakanlığı tarafından OSB’ye dahil edildi. Bununla birlikte 32 dönüm özel mülkiyete sahip tarım arazisi de kamulaştırılarak OSB kapsamına alınmaktadır. Yani OSB’yi oluşturan alanın 380 dönümü mera, 195 dönümü de fiili mera kategorisinde bulunmaktadır.
1995 yılında bölgede yaşanan sel felaketiyle birlikte devlet ecrimisille paylaştı. Bu tarihten sonra devletin köylülere “sürün, işleyin” demesiyle köy halkı o alanda tarım faaliyeti yürütmeye başladı. Bugüne kadar hiçbir denetim, müeyyide veya hakkında ihbar bulunmayan 550 dekarlık mera alanı OSB yapılma bahanesiyle egemenlerin aklına geldi. Egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda belirlenen kanunlar, yine aynı sınıfın çıkarlarına göre işleyişe konulmaktadır. Mera alanı diyerek köylülerin üretimini engelleyen kanun, mera alanını OSB’ye tahsis etmekte bir sakınca bulamıyor. Çambükü’nde daha önce keşif çalışması için atanan bilirkişi raporu beğenilmemiş ve yeni bir keşif için görevlendirmelerde bulunulmuştu. Devlet, kendi görevlendirmesi ve elde ettiği sonuç da olsa egemen sınıfların çıkarlarına aracılık etmeyen her bulguyu ve raporu yok sayarak, sömürüye kılıf uydurma gayretine girişti. Düne kadar köylülere karşı “mera alanı” savunması yapan devlet, bugün mera alanlarını vasıfsız diyerek OSB’ye devretmenin yollarını arıyor. Egemenlerin tüm kurnazlıklarına karşı köylüler, “işgalci değiliz tarım ve hayvancılık yapıyoruz” diyerek yaşam alanlarını savunuyorlar. Bu direnişle, büyüyen yabani otlar emekçi sınıfın direniş tohumlarıyla sökülüp atılacak.