Son yıllarda enflasyon oranının %25’leri aşmasıyla birlikte işçilerin, emekçilerin alım gücü bu enflasyon oranına zıt bir şekilde azalıyor. Temel gıda maddeleri başta olmak üzere yaşamın her alanına yapılan fahiş zamlar varolan yoksulluğu, derinleştiriyor. Bu yoksulluğu fırsata çeviren egemen sınıflar, yoksulluğu bitirmenin değil geçici çözümler üretmenin yolunu arıyor. Yani kısacası “ölümü gösterip sıtmaya razı ederek” kendine muhtaç hale getiriyor. Faşist TC devletinin bugünkü temsilcisi AKP/Erdoğan kliği, iktidara geldiği günden bugüne yoksulluk üzerinden “politika” üretmesine karşın, “kötünün iyisine muhtaçsınız” anlayışını da sürekli kitlelere propaganda etmiştir.
80 AFC’si ile önü açılan, Özal ve ANAP hükümeti ile şahlanan neo-liberal politikalar, işçilerin, emekçilerin daha fazla sömürülmesinin zeminini oluşturmuştur. AKP/Erdoğan hükümeti ile zirve yapan özelleştirmeler, emekçilerin kazanılmış haklarına, mevzilerine birer hançer gibi saplanmıştır. Bu özelleştirmelerin örneğini yakın tarihte şeker pancarı fabrikalarında gördük. Sermayeye peşkeş çekilen şeker pancarı fabrikalarında işçiler işten atıldı, üreticiden ürün alınmadı, köylüler ürettikleri şeker pancarını satacak bir yer bulamadı.
Üreticiyi üretmekten caydıran, tohumdan gübreye, enerjiden ilaca, artan girdi masrafları, döviz fiyatlarının hızla artması (girdilerin hemen tümü dövize bağlıdır) hükümetin “tarımı, üreticiyi destekliyoruz” yalanlarıyla ve ithalat baskısıyla sindirmeye çalışması, dolayısıyla üreticileri ve köylüleri aracıların, spekülatörlerin, tefecilerin ve tüccarların eline düşürmüştür.
Dahası tüm sanayi ve tarım ürünlerinde, gerçek fiyatlardaki artış yüzde 30-40’lardadır. Dolayısıyla sorun sadece yaş meyve ve sebze değil, sanayi ve tarımdaki bütün ürünlerin fiyatlarındaki olağanüstü artıştır. ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi)’nin de yüzde 40’lar dolayında seyretmesi bunun açık göstergesidir.
BİR CAN SİMİDİ OLARAK “TERÖRİST” İLANI
Bu gelişmeler seyrinde neo-liberal politikaların hüküm sürdüğü ülkemizde, AKP/Erdoğan iktidarı bir seçim yatırımı olarak tanzim satış noktalarına sarılmıştır. Ülkenin çeşitli bölgelerine açılan tanzim satış noktalarıyla tarım ürünleri aracısız olarak üreticiden alınarak satılmaya başlanmıştır. Yıllardır tarımda tasfiye politikalarıyla; tarım ürünlerine kota konulması, üretim araçlarında ve üretim girdilerinde yaşanan enflasyon vb. gibi etmenlerden dolayı köylülerin yoksulluğu ve sefaleti derinleşirken, devlet bugün serbest piyasa ekonomisine karşı, tarım ürünlerini bizzat kendisi satmaya başlamıştır.
Tanzim satış, Bülent Ecevit’in CHP’nin Genel Başkanı olduğu 1970’lerde halka ürünleri daha uygun fiyattan satmak amacıyla uygulanmaya başlandı. Uygulamanın merkezi belediyelerdi. 1973’te İzmir’de belediye tarafından açılan Tansa ve 1976’da İstanbul’un bazı ilçelerinde kurulan Tanzim Satış mağazaları hızlıca yaygınlaştı. Bu mağazalarla ana hedef, temel ürünleri doğrudan üreticiden ya da kooperatiflerden temin ederek aracıları ortadan kaldırmak ve fiyatlardaki artışın önüne geçmekti. Enflasyonu ortadan kaldırdığını bırakalım etki bile etmediğini söyleyebiliriz. Çünkü, tabiki bu yoksulluğu yaratan esas nedenlerle değil onun sonuçlarıyla “mücadele edilmeye” çalışıldı. CHP’yi, AKP’yi, MHP’yi, yoksulluğu ve bir avuç asalak burjuvaziyi yaratan sömürü sisteminin yoksulluğu ortadan kaldırmasını beklemiyoruz, beklemeyiz.
Erdoğan gün aşırı yaptığı konuşmalarda, fahiş fiyatlara ulaşan tarım ürünlerinin yanı sıra birçok alanda tanzim satışa başlayacaklarını ifade ediyor. Yükselen enflasyon, işsizlik ve işçilerin, emekçilerin alım gücünün düşmesine çareyi bu yoksulluğu kanıksatmakta arayan AKP/Erdoğan iktidarı, tarım ürünü satan marketleri, manavları “terörist” ilan etmekten de geri durmamıştır. Suçlular listesini her geçen gün genişleten Erdoğan, gerçeklerin üzerini şoven duyguları okşayarak, kürsülerden “teröristler, hainler” naraları atarak örtmeye çalışıyor. “Devletin bekası” için söylenen bu söylemler, egemenlerin sıkça başvurduğu yöntemlerden birisidir. Dönem dönem, ezilen ulus ve milliyetler, aydınlar, akademisyenler, bu söylemler ile yaftalandı, hedef gösterildi. Bugün de manavlar, marketler “terörist”, sebze-meyve halleri “terör yuvası” olmuştur. Hatta Erdoğan, yapılan bombardımanları örnek göstererek, “Kendini devletten güçlü zanneden varsa, devlet nasıl teröristlere Cudi’de, Gabar’da, Tendürek’te mağaralarda işini bitirdiyse, halde terör estirenlerin işini bitiririz. El ele vereceğiz bu sömürüyü bitireceğiz” demiştir. İşte manavları bombalamakla tehdit eden devlet!
Gün geçtikçe derinleşen yoksulluğun nedeni ne komisyoncular ne üreticiler ne de satıcılardır. Bu yoksulluğun yegane sebebi bu kapitalist sistemin ta kendisidir. İşçilere, emekçilere sömürüden, yoksulluktan başka bir şey veremeyen bu sisteme karşı öfkeler büyümektedir. Derinleşen çelişkilerin çözüm yolunu göstermek, büyüyen öfkeleri sisteme yöneltmek devrimcilerin-komünistlerin omuzlarına yüklenmiş birer görevdir. Toplumsal dinamiklerin, emekçi halk kitlelerinin kendiliğinden hareketleri yüzünü göstermeye başlamışken, devrimci-komünistlerin buna önderlik edememesi sorununu gidermek, bu sorunu ortadan kaldırmak gerekir.
Tüm bu gelişmeler, artan yoksulluk; işçilerin, emekçilerin daha fazla emeğini satmasının önünü açıyor, bir yandan öfkeyi büyütürken diğer yandan da devrimci-komünist mücadelenin zayıflığı nedeniyle kitlelere umutsuzluk yayıyor. Tali yönlerle değil, esasa emperyalist-kapitalist sistemi oturtarak ilerlemeliyiz. Bu umutsuzluğun temel nedenini kendimizde aramalı, kitlelere gitmenin, bu sömürü düzenini teşhir etmenin araçlarını ve yöntemlerini çoğaltmalı, bu öfkeyi devrimci mücadeleye kanalize etmeliyiz.
*Bu makale Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 28 Şubat tarihli 30. sayısından alınmıştır.