İYİP Başkanı Meral Akşener’in Siirt’teki propaganda çalışmalarında Kurtalan’da Kürt bir esnafın “Dilimiz inkâr ediliyor, kimliğimiz inkâr ediliyor, Kürdistan inkâr ediliyor. Biz buna karşıyız. Şu an sizin bulunduğunuz yer Kürdistan’dır ama ne yazık ki Meclis’te bu Kürdistan inkâr ediliyor.” sözleri temel bir tartışma ve aldatmacayı tekrar gündeme getirdi. Peşi sıra ‘Kürdistan’ diyen esnaf Cemil Taşkesen gözaltına alındı ve karşılaştığı ‘Kürdistan’ çıkışını bozuntuya vermek istemeyen İYİP, “Demokratik ortamda fikirlerini söylemiştir. Sanki şikayetçi olmuşuz gibi hemen gözaltına alınması senaryodur.” açıklamasında bulundu. Danışıklı dövüşün bir gereği olarak İYİP “ılımlı” bir söylemi benimserken siyasi ortağı CHP’den; “ılımlı sosyal demokrat” liderinden “Kandil denen yuvayı yerle yeksan etmezsem Kılıçdaroğlu demesinler.” çıkışı geldi. Görüldüğü gibi Kürt bir esnafın tek bir kelimesi ortalığı karıştırmaya, bütün ezberi bozmaya yetti. ‘Kürdistan’, ‘demokratik ortam’, ‘senaryo’, ‘kandil’ ‘yerle yeksan’ derken faşist düzenin ve düzen partilerinin dengesi bir anda bozuldu ve inkâr edilen gerçekler su yüzünde kendini tekrar gösterdi.
Kürt esnafın çıkışı bir bilincin, iradenin ve tepkinin ifadesiydi. Bu konuda da yalnız değildi. İlerleyen günlerde çeşitli röportajlar gerçekleştiren Mezopotamya Ajansı, Kürt halkından şu ifadeleri aktarıyordu:
“Hepimiz Meral Akşener’i, 90’lardan, faili meçhullerden tanıyoruz. Akşener’in Erdoğan ve Bahçeli’den hiçbir farkı yok. Seçim yaklaştıkça Kürtler üzerinden politik görüşlerini yansıtıyorlar. Bunun da onlara seçimi kazandıracağını zannediyorlar. 20 yıldır Erdoğan’ın yaptığı bu değil mi? Daha doğrusu 80 yıldır aynı politikayı uyguluyorlar.”
“Mesut Yılmaz’ından tut, Erdoğan’a hepsi buraya geldiklerinde birden Kürtleşiyorlar, güzel görünmeye çalışıyorlar. Ama Ankara’ya gittikleri zaman yine aynı politikaya devam ediyorlar. Biz bunları gayet iyi tanıyoruz.”
“Burası Kürdistan’dır, bunu söylemek suç değildir. Diyarbakır’da Siirt’te, Şırnak’ta doğunun her tarafı Kürdistan’dır. Bu bir gerçektir. Bu baskılarla bizi bitirmeye çalışıyorlar ama biz onları bitireceğiz.”
“Onlar bizim dilimiz ve kültürümüzle yaşamamızı istemiyor. ‘Burası Kürtlerin yeridir’ dememize izin vermiyorlar. Bu söylemlere rağmen diyoruz ki, burası Diyarbakır, Kürdistan’ın başkenti. Ve bizim yerimizdir, kimseye vermeyiz. Oy zamanı gelip ‘evet burası sizin yeriniz, haklısınız’ diyorlar, seçim bitince ise kim ölmüş, kim kalmış, umurlarında değil. Kürtlerin bu oyunlara gelmemesi gerekir, gözlerini açmalılar. Makarnaya, kömüre aldanmasınlar, kandırılmasınlar. Kimliğimize, dilimize, kültürümüze sahip çıkalım.”
Kürtler nezdinde devletin ve faşist düzen partilerinin hedefleri ve söz konusu sahtekâr yaklaşımları berrak biçimde ortaya konabiliyor. Kürt siyasi temsilcilerin dahi çoğu kez dolambaçlı ve liberal bir dille ifade ettiği ‘Kürdistan’ ve ‘Kürt ulusu’ gerçeği özellikle halka, tabana inildikçe daha çıplak bir dille ve gerçek adıyla anılabiliyor. Bu anlamda Kürt esnafın ‘Kürdistan’ çıkışı, Kürt Ulusal Hareketi’nin (KUH) özellikle legal siyasi temsilcileri bakımından da bir mesaj ve anlam içeriyor. Söz konusu ‘Kürdistan’ çıkışı, birebir HDP ve temsilcileri tarafından burjuvazinin liberal diline ve Avrupa Birliği müktesebatlarına uydurulmaya çalışılan Kürt sorununun; “kolektif” bir “ulusal” sorun, bir “ilhak” ve “kendi kaderini tayin hakkı” sorunu olduğunu yeniden hatırlatmış oldu. Faşist düzeni sarsan ve sorgulatan yanı bir yana KUH’un belli söylemlerini sorgulatan yanları da bulunuyordu.
HDP, demokratik kesimler ve seçimlerde Kürtleri küstürmek istemeyen düzen güçleri bakımından ‘Kürdistan’ tartışmasına, biri “fikir özgürlüğü” kapsamında “flu” diğeri Kürt ulusalcılığı bağlamında “destekleyici” açıklamalar yapıldı. Devamında ifade edilen ‘Kürdistan’ sözleri faşizme karşı ideolojik duruş bakımından önemliydi fakat meselenin “fikir özgürlüğü” söylemine hapsedilerek geçiştirilmesine de izin verilmemelidir. Daha da önemlisi; her dönem, özünde aynı amaç ve senaryolarla fakat değişen aktörlerle bir kez daha Kürt halkını kendine yedeklemek isteyen faşist düzen güçlerine kapılar açılmamalıdır. Bugün bir kez daha faşist düzen güçlerinin belli bir kesiminin iktidar olmasını sağlayacak bir süreç işletilmekte; Kürt halkı bu sürecin bir parçası kılınmak istemektedir. HDP’nin ittifaklı ya da ittifaksız CHP ile yürüttüğü seçim pazarlıkları böyle bir anlam ifade etmektedir. Bu durumda ne ‘Kürdistan’ çıkışına destek olmanın ne de Kürt halkının bilincine yapılan atıfın bir anlamı kalmaktadır. Çünkü o çıkış ve bilinç, iktidardaki ya da muhalefetteki faşist düzen güçlerine aldanmamayı, yedeklenmemeyi; özgürlüğü ve hakları için savaşmayı esas almaktadır.
‘Kürdistan’ çıkışı ile başlayan tartışmalarla ilgili Yeni Özgür Politika yazarı Selahattin Erdem şöyle yazma gereği duyuyordu: “Birincisi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun son dönemlerde ‘Kürt sorununu mecliste çözeceğim’ biçimindeki içi pek dolu olmayan sözlerinin bile aslında yalan ve boş söz olduğunu gösterdi. İkincisi ise, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da aslında Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’den farklı bir zihniyete sahip olmadığını dolayısıyla Kürtlere dönük verdiği sözde iyimser mesajların aslında yeni bir oyun anlamına geldiğini ortaya koydu. Yani ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ misali bir şey!” Bu tespitler doğrudur ve gerçeğin ifadesidir. Diğer yandan siyasi tutum ve pratik duruşun da bu gerçeğe uygun hale getirilmesi gerekir. Ne var ki bu konu çok sorunludur. AKP’nin hükümet olduğu dönemlerde hemen hemen tüm süreçlerde fakat özellikle seçim süreçlerinde görüldüğü gibi Kürt sorununun “çözümü” adına ciddi kayıp ve tasfiyelere yol açan uzlaşmalara gidilebilmekte, anlaşmalar yapılabilmekte ve faşist düzen güçlerinin kimi kliklerine dolaylı destek olunabilmektedir. Bu anlamda bugün CHP ile yaşanan sürecin de bu gerçeklikten farkı yoktur ve CHP’ye ya da diğer faşist güçlere karşı sözden çok pratik duruş anlam kazanmaktadır.
Komünistler olarak bizler dört parça Kürdistan’ın her bir parçasındaki ilhaka özellikle vurgu yapar ve TC sınırları içerisindeki parçayı “Türkiye Kürdistanı” olarak tanımlarız. Kürt bir esnafın ‘Kürdistan’ çıkışı, tarihsel bir sorunu gerçek adıyla bir kez daha hatırlatmıştır. Ancak o ‘Kürdistan’ın ilhak altında olduğu ve bu ilhakı bugün de sürdüren, her klik ve partiden Türk hâkim sınıflarına karşı izlenmesi gereken siyaset üzerinde yeterince durulmamaktadır. Bu nedenle aynı hataların tekrar etmesi riski bulunmaktadır. Ve bizce bu bilinen “riskleri” tekrar tekrar gündeme getiren şeyler temsil edilen ulusal-reformist çizgide gizlidir. Ki o çizgi teori ve ideolojide UKKTH’yi (ulusların kendi kaderini tayin hakkı) reddetmekte, ulusal talepleri kültürel haklarla sınırlamakta, statü sorununu AB normlarına uydurulmuş bir yerel yönetim özerkliğine indirgemekte ve silahlı mücadeleyi devrimci stratejiden koparıp sistem içi taleplerin bir aracına dönüştürmektedir. Doğal olarak Kürt ulusunun ve Kürt ulusal mücadelesinin ‘Kürdistan’ gerçeğini, sözde değil özgürlüğü ve hakları dahilinde onurlu bir biçimde dünyaya ilan edebilmesinin yolu devrimci çizginin geliştirilmesinden geçmektedir.