T.C’nin Tarihsel İzdüşümü: İŞKENCE

Emperyalist-kapitalist sistem kendi bekasını koruyabilmek, sürdürebilmek için sınıf düşmanlarına karşı zor ve şiddetin en hunharca halini örgütlü bir biçimde kullana gelmiştir. ABD’de Sacco ve Vanzetti’nin idamından, Almanya’da Karl Liebknecht’in ağır işkencelerden sonra kalleşçe kurşunlanmasından, Liebknecht’in öldürüldüğü aynı gün Rosa Luxemburg’un da Moabit Hapishanesi’ne götürüleceği söylenerek, yol boyunca dipçik darbeleri altında çiğnenmesi ve katledilerek Landwehr Kanalı’na atılmasına… Maalesef örnekler oldukça fazla.

Devlet mekanizmasının hangi sınıfın elinde bulunduğu ile alakalı olarak, diğer sınıftan mensuplarının ezilmesi işlevini yüklenerek kullanılır. İçerisinde bulunduğumuz toplumsal sistem, bir avuç kan emicinin egemenliğini korumaya çalışan bir muhteva taşımaktadır. Esasına ise; bu egemenliği yıkmayı, sistemi alaşağı etmeyi hedefleyen devrimci ve komünistleri koymaktadır.

“Karadeniz sağa, sola, ileriye bomboş uzanıp gidiyor alabildiğine. Ne bir vapur dumanı ne bir yelken” (Nazım Hikmet)

Türkiye’nin yakın ve uzak tarihine bakıldığında da efendilerinden aşağı kalır yanının olmadığını söylemek elbette abartı olmaz. Mustafa Kemal’in emriyle “bir deniz kazasında..” Mustafa Suphi ve 15 devrimcinin katledilmesinden, Denizlerden, Mahirlerden, İbrahimlere… 12 Eylül AFC’si ile binlerce devrimci ve komünistin işkence tezgahlarından geçirilerek katledilmesi, gözaltındaki “kayıplar”, 19 Aralık Hapishaneler Katliamı, Roboski’de 34 köylünün uçaklarla bombalanması, öz yönetim sürecinde kentlerin tanklarla, toplarla bombalanarak tüm Kürt halkının hedef alınmasına kadar çok daha kabarık olan katliam seceresi, TC faşizminin günün ürünü değil geleneksel kodu olduğunu, körün gör dediği olarak karşımıza dikiyor.

Devrimci mücadelenin ivme kaybetmesi sonucu saldırıların daha da azgınlaşarak pervasızlaştığı bir sürecin içerisindeyiz. Her dönemin “vebalısı” olan devrimcilere ve komünistlere dönük saldırılar ise çok daha fütursuzca gerçekleştiriliyor. Halk kitlelerinin açlık, yoksulluk ve sefaletine, egemenlerin yönetememe krizlerine alternatif olabilecek ve devrimci mücadelenin gelişebileceği somut koşulların varlığı düşmanın yönelimini de hunharlaştırmaktadır.

Egemenler bir yandan sağ tasfiyeci rüzgar ile ideolojik tasfiye hareketini güçlendirme gayreti güderken, diğer yandan, devrimci komünistlere yönelik saldırılarını boyutlandırarak halk kitlelerine gözdağı vermek istemektedir. Elbette durum düşman cephesinde böyle iken; devrimci ve komünistler açısından nasıl olmalı sorusu esas teşkil eden bir noktada durmaktadır.

KAYPAKKAYA VE ARDILLARI YOLUMUZU AYDINLATAN MEŞALE OLMAYI SÜRDÜRÜYOR!

Kaypakkaya yoldaş; “TİİKP Program Taslağının Eleştirisi” başlıklı makaleyi ve Kemalizm’i inceleyen “Şafak Revizyonizminin, Kemalist Hareket, Kemalist İktidar Dönemi, İkinci Dünya Savaşı Yılları, Savaş Sonrası ve 27 Mayıs Hakkındaki Tezleri” dönemin reformist, revizyonist hareketleriyle ideolojik mücadelenin şekillendiği temel taşlar olarak değerlendirilmelidir. Ve elbette, Kaypakkaya yoldaş, bu mücadelenin pratik ayağını da örmüş tüm saldırılar karşısında tavizsiz duruşunu, ideolojik, teorik, siyasal arenada ortaya koymuştur. Beraberinde devrettiği ser verip sır vermeme geleneği de ardıllarının elinde kızıl bir bayrak olarak dalgalanmayı sürdürmektedir.

Mücadelenin en keskin/sıcak alanlarında yoldaşlarımızın düşmana tutsak düştüklerinde dahi kavga sloganlarını haykırarak ölümsüzleşmişlerdir. Haykırışların önüne geçememek düşmanı daha da kudurtmuş olacak ki; kirli elleri dilimize uzanmıştır… Ölümsüzleşen yoldaşlarına bağlılığın adı olmuştur yoldaşlarımız. Son kurşunlarını kendilerine ayırarak… Çemberleri yararak, bir tek yoldaşı dahi ardlarında bırakmayarak…

Sağ tasfiyeci zemininin daha da güçlendiği bu süreçte sınıf düşmanlarımız çalışma alanlarımıza dönük esas faaliyet biçimimizde çeşitli zafiyetler meydana getirmeyi, sınıf mücadelesini muğlaklaştırmayı hedeflese de devrimci komünistler düşman cephesinden geliştirilen bu teslim alma ve tasfiye etme sürecine karşı amansız mücadele yürütmektedir. Bizleri böylesi bir yılgınlığa-teslimiyete sürüklemeye çalışan sınıf karşıtlarımıza en güzel cevabı direniş alanlarında veren yoldaşlarımız bizlere ışık olmaktadır. Bu saldırı silsileleri ne bugün gündemimize girdi ne de bundan sonra gündemimizde olacaktır. Köklü bir dönüşümü gerçekleştirmek ve bu geleneği korumak, yeniden yeniden yeşertmek bizlerin her daim görevidir.

TEHDİT-KARALAMA-İŞKENCE

TC’nin kullandığı en bilinen yöntem olarak karşımıza çıkan bu vakalar, günümüz devrimcileri için çoğaltılarak kirli raflardan tekrar indirilmiştir. Keza; kaçırmalar, gözaltında işkenceler, TC’nin hiç eksilmeyen, her dönem uygulanagelmiş yöntemleridir. Geçtiğimiz aylarda Lübnan’dan Avrupa’ya geçmek isterken Lübnan polisi tarafından TC’ye iade edilen Ayten Öztürk’e yapılanlar bunun en net örneğidir. 6 ay boyunca 2 metrelik bir alanda fiziki, cinsel, psikolojik işkence türlerini gören Ayten Öztürk tüm tehditlere karşın bu süreci direniş ile bitirmiştir. Vücudu soyularak başına çuval geçirilmiş, elleri kelepçelenmiş, susuz bırakılmış, elektrik verilmiş, verilen elektrik nedeniyle şişen ayaklarına kırbaç, sopa ve coplarla vurulmuş fakat istediklerini onlara vermemiştir. Vücudunda 898 işkence izi bulunan Ayten Öztürk’ün vücudundaki yaraların belli olması ve bunları teşhir edeceği gerçekliğinden kaynaklı ilk mahkemesine getirilmemesi de yargı sürecinin nasıl işleyeceğini şimdiden belli etmektedir. Devrimciler tüm bu yıldırma, sindirme saldırılarına direnişle karşılık verecek, bu işkenceci faşist TC devletini her alanda teşhir etmeye devam edecektir.

*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 14 Şubat tarihli 28. sayısından alınmıştır.