[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Türkiye’nin son yıllarda uluslararası mafyanın adeta bir üssüne döndüğüne dair tespitler yapılmaktadır. Bu tespiti haklı çıkaran haberler kamuoyuna fazlasıyla yansıdı. Mafya hesaplaşmaları adeta sıradanlaştı. Suç oranı en düşük ülkelerden biri olan İsveç mafyası dahi hesaplaşmak için İstanbul’u seçti. Türkiye organize suç endeksinde dünyada 14. sırada yer alırken Avrupa’da organize suç endeksinin en yüksek olduğu ülke olarak kayda geçti. Kuşkusuz bu tablo hasbelkader oluşmadı. Dahası geçmişte açığa çıkan ilişkiler- Susurluk kazası devletin rolünü anlatması bakımından önemlidir- hatırlanacak olursa bu ilişkilenişte bir süreklilik, dahası simbiyotik bir ilişki olduğu görülecektir. Bu ilişkileniş hem ekonomik hem de siyasi nedenlere dayanmaktadır. “Türkiye Yüzyılı” masalına bir de bu pencereden bakmak faydalı olacaktır; devlet uzantısı mafya örgütlenmeleri son yıllarda iktidar ortağıymışçasına boy göstermekte sakınca görmüyorlar. Siyasi pozisyon alıp muhalefete ayar vermeyi kendilerine hak sayabiliyorlar.
Eklemekte fayda var: çete, mafya örgütlenmeleri göz ardı edilemeyecek bir ekonomi yaratmaktadır. Bu alanda açığa çıkan rant, devletin bu ekonomiye yasallık kazandırma kaygısına yol açtığı gibi bu ranttan beslenen devlet bürokraside de kavgaya sebep olabilmektedir.
İbrahim yoldaş egemen sınıfların ikinci kliğinin genel özelliklerini tarif ederken dikkat çekici bir tespitte bulunarak bu kliğin özellikle “eli sopalı çetelere” dayandığını ifade eder. Kuşkusuz bu tespit bu kliğin feodal karakterinin görece baskın özelliğinden bağımsız değildi. Bununla birlikte bu klik günümüzde iktidar olanaklarını elinde bulundurmasına rağmen İbrahim yoldaşın işaret ettiği geçmişteki eğilimini ısrarla korumaktadır. Yani her şey doğasına uygun hareket ediyor. Tabii ki çete/mafya yapılanmaları salt AKP dönemine ait değildir. Çetelerin bu kadar yaygınlaşması, mafyanın toplumsal yaşamda bu denli görünürlük kazanması ilgili kliğin karakteri ile doğrudan alakalıdır. Tabii ki devletin ruhu da bu durumla örtüşmektedir.
Son günlerde en çok tartışılan konulardan biri mafya-yargı-siyaset ilişkisi oldu. Yeni cumhurbaşkanı kabinesinde kendine yer bulamayan Soylu ilgili tartışmanın merkezine oturdu. Tartışma konusu mafya, çeteler olunca Soylu’yu tartışmaların dışında düşünmek saflık olacaktır. Soylu’yu tartışmaların içine çeken ise albümünde fotoğrafı bulunan Ayhan Bora Kaplan’ın yurt dışına kaçmaya çalışırken gözaltına alınmasıydı. Kaplan’ın gözaltına alınmasının ardından Yargıtay üyesi Yüksel Kocaman operasyonun Soylu’ya dönük olduğunu açıklayınca tartışmalar daha ilgi çekici oldu. Bununla birlikte İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ye verdiği yargıdaki rüşvet ağına değinen ve “çete ve çetecikler”in korunduğuna dair ifadeleri içeren dilekçesi Kocaman’ın açıklamaları ile ele alındığında tartışmalar daha da ilgi çekici bir hal almaktadır. “İlgi çekici” diyoruz, çünkü hem bu operasyon hem açığa çıkan ilişkiler hem de tartışılan konular mafya- yargı- siyaset ilişkisinden öte, görmek isteyenlere devletin süreçteki etkin rolü hakkında fazlasıyla bilgi sunmaktadır. Yani anlatılan hikâye/ilişki devleti tarif etmekte, onun ruhunu özetlemektedir.
“Yüksel Kocaman neden Soylu’yu tartışmaların içine çekti” diye sorabiliriz. Kocaman’ın Kaplan’la ilişkisi kuşkusuz etkili bir sebepti; fakat esas neden bu ilişkinin açığa çıkması yani kendisini kurtarma telaşı değildi. Kaplan’ın gözaltına alınış biçiminin “birilerine” doğrudan bir mesaj taşıdığı aşikârdı. Kocaman da bu mesajın nereye verilmek istendiğini ifşa etmiş oldu. Yani Soylu cephesinden yanıt verdi. Yakın zamana kısaca göz atarak yaşanan gelişmeleri ele almak daha isabetli değerlendirmeler yapmamızı sağlayacaktır.
Erdoğan, mayıs seçimlerinin kazananı olarak Soylu’yu etkisizleştirme gerekçesini de bulmuştu. Yeni kabine oluşturacaktı! Kuşkusuz Soylu ortalamanın altında bir karakter olarak siyaset sahnesinde, cürmünden fazla yer kaplamış; ama devletin karakterine uyan türden bir karaktersizlikte sergilediği pratikle güvenlik bürokrasisine rüştünü ispat etmişti. AKP içindeki klik dalaşında istenmeyen adam olduğu ifade ediliyordu. Bazı AKP’li siyasetçileri, hatta İbrahim Kalın’ı da izlettiği ve hakkında dosya hazırlattığı kamuoyuna sızmıştı. Suçlularla fotoğraf çektirmekte sakınca görmeyip herkesin albümünde ilgili mafya, çete ve dolandırıcılara kalkan olan/ güvence sağlayan -o pişkince sırıtışıyla verdiği- pozları devletin karakterine değil ama teamüllere uygun olmayan bir pratik olarak hafızalara kazınmıştı. Eklemekte fayda var: Bahçeli de benzer bir albümü; ama daha “büyükler”le oluşturmakta bir sakınca görmemektedir.
Türkiye’de mafyanın, devletin uzantısı olarak örgütlendiği bu ilişki bağlamında siyasi rol aldığı herkesin malumu. Soylu da bakanlığı döneminde bu teamüle uygun hareket etmiş; ama farklı olarak mafyanın toplumsal yaşamda daha fazla görünür olmasına imkân tanımıştır. İktidar ortağı Bahçeli’nin bundaki katkılarını unutmamak gerekir. Kuşkusuz bu eğilimi AKP döneminin devlet politikası olarak görmek gerekir. Bir anlamda bu yapılara üvey evlat muamelesi yapmayıp verdiği pozlarla devletin kimliğine kaydetmişlerdir. Hatırlanacaktır Tayyip de “yerli ve milli” ilan ettiği Hüda-Par/ Hizbullah’ı üvey evlatlıktan kurtarıp devletin nüfusuna kaydetmişti. Bununla birlikte Soylu’nun yakın ilişkide olduğu “yeni yetme” çeteleri palazlandırıp onlara güvenceler sağlaması devlette ve uzantısı olan mafya yapılanmalarında belli bir huzursuzluğa yol açmışa benziyor.
Gelecek Partili Ayhan Sefer Üstün, Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk’e, Yerlikaya’nın görevi devralmasının ardından başlayan operasyonları “büyüklerin önünü açmak için” yapıldığına dikkat çeken açıklamalarda bulunmuştu. Üstün’ün sözleri devletin olanaklarının belli bir düzeni korumak için nasıl kullanıldığını ve bu yapılarla direkt ilişkisi bağlamında yorumlanabilir. Yerlikaya’nın bakanlık görevini Soylu’dan devralmasının ardından özellikle yol temizliği anlamına gelen küçük ve orta ölçekli yapılara yönelmesi aynı zamanda operasyonların sınırını yani nereye kadar gideceğini de işaret ediyor. Yerlikaya’nın özellikle küçük ve orta ölçekli yapılara yönelmesi -ki bu yapıların Soylu ile ilişkili oldukları hatırlanırsa- hem Soylu’ya dönük bir uyarı anlamı taşıdığına hem de ilgili yapıların esas aktörlerinin beklentilerini karşılamaya dönük olarak yorumlanabilir. Yani klik dalaşı mafya ayağında da devam ediyor. Ayrıca devletin ilgili yapılar karşısında hakem rolü oynadığı da söylenebilir. Yani devlet ilgili yapıları hem kontrol ediyor hem de anlaşmazlıklara müdahale edip belli bir düzen sağlıyor. Bürokrasi de bu alanın yarattığı ranttan besleniyor.
Diğer taraftan bu suç şebekelerinin yarattığı ekonomik büyüklük devletin iştahını kabartıyor. Devlet bu kayıt dışı ekonomiyi piyasaya kazandırmak için “varlık barışı” adı altında yasal kılıf hazırlamakta sakınca görmüyor. Kara paranın yasal güvenceye alınması “Türkiye Yüzyılı” masalında devletin düştüğü acziyeti anlatması bakımından ibretliktir.
“Türkiye’nin uluslararası mafyanın üssüne döndüğü” tespitinin anlamı tam da bu ekonomik büyüklükte yatmaktadır. “Varlık barışı” düzenlemeleri salt kara parayı ülkeye çekip ona yasallık kazandırmıyor. Bu paranın yerli ya da yabancı sahipleri de devletin sadece paraya değil, kendilerine sağladığı güvenceyle-yabancılar vatandaşlık satın alarak- gayrımeşru zeminden kurtulup iş insanı kimliğine hak kazanıyorlar.
Cumhuriyet Başsavcısı Uçar’ın dilekçesi kamuoyunda yankı uyandırdı, çünkü beklenmiyordu! Uçar’ın dilekçesi kuşkusuz devletin her ayağında işlerin aslında nasıl yürütüldüğünü anlatması bakımından önemlidir. Bununla birlikte Uçar’ın kimin yanında konumlandığı sorusunun cevabından hareketle verdiği dilekçenin aslında Kocaman’ın işaret ettiği tablonun yargıdaki karşılığı, yani güç savaşının yargı ayağındaki karşılığı olduğu anlaşılıyor. Uçar’ın huzursuzluğunun yargıdaki yozlaşmış ilişkilere itiraz değil, hâkim olan anlayış dışında bir güç ilişkisinin kurulmasından kaynaklandığını rahatlıkla iddia edebiliriz. Uçar da rahatsızlık duyduğu yozlaşmış ilişkilerin tarafı olarak yargıda sadakatle görev almaktadır. Dahası Uçar’ın bu “cesur” çıkışı günümüz siyasi atmosferi göz önünde bulundurulursa Erdoğan’ın bilgisi dışında yaptığını söylemek isabetli olmayacaktır. AKP’nin koalisyona dayanan yapısı, dahası yeni dönemin ittifakı zorunlu kılması iktidar olanaklarının paylaşımına dair kavgayı sertleştirmektedir.
Kuşkusuz mafya, çetevari örgütlenmeler Türkiye’ye özgü değil. Burjuva demokrasisinin kimi örneklerinde de bu yapılanmalar mevcut. Kapitalist sistem bu yapılanmalara imkân tanıyıp, hayat veriyor. Burjuva devlet mekanizmasının görece zayıf; ama devletin despotik, feodal karakterinin baskın/görece güçlü olduğu ülkelerde ise mafya örgütlenmeleri paramiliter bir yapı gibi devletin uzantısı olarak işlev görüyor. Emperyalist sistemin dizaynının sonucu olarak Latin Amerika ülkelerinde adeta mafyanın devletleşmesi gibi uç örnekler de hayat bulabiliyor. Türkiye’de yaşanan durum ise mafyalaşmış devlet tarifine daha uygundur. Bu ilişkileniş burjuva feodal devlet mekanizmasının karakterine de uygun düşen bir tarzdır.
Bu bağlamda ortaya çıkan tablonun anlattığı hikâyenin başlığını yozlaşmış unsurlar bağlamında değil, burjuva feodal devletin karakterinden hareketle tartışmak, teşhir etmek daha isabetli olacaktır. Çünkü devletin kendisi bir suç şebekesi olarak organize olmuştur. “Bozuk düzende sağlam çark olmaz” düsturu ortaya çıkan tabloyu daha net anlatmaktadır.
Hem Yüksel Kocaman’ın çıkışı hem de İsmail Uçar’ın dilekçesi egemenlik ilişkilerinin mafya ayağındaki ve yargıdaki karşılığını çok net bir şekilde özetlemektedir. Yüksel Kocaman, Kaplan üzerinden Soylu’ya dokunmak ya da mesaj vermek isteyenlere “her şeyin farkındayız” derken Uçar da yargıdaki güç savaşında benzer yol temizliğinin zeminini hazırlamaktadır. Yani Yerlikaya’nın mafya ile mücadelesi de Uçar’ın yargıdaki rüşvet ağına ilişkin serzenişleri de suçla mücadele veya çürümüşlüğe bir itiraz anlamına gelmemektedir. “Yeni yetme” çetelere dönük operasyonların sınırı büyüklerin yani devletin koruması altında olan yapıların kıyılarına ulaşmayacaktır ama şimdilik. Peker örneğinde olduğu gibi, yol temizliği gerektiğinde devlet bu adımı atmaktan kaçınmayacaktır. Diğer taraftan yargıdaki güç ilişkisi de sonlanmayacak, hâkim klikler arasındaki çatışmanın izlerini sürekli yansıtacaktır.
Ortaya çıkan tablo devletin karakterini, onun hangi ilişkilerden beslendiğini anlatması bakımından önemlidir. Tepeden tırnağa halka ait olmayan, onun çıkarları karşısında ve bir suç şebekesi olarak örgütlenmiş despotik, faşist devlet gerçekliği durmaktadır. Yozlaşmışlık onun karakterinde vardır. Çürümüşlük dediğimiz şey onun hangi sınıfın çıkarlarını koruduğu ile doğrudan ilişkilidir. Toplamdan hareketle Susurluk’ta kamyonun çarptığı o araç hâlâ yol almaktadır, yalnızca yolcuları; ama aynı şeyleri temsil ederek değişmiştir.