[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
“Biliyorsunuz siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” sözleriyle Erdoğan kültürel iktidar olamadıklarını itiraf ediyordu. 8-16 Ekim tarihlerinde Amed, “Sur Kültür Yolu Festivali” ile Erdoğan’ın “kültürel iktidarına” su taşıyacak etkinliklere sahne oldu. Festival başta Amed’de yaşayan halk olmak üzere Kürt halkının ve demokratik kamuoyunun tepkilerine neden oldu. Sur’un önemli bir kısımlarının yıkımı üzerinden yükselen festivale bu anlamıyla ilgi de yoğun değildi. Erdoğan’ın “kültürel iktidar” hayalleri de şimdilik başka bahara kaldı!
Celal Ekin, halkın ve arkadaşlarının deyimiyle Mamoste Celal, Kürt ulusunun kültür alanındaki mücadelesinde uzun yıllardır emeğiyle, üretimiyle yer alan bir sanatçı. Halen Dicle Kültür Sanat Derneği’nde bağlama ve müzik dersleri veriyor. Mamoste Celal ile “Sur Kültür Festivali” bağlamında Sur kültürü, Kürt kültürel mücadelesinin dünü ve bugününe dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Yeni Demokrasi: Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen “Sur Kültür Yolu Festivali” hem halktan hem de demokratik kamuoyundan ciddi tepkiler aldı. Tepkinin ana eksenini devletin tarihi ve kültürel yıkımın üzerine böylesi bir festivali yapması oluşturuyordu. Devletin “kültür” olarak lanse ettiği etkinliklerin Kürt halkının kültürünü yansıtmadığı da açıktı. Yıllarca Sur’da yaşamış biri olarak “Sur kültürü” nedir sizce?
Celal Ekin: Sur’un gerçekten de kendine has bir kültürü vardır. Mimari yapısı yüzlerce yıllık bir tarihe dayanan bir coğrafya, mahalle, ilçe. Burası Amed’i temsil eden bölge aynı zamanda. Ben şimdilerde Ofis semtinde yaşıyorum, biri “nereye gidiyorsun” diye sorduğunda “şehre gidiyorum” derim Sur için. Benim gibi Sur’da yaşayanlar burası dışındaki bölgeleri şehirden saymazlar, şehir onlar için Suriçi’dir. Bu bağlamda yıkılan sadece evler değil tarihin kendisi yok edildi. Tarihi dokuya, mimariye sahip evler yerle bir edildi. Bunun yanı sıra halkın bir de yerleşik kültürü vardır. Bu kültür tarihsel geleneklerden günümüze taşınmıştır. Bu kültürün en önemli ögesi “paylaşmaktı”. Mimari yapıdan kaynaklı aynı avluda 4-5 aile otururdu. Aileler, burada yaşayan halk yoksuldu ama aç kalmazlardı. Bir evde yemek pişince komşularla paylaşılırdı, aynı avluda 4-5 çeşit yemek yenirdi. Bu da kolektif bir yaşamı, sorunları birlikte çözmeyi, acıları ve sevinçleri paylaşmayı beraberinde getiriyordu. Sur denilince akla bu kültür geliyordu. Yıkımla işte bu kültür yok edilmeye çalışıldı. Sur kültürünü bilen, yaşayan ve tanık olan halk, “Sur Kültür Yolu Festivali”nin bu kültürü temsil etmediğini biliyor. Diğer yandan HEP’ten günümüze kadar gelen belediyecilik anlayışının geliştirdiği bir kültür de vardı. Hem Amed’de hem de Kürtlerin yaşadığı birçok coğrafyada halk festivalleri yapılıyordu. Kürtçenin yanı sıra diğer ezilen kültürleri de kapsayan bir anlayışla hareket ediliyordu. Halk buna ilgi gösteriyordu, sahip çıkıyordu. Sistem, devlet benzer bir festivalle aynı ilgiyi göreceğini düşünüyordu. Halk kimin ne olduğunu, festivalin ne için yapıldığını bildiği için ilgi göstermedi.
Y.D: Kürt halkının kendi kültürünü sahiplendiğini, benimsediğini ve ilgi gösterdiğini söylediniz. Özellikle 1980 sonrası gelişen Kürt ulusal mücadelesi kültürel alanda da önemli gelişmelere, çalışmalara vesile oldu. Tam da bu noktada Kürt kültürünün ve sanat alanındaki çalışmalarına tanıklık etmiş, emek vermiş biri olarak, bize bu çalışmaların gelişimini anlatır mısınız?
Celal Ekin: Kürt kültürünün tarihsel kökenine girersek sayfalar yetmez. Fakat şunu söylemek lazım: Kürtler kendi kökenleri üzerinden yeşerdi. Bu yeşermeye, gelişmeye neden olan, öncülük eden argümanlar oldu. 12 Eylül’ün gelişi de bu argümanlar arasında. 12 Eylül ile haklarını, özgürlüklerini isteyen insanlar tutuklanıp zindana atıldı, aranır duruma düştü, sürgüne yollandı. 1984 sonrası Kürt halkının özgürlük mücadelesi beraberinde Kürt değerlerini sahiplenme duygusunu da geliştirdi. Diyarbakır Cezaevindeki direniş ve mücadele sürgündeki ve ülkedeki sanatçıların ışığı oldu. İlk olarak Avrupa’da Koma Berxwedan kuruluyor. Bu grubun beslendiği en önemli kaynak Diyarbakır Cezaevindeki direnişçiler, Mazlumlar, Kemaller, Dörtler, büyük ölüm orucu direnişidir. Bu direnişler yurtdışında ülkesine, arkadaşlarına hasret sanatçıların özlemlerini içeriyordu. Bu şarkılar ülkedeki sanatçıların, müzisyenlerin dikkatini çekti. Fakat bunlara ulaşmak sorundu, dinlemek bulundurmak yasaktı. Yasaklı bir dilde söyleniyordu çünkü. Halk bu yasaklara uymadı tabii, dinlemeye devam etti. Yasaklar daha cezbedici kıldı bu müzikleri. Koma Berxwedan’ın müzikleri sahiplenildi ve bu müzikler Kürtlerin kendi tarihiyle ve kültürüyle buluşmanın vesilesi oldu. Öyle ki ben de o dönem Amed’de yaşamama rağmen Diyarbakır Cezaevi’ndeki direnişten haberim yoktu. Ben ve benim gibi binlerce kişi bu direnişi Koma Berxwedan’ın müziklerinden öğrendi. Bu durum çeşitli Kürt sanatçılarını, aydınlarını ve yazarlarını bir arayışa itti. 80’lerle 90’ların başı bu arayışlarla geçti. Bu dönem aynı zamanda Kürt halkının özgürlük ve hak arama mücadelesiyle de geçti. Geçmişten gelen Marksist-Leninist bir miras vardı. Bunların hepsi Kürt aydınlarının konularındandı. Bu arayışı bir araya getiren Kürt özgürlük mücadelesinin kendisi oldu. Dolayısıyla bir kültür sanat kurumu oluştu: Mezopotamya Kültür Merkezi. Tarihsel mirası alırken bunun üzerine yeni bir şeylerin de eklenmesi gerekiyordu. İlkel dönemden günümüze taşınan kültür, yaşayış tarzları vardı. Bunlar güncelliğini yitirirken aynı zamanda geriyi de temsil ediyordu. Bunlar yok edilmeye çalışıldı ve yerine yeniyi temsil eden devrimci kültür ve sanat savunuldu. Bu anlayış aynı zamanda toplumsal gerçekçiliği de temsil etmeliydi. Sürreal değil real olmalıydı. Kürtler bunları yapmaya çalıştı. 1991’de ilk olarak İstanbul açıldı, 1992’de Diyarbakır, sırasıyla Adana, İzmir tâ Hewler’e kadar MKM kurumları vardı. Bu dönem Kürt aydınlarının ve sanatçılarının yoğun baskılara rağmen çabalarına sahne oldu. 90’larda bir Kürtçe şarkı söylemek bile tutuklanmaya yetiyordu. Çünkü yasak bir şarkı ve yasak bir dil. Kürtçe nedir diyorlardı. Profesörler ekranlarda Kürtlerin “kart kurt” seslerinden geldiğini söylediler. Kürt özgürlük arayışının kendisi kültür-sanat çalışmalarını da geliştirdi diyebiliriz. Bunun yanı sıra belediyeler alındıktan sonra bu çalışmalar daha da gelişiyordu. Bugün de çalışmalarımız gelişiyor, devam ediyor. Sistem bundan rahatsızlık duyduğu için belediyelere kayyum atadı. Yerel yönetimler ve belediyeler sadece bir araçtır. Kayyumların gelişi Kürt kültürü ve sanatının gelişimini etkileyemedi. Aksine bu politikalar bir netleşmeyi beraberinde getirdi. Halk düzenle yol yürüyeceksen yanında yokum diyor. Bakın bugün Amed Tiyatro Festivali yapılıyor, geçtiğimiz günlerde Wan’da aynı festival vardı. Görüyoruz ki belediyeler olmadan da bu alandaki çabalar ve mücadele sürüyor. Bu süreç safları sıkılaştırırken daha fazla emek, üretim ve çabayı beraberinde getirdi. Devlet, Kürtlerin kırık-dökükleriyle şimdilerde kültürel çalışmaları götürmeye çalışıyor. Kırık-dökük derken, biraz paraya, maddi güce sığınarak sistemle hareket eden sanatçı geçinenlerle gerçek anlamda sanatçılar ayrıştı bu süreçte. En basiti Dengbejler Evi örneği. Kayyum belediyeye dolayısıyla Dengbejler Evi’ne de atandı. Birçok Dengbej gitmedi. Neden gitmiyorlar; orası kayyumundur, halkın iradesinin yerine iktidarın atadığı biridir ve biz buna alet olmayacağız dediler. Bir de 3-5 kuruş para için gitmeye devam edenler de oldu. Bu anlamda da bir netleşme sağlandı. Bu durum Kürt kültürünü ve özgürlüğünü savunanları güçlendirdi. Öldürmüyorsa güçlendirir çünkü. Kürt kültürel mücadelesi sadece Diyarbakır’la sınırlı değil tabi. Buradaki mücadelenin her yerde geliştirilmesi ve büyütülmesi gerekiyor.
Y.D: Bildiğiniz gibi son dönemde birçok sanatçının konserleri yasaklandı. Bu yasaklara devrimci-demokrat sanatçılar aşinaydı. Ancak bugün yasağın kapsamı genişledi. 90’ların en ağır yasaklarını yaşamış biri olarak bu yasaklar nasıl aşılabilir?
Celal Ekin: “Hızlı ve Öfkeli” filmi vardır. Bu filmde polisler hep kovalasa da kaçanlar hep kazanıyor. Yasakları hep böyle aştık biz. Aslında bu konuda birçok deneyim var ama ben kısa bir örnek vereyim. Eskiden burada Trafik Çay Bahçesi vardı. Orada bir özel tim çay içiyor. Elinde sarı, kırmızı, yeşil balon satan çocuğu yanına çağırıyor ve iki balonu patlatıyor. Bu renklerin bir arada olması yasak diyor. Çocuk kısa bir süre sonra geliyor elindeki sarı balonları gösteriyor “bak oldu mu?” diyor. Kısa süre sonra başka bir çocuk kırmızı balonlarla geçiyor ve son olarak yeşil balonlarla bir çocuk daha geçiyor. Ez cümle Kürtler mutlaka bir çözüm bulur yasaklara karşı. Nasıl bulundu bu çözümler? Direnişlerle, ağır bedeller ödenerek. Dicle-Fırat Kültür Sanat Merkezi OHAL ile kapatıldı, iki sene mühürlü kaldı ancak çalışmalar devam etti. Sonrasında yeni bir dernekle tekrar çalışmalar sürdü. İsmi önemli değil önemli olan ne yaptığınız. Kapandıkça yenileri açılacaktır. Buna son ancak yasaklar yasaklanırsa verilebilir.
Y.D: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Celal Ekin: Kültür ve sanat ile uğraşan insanlar dönem tanıklığını yeni kuşaklara aktarma sorumluluğuyla hareket eder. Bizlerin görevi de budur, bunu yapacağız. Öyle festivallere milyonlar harcayarak, rant kapıları açarak bir halkın kültürünü yansıtamazsınız. Tarih, zalimlerin halkın mücadelesiyle nasıl yerle bir olduğunu gösteren örneklerle dolu. Hiç kimse ben olacağım iktidar olacağım demesin. Halkın mücadelesinin karşısında hiçbir diktatör tutunamaz.