Türkiye’nin ev sahipliğinde Rusya Devlet Başkanı Putin, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Almanya Başbakanı Merkel’in katıldığı Suriye gündemli “Dörtlü Zirve”, 27 Ekim’de İstanbul’da yapıldı. İdlib ve daha birçok konunun gündeme alındığı zirve sonrası yapılan ortak açıklamada, “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü ile Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaç ve ilkelerine olan kuvvetli taahhütlerini teyit etmişlerdir” denildi. Aynı zamanda “komşu ülkelerin ulusal güvenliğine zarar vermeyi amaçlayan ayrılıkçı gündemler reddedildiği” belirtilen toplantının ardından Erdoğan, “Fırat’ın batısında olduğu gibi doğusunda da milli güvenliğimize yönelik tehditleri kaynağında bertaraf etmeyi sürdüreceğiz. Türkiye, ne sınırlarında ne de Suriye’nin herhangi bir bölgesinde terör gruplarının palazlanmasına müsamaha göstermeyecektir” diye konuştu. Ardından Türkiye tarafından Tel Ebyad ve Kobane’ye top atışlarıyla arkası henüz belli olmayan, daha çok nabız yoklamaya dönük bir saldırı yapıldı.
FARKLI AMAÇLAR ORTAK NOKTALAR
Rusya, Almanya-Fransa ve Türkiye bakımından üç farklı amacı içinde barındıran zirve, ortak noktalara dair belli bir yaklaşımı da içinde taşıyor. Her bir gücün kendi amaçları doğrultusunda Suriye’nin “toprak bütünlüğü”, “gerilimi azaltma bölgeleri” ve “komşu ülkelerin ulusal güvenliğine zarar vermeme” konusunu yorumladıkları açıktır. Almanya-Fransa’nın öncelikleri arasında göç akışı ve mülteciler sorunu bulunmakla birlikte sadece bununla sınırlı düşünmemek gerekir. ABD’nin dünya politikalarına karşı Almanya’nın öncülüğünde AB nezdinde dolaylı biçimde de olsa bir karşı çıkış ya da rol alma durumu olduğu ortadadır. Özellikle Almanya’nın bu zirvedeki rolünün bir inisiyatif alanı açmakla ilgili olduğu belirtilebilir.
Rusya ise her zaman olduğu gibi ABD’nin Suriye politikasını zayıflatmak için birbirine zıt çelişkilerden yola çıkan her güçle yan yana gelmeye ve bir şekilde kendi politikasının önünü açacak olanaklar yaratmaya odaklanmaktadır. Suriye’nin toprak bütünlüğü tartışması bu politikanın temel argümanı olsa da Rusya bu konuda zıt kutuplarla da geçici yol yürüme, onları kendine mahkum kılma çizgisini esnek bir biçimde hayata geçirebilmektedir. Bu konuda bölge gerici devletlerinin Suriye’deki kargaşanın kendi devletlerine ve bölgedeki etkinliklerine vereceği zarara dair taşıdıkları kaygıyı Rusya kendi elinde bir koza çevirmektedir. Özellikle ABD’nin halen askeri desteğine sahip Kürtler’in sahip oldukları güç ve geleceğe dair olası kaygılar başta Türkiye olmak üzere bölge gerici devletlerinin bir şekilde Rusya’nın dümen suyuna razı gelmelerine olanak tanımaktadır. Fakat bu yapılırken Suriye’nin genel sürecinde de güç olmaya çalışılmakta, belli gerici gruplar üzerinden etkinlik alanları korunmaya ve genişletilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye’nin temel kaygısının Kürt Ulusal Hareketi’nin elinde bulunan bölgeler ve Suriye’nin gelecekteki durumuyla ilgili olduğu açıktır. Türkiye gerici gruplar aracılığıyla bir yandan etkinlik alanlarını korumaya çalışırken bir yandan da emperyalistlerin politikalarını gözeterek Kürtler’i yalnızlaştırarak siyasi güçlerini zayıflatmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla dinci-gerici grupları kollamakta ancak Rusya’nın işlettiği siyasi ve askeri süreçlerle doğrudan karşı karşıya gelmemeyi tercih etmektedir. Kontrol ettiği gerici grupları yer değişiklikleriyle Kürtler’in üzerine salmaya çalışan Türkiye, “gerilimi azaltma bölgeleri” adı altındaki taktik süreçleri Kürt Ulusal Hareketi’nin hakim olduğu bölgelere de yayarak oradaki siyasi yapıyı zayıflatmayı hedeflemektedir. Rusya İdlib gibi bölgelerde Suriye devletinin hakimiyeti için zamana yayılan bu ikili politikayı işletirken Türkiye Suriye’de güç kaybetmemek, emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmak ve Kürtler’i siyasi olarak zayıflatmak için işletmektedir. Rusya ve Suriye’nin hedefleri doğrultusunda İdlib’te er ya da geç askeri çatışmaların başlayacağı genel kanı niteliğindedir. Türkiye bu süreci olabildiğine ertelemeye çalışırken diğer yandan bu askeri çatışmayı Suriye Kürdistanı’na da yaymak istemekte, askeri saldırılarına zemin yaratmak istemektedir.
“Dörtlü Zirve” açıkça bir pazarlık toplantısı özelliği taşımaktadır. Zirve sonrası en çok tartışılan konulardan biri de doğal olarak ABD’nin Suriye politikası ve bu politikanın Kürtlerle ilişkisidir. ABD her ne kadar Rusya’nın işlettiği sürece görece kayıtsız bir görünümle kendi çizgisini sürdürse de ABD’ye rağmen gerçekleşen pazarlıkların ve pratik sürecin baskısı artmaktadır. Kobane ve Tel Ebyad’a Türkiye’nin top atışları sonrası ABD’nin gecikmeyen girişimi, Kürtler’le işbirliğinin halen süreceğinin göstergesidir. ABD’nin Suriye’de, özellikle sahada dayandığı en önemli askeri güç ve toplumsal dayanak Kürtler durumundadır. Bu nedenle ABD, Suriye politikasındaki çıkarlarına uygun olduğu müddetçe belli esnekliklere gitse de Kürtlerle askeri-siyasi işbirliğini sürdürecektir.
İRADE SAVAŞLARI VE KÜRTLER
Suriye iç savaşının bu tablosunda, en önemli aktörlerden biri olmakla birlikte politikası en az dillendirilen güç Kürt Ulusal Hareketi’dir. Bunun emperyalist devletlerin dayatmaları ve bölge gerici devletlerinin saldırılarıyla ilgili nesnel bir zemini bulunmaktadır. Kürtler ABD’yle paralel hareket ettiği durumda Rusya’nın dolaylı ve bazen doğrudan Kürtler’i hedef haline getiren politikaları açığa çıkmakta ve bir şantaj olarak kullanılmaktadır. Suriye rejimi üzerinden Kürtleri dışlayan politikaların ve Türkiye’nin saldırgan politikalarının önünü açan Rusya, ABD’yle hareket etmesi halinde Kürtler’in zararlı çıkacağının mesajını vermektedir. Kürtler için aynı durum ABD boyutuyla da geçerlidir. ABD’nin askeri desteği ve görece himayesi olmadan Kürtler’in siyasi kazanımlarının başta Türkiye ve IŞİD gibi gerici örgütler olmak üzere, Suriye rejiminin ve bölgedeki tüm gerici güçlerin hedef tahtası haline geleceği bir tehdit olarak ortada durmaktadır. Bu nedenle hem Rusya hem ABD Kürtler’e dönük belli siyasi teklif ve vaatleri canlı tutarken bir yandan da baskılayarak Kürt Ulusal Hareketi’ni kendi politikalarına mahkum bırakmak istemektedirler.
Kürt Ulusal Hareketi ABD ile askeri işbirliğini sürdürürken Suriye rejimi ve Rusya ile görüşmelere de kapısını kapatmamaktadır. Bu görüşmelerin, temelde Kürtler’in hakimiyet alanları ve gelecekte Kürtler’in siyasi statüsüne dair olduğu açıktır. Birçok güç ve çelişki üzerine yükselen Suriye iç savaşında Kürt Ulusal Hareketi’nin bu çelişkileri Kürtler’in ulusal demokratik hakları lehine ne düzeyde değerlendirebileceği ilerleyen süreçte daha da somutluk kazanacaktır. Kürt Ulusal Hareketi ve siyasi kazanımları hedefleyen saldırı ve tehditler azımsanmayacak büyüklüktedir. Uzun bir dönemdir uluslararası toplantı ve zirvelerle “çözüm” görüşmeleri adı altında işletilen dolaylı savaşın, ilerde aynı bölgelerde açık çatışmalar biçimi alma olasılığı geçerliliğini korumaktadır. Emperyalist güçler bir yandan siyasi ve askeri hamleleriyle kuşatma siyaseti izlerken bir yandan da kendi çıkarlarına uygun düşmeyen Suriye’deki güçlerin iradesini kırmayı hedeflemektedir. Suriye’deki iç savaşın, savaşı bitirecek yeni bir aşamaya evrilebilmesi için belli güçler nezdinde irade kırılması zorunludur. Bunun son kertede askeri yollarla mı yoksa ideolojik bir kırılmayla mı gerçekleşeceği yine gelişmeler içerisinde açığa çıkacaktır. Kürt Ulusal Hareketi’nin de en önemli hedeflerden biri olduğu bu tabloda Suriye’nin durumunu belirleyecek kritik zamanların gelecekte olduğu söylenebilir. Yakın zamanda gerçekleşen “Dörtlü Zirve” ve artan gerici pazarlıklar da bunun işaretidir.