Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı boyunca Osmanlı-Anadolu topraklarında yaşayan Ermeni ulusu tehcir ve soykırımla katledildi, tüm zenginliklerine el konuldu, evleri, ibadethaneleri, okulları yıkıldı, yağmalandı.
1856 Paris, 1878 Berlin anlaşmalarıyla Hristiyan dinine mensup milliyet ve ulusların özellikle Ermenilerin koşullarının iyileştirilmesi amaçlı reformların şart koşulması sonrası, zaten kararların alındığı dönemde Osmanlı Avrupa’daki topraklarının %80’ini kaybetmişti; katliam ve sindirme politikası hız kazandı. 1894-96 yıllarında esasen Ermeniler olsa da diğer farklı inançtaki Hristiyan azınlığı da hedefleyerek, üç yıllık zaman aralığın da 200 bin insanın canına mâl olan Hamidiye katliamları, emperyalist ülkelerin katliamlara tepkisizliği; birbirleriyle çatışan hilafetçi, Pan-Türkist Turancı klikleri çözümde ortaklaştırdı. Ünlü Alman yazar Lepsius, katliamların yaşandığı bölgelerdeki iki aylık gezi sırasında 2500 köy ve kasabanın boşaldığını, 645 kilise ve manastırın yıkıldığını, 328 kilisenin camiye dönüştürüldüğünü, 559 köyden sağ kalan ailelerinse Müslümanlaştırıldığını, 500 binden fazla insanınsa zenginliklerine el konulduğunu yazar.
1908 Adana katliamı ise Abdülhamit dönemi katliamların bir devamıdır. İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Avusturya, Rus ve Amerika gemileri Mersin limanında demir atmışken adeta gayri resmi kalkan rolü üstlenirler.
25.000 Ermeni katledilir, katliam sonrası 1909 yazında Meclis’te basına sansür yasaları ve özellikle Ermeni siyasi örgütlenmelere yeni yasaklar getiren kararlar alınır.
Altı yıl sonrası yaşanacaklar düşünüldüğünde, hedef alınan kurbanların sayısı ve süresi acısından sınırlı olan Adana katliamı, İttihatçıların Anadolu’yu homojen bir ulus ve inanç egemenliği haline dönüştürme planlarının bir test aşamasıdır.
Abdülhamit’i tahttan indiren Pan-Türkist İttihatçılar için amaç artık nettir; “sadece Türkler için bir Türkiye.” Amaç için kullanılacak araçsa bir kez daha top, barut, mermi ve süngüdür; Anadolu topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıkları ‘‘temizlemek’’ için ordunun kullanılması kararı, İttihatçılarca 6 Ağustos 1910’da Selanik’te yapılan gizli toplantıda alınmıştır. 7 Kasım 1914 Türkiye-Rus savaşı sırasında Kafkas ordusuyla hareket eden Ermeni gönüllüler, Ermeni fedailerin eylemleri, Başkale ve Artvin’de Teşkilatı Mahsusa birliklerinin yenilgisi, katliam ve saldırılara karşı 1 ay süren Nisan 1915’te Van, Musa Dağı, Zeytun ve Şebinkarahisar’daki yerel direnişler, tehcir ve soykırım için oluşturulacak gerekçelerdir. Bugünde çokça tanıdık olan bir argüman “vatana ihanet, arkadan hançerleme.”
Ermenilere yönelik saldırılar başlamıştır. Hapishanelerde o dönem sayıları 4000’in üzerinde olduğu söylenen mahkumlar serbest bırakılarak, Teşkilatı Mahsusa denetiminde, Teşkilatı Mahsusa’nın faal olduğu Bayburt, Maraş, Malatya, Ankara, Erzurum, Şebinkarahisar’a ve tehcir alanlarına gönderilir. İstanbul’da tanınmış Ermeni aydın-siyasetçiler 11/24 Nisan tarihlerinde tutuklanır. Mayıs 1915 Muvakkat Tehcir Kanunu’nun kabulü ile de soykırımın ‘‘yasal’’ zemini tamamlanır.
Muş mebusu Mşo Kegham’ın ifadesiyle “eksik olan vasıta değil vesilesidir.” O vesile de gelmekte gecikmeyecektir. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ile onun yarattığı katliam ve yok etme zemini…
Savaş gerekçesiyle önce 20-45 sonra 60 yaşına kadar olan tüm Ermeniler askere çağrılır. Çağrılan bu askerler, “Amele Taburları” olarak bilinen taburlarda silahsız çalıştırılır ve tehcirle birlikte guruplar halinde birliklerinden alınarak katledilir. Her türlü itiraz ve muhalefet susturulur; tehcir emrini katliam emrine dönüştürmekten kaçınan Ankara, Yozgat, Halep, Kastamonu, Erzurum valileri değiştirilir. Muhalefet eden ittihatçılar arasında en tanınmış olanlar Sina cephesi ve 4. Ordu komutanı Cemal Paşa, General Çürüksulu Mahmut, Şark grubu ve 3. Ordu komutanı Vehip Paşa ve Diyarbakır 23. Alay Komutanı Kurmay Binbaşı Muştak’tır.
Batı Ermenistan diye bilinen Türkiye Kürdistanı’nı da içine alan şehirler dışında yaşayan Ermeni nüfus bilgileri, tehcirin boyutları hakkında bizlere somut bilgiler vermeye yetecektir. Ordu’da 9000, Samsun-Çarşamba’da 13.000, Ünye’de 8000 Ermeni’nin tamamı tehcir edilirken, Merzifon’da 12.000 Ermeni’den birkaç yüzü, Ankara 63.605 Ermeni’den 1500’ü, Yozgat sancağında merkezde 1800 Ermeni’den 88’i, Yozgat toplamda ise 33.233 olan Ermeni nüfusundan geriye sadece 2086 Ermeni kalmıştır. Soykırıma uğrayan insanların ne kadar olduğunun bir yerde önemi yoktur; nihayetinde yüzbinlerce, milyonu aşan sayıda genç-yaşlı, çocuk-kadın-erkek planlı ve merkezi biçimde organize edilen soykırımda yollarda kurşunlanarak, toksit gazlı odalarda yapılan tıbbi deneylerde zehirlenerek, tecavüz edilerek, yakılarak, çarmıha gerilerek, denizlerde-ırmaklarda boğularak, hatta Diyarbakır’ın cellat valisi olarak bilinen Mehmet Reşit’in (Şahingiray) bizzat yaptığı gibi soykırım kurbanlarının ayaklarına at nalı çakılarak sokaklarda gezdirilerek, zulmedilerek katledilmiştir. Toplamda 1.5 milyon Ermeni bu şekilde soykırımla yok edilmiş, dağıtılmış, sürgüne gönderilmiş, asimile edilmiştir
“Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir.” İ.Kaypakkaya
Ocak-Şubat 1919’da Osmanlı Meclisi’nin emriyle Ermenilere yönelik katliamların soruşturmasında Divanı Harp’te 1397 kişi yargılanmış, bunlardan 40’ı idam edilmiştir. Bu bir nevi Vahdeddin ve ekibinin İttihatçılarla rövanşı, meşruluk arayışının manivelasıdır. Suçlu bulunup idam cezası verilen Enver, Cemal, Talat, Dr. Nazım ve Dr. Şakir ile İngilizlerin denetimindeki Malta’ya kaçan İttihatçılar dışında, mahkemeler katliamların karar vericilerine, örgütleyicilerine dokunmamıştır. Yozgat, Trabzon, Harput, Erzincan, Bayburt davalarında 150 sivil 22 asker olmak üzere toplam 200 kişi yargılanır, bunların pek çoğu da görevi ihmal, zimmete para geçirme, soygun, yağma vb. suçlardan yargılanarak hafif ceza alırlar. Damat Ferit’in 5. ve son kabinesinin yapıp yapabileceği budur.
İttihatçılar; Sultan hükümetini zayıf düşürme mücadelesini sürdürür ve İttihatçılık yeni bir siyasal biçim alarak Kemalist kılıfla siyasal hattını sürdürür. Kemalistler de çoğu eski İttihatçı olan İttihatçılığın siyasi çizgisine yeniden biçim veren bir yapıya sahiptir. Örneğin Kemalistlerin önemli isimlerinden Fethi Okyar İttihatçıların mahkumiyetini “Türk milletinin mahkumiyeti olarak” değerlendirir. Kemalistlere katılanların bir bölümü Sivas Kongresi’nde bağlılık yemini eder. Hatta Kemalist hükümet İngilizlerden, Malta’da yargılananları kendilerine teslim etmelerini istemiştir. Ankara hükümetinin başı M. Kemal 1920’de Transkafkaslardaki Ermenilerin imhasını onaylayandır. Cemal Azmi, Talat Paşa, Dr. Behaeddinin Şakir, Kemal ve Nurettin Paşaların Adalet Komandolarınca öldürülmesi sonrası meclisce milli şehit kabul edilip, ailelerine maaş bağlanmıştır.
İttihatçıların istihbarat dairesinin başında isim Miralay Seyfi (Düzgören) Ocak 1919 tutuklamalarından sonra Divan-ı Harp’te yargılanıp serbest kaldıktan sonra Kemalistlere katılır. Hatta bu isim Sovyet yardımı nedeniyle oluşturulan heyette de yer alır, Tuğgeneralliğe yükselir. Dr Fazıl Berki Malatya Milletvekili olmuştur. Mehmet Reşit (Şahingiray), Dr. Tevfik Rüştü (Aras) 1925-38 arasında bakanlık yapmıştır. Miralay Behiç Erkin, Trabzon Valisi Cemal Azmi, Dr. Nazım Kemalist rejime muhalefet etmeyecekleri sözünü vererek Türkiye’ye dönmüş. 1926 Temmuz-Ağustos’ta Teşkilatı Mahsusa’nın başı Dr. Nazım, Yenibahçeli Nail, Filibeli Hilmi, Milli Emniyet Müdürü Canpolat dahil yaklaşık 10 üst düzey İttihatçı, M. Kemal’e suikast ve rejimi yıkmaya teşebbüsten İstiklal Mahkemeleri kararlarıyla idam edilmişlerdir.
Kemalist kadroların kurucusu olduğu TC devletinin, Ermeni ulusuna yönelik bugünde süren tarihsel düşmanlığının, soykırım inkarının zemini İttihatçı gelenekle olan ırkçı ideolojik ortaklıktır. Türk ulus bilincinin oluşturduğu en önemli karşıtlıklardan birisi bu düşmanlık siyasetidir. Bu ideolojik öz ve şekilleniş, Ermeni ulusunun tümüyle soykırıma uğramasından sonra bile hala bir tehdit ve düşmanlık algısı ile sürmektedir. Zira Ermeni gerçekliğine yönelik en ufak bir taviz, faşist özün, Türk uluslaşmasının şovenist yapısının yara alması anlamına gelecektir. O sebeptendir ki devlet politikası olarak Ermeni düşmanlığı 100 yıllık TC devletinde sürmüş, bu düşmanlık Hrant Dink’in 2007’de bir devlet organizasyonuyla katledilmesine yol açmıştır. Soykırım tüm politik ve ideolojik parametreleriyle ruhunu korumakta, varlığını sürdürmektedir…