[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Son yıllarda derinleşerek ilerleyen krizler, dünyanın dört bir yanında halkların üzerine sömürü ve baskı dalgası olarak yansımaya devam ediyor. 2008 krizinin etkilerinin henüz aşılamadığı bir ortamda pandeminin patlak vermesi yeni krizlere kapı aralamıştır. Birçok sektörde üretim sınırlanmak durumunda kalınmış, bu durumdan kaynaklanan arz ve tedarik şoku ise başkaca krizler doğurmuş, istihdam sorunu büyümüş, işsizler ordusu genişleme eğiliminde kalmıştır. Bu krizler emperyalist çelişkilerin derinleşmesine hizmet etmiş, halihazırda derinleşen emperyalist çelişkiler de yeni krizlere kapı aralamaktadır.
Giderek daha kalın zincirlerle dünya halklarını saran kriz sarmalı, temel ihtiyaçların karşılanmasında dahi geniş halk yığınlarının daha fazla zorlanmasına ve bununla birlikte bu ihtiyaçlarını karşılayabilmelerinin hiçbir garantisinin kalmadığı koşullara yol açmıştır. Dünyanın hemen her köşesinde ağırlaşan yaşam şartları kendisini yoğun bir biçimde hissettirmekte ve mevcut veriler ışığında bu koşulların ağırlaşarak ilerleyeceğine ve krizlerin derinleşerek süreceğine dikkat çekmek gerekmektedir.
Derinleşen krizlerin faturası egemen sınıflar tarafından, emekçilere ödetilmeye çalışılmaktadır. Girilen kriz süreçleri her ne kadar egemen sınıfların kendini sistemini ve pazarını yeniden dizayn etme süreçleri olsa da, bu süreçlerin getirdiği ağır tahribatların bedeli ise daha fazla sömürü ve baskı koşulları olarak halklara yansımaktadır. Bu etkilerin en ağır hissedildiği alanlar ise emperyalizme bağımlı ülkeler olmaktadır. Emperyalistlerin kriz süreçlerinde geçirdikleri en hafif sarsıntılar dahi, yörüngelerine sabitledikleri ve kendilerine bağımlı kıldıkları ülkelerde devasa depremler olarak karşılık bulmaktadır. İçerisinde olduğumuz süreçte bu durumun net bir biçimde görüldüğü bir dönemdir. Dünya genelinde enflasyon rakamları yükseliş seyrinde ve satın alma gücü erimekte iken, bazı ülkelerde nerede ise hiper enflasyon seviyelerine ulaşılmış, büyük ekonomik çöküşler için gün sayılmaya başlanmıştır. Bu çöküntülerin cereyan ettiği ülkelerden birisi de Asya ülkesi olan Sri Lanka’dır.
SRİ LANKA’YI “İFLASA” GÖTÜREN SÜREÇ
Eski bir İngiliz sömürgesi olan Sri Lanka, 1948 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. 22 milyon nüfusa sahip olmakla birlikte, en yoğun nüfus Sinhalese kökenli olsa da, Tamil kökenliler de yoğun bir nüfusa sahiptir. Tamiller ayrılma talebi ile 1980’li yıllardan itibaren Sri Lanka devletine karşı silahlı mücadeleye başlamış, 2009 yılı itibari ile etkinlikleri azalmıştır. İhracatının ana gövdesini seylan çayı, kauçuk gibi emtialar oluştururken, ülkenin en büyük gelir kaynaklarından diğerleri de turizm ve sanayi olmaktadır. 2011 yılına kadar tüm gelişim grafiklerinde olumlu bir seyirde ilerleyen ülke, Güney Asya’nın en önemli ekonomilerinden biri olarak gösterilmekteydi. Ancak özellikle 2005-2011 yılları arasında ekonomik göstergelerde yakalanan yukarı yönlü ivme, 2016 yılına gelindiğinde başka bir tabloya dönüşmüştü.
Artan dış borçların ödenmesinde zorluklar 2016 yılı ile birlikte açığa çıkmış, bununla paralel bir şekilde artırılamayan ve hatta gittikçe eriyen döviz rezervi ise bağımlı bir ülke olan Sri Lanka’nın kendisini emperyalizme daha fazla açmasına sebep olmuştu. Bağımlı ülkelerde sıklıkla yaşanan döviz krizi yani ödemelerde yaşanan dengesizlikler bu tarihte Sri Lanka’yı vurmuş ve IMF tarafından müdahaleye açık hale gelmek durumunda olunmuştur. IMF tarafından 2016 yılında 1.5 milyar dolarlık bir kurtarma kredisi onaylandı, ancak o tarihten itibaren çokça tartışıldığı gibi İMF “yardımı” ülkenin kaynaklarının emperyalistlere peşkeş çekilmesi ve ülkenin uzun vadede daha fazla borçlandırılması anlamına gelmekteydi. Gelinen süreç ise bu durumun ispatı oldu. Kısa vadeli IMF yardımları pansuman olarak değerlendirilse de dış borç giderek arttı, ekonomi değil istikrar, iflasın dibine doğru ilerlemeye devam etti. 2020 sonrasında ise dünya üzerinde gelişen geniş çaplı krizler, Sri Lanka’nın stresli ekonomisinin dibe vurmasını da beraberinde getirdi. Döviz krizi borçların ve faizlerinin birikmesine, tedarik sorunlarına ve hiper enflasyona yol açtı. Bu süreçte bir başka emperyalist güç olan Çin ise Sri Lanka’nın bu durumunu fırsat bilerek kendi emperyalist çıkarlarına uygun bir pozisyon alarak “kredi” teklifinde bulunmuştur. Verilecek kredinin ön şartları arasında en dikkat çeken ise Sri Lanka liman işletmelerinin bir kısmının Çin’e devredilmesidir. Dünya tedarik zincirinin ve lojistiğin deniz ulaşımı ayağını kontrol altında tutan Çin, bu biçimde bu alandaki hakimiyetini geliştirme uğraşındadır. Aynı zamanda “burnunun dibi” olarak adlandırılabilecek bir coğrafyada bulunan Sri Lanka üzerinden diğer emperyalistlerle çekişmesini sürdürme ve yapabildiği oranda etkilerini kırmaya çalışmaktadır.
HALK EGEMENLERİN KRİZİNİ DERİNLEŞTİRİYOR, İKTİDARLARI ÇATIRDATIYOR
Artan fiyatlar ve düşen yaşam kalitesi, Sri Lanka halkının devlete karşı hareketlenmesine olanak verdi. Uzun yıllar devletin yönetiminde bulunan Rajapaksa ailesi hükümetten çekilmek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve çeşitli bakanlıkları elinde tutan bu aile, halk tarafından mevcut krizin sorumlusu görülerek hedef alınmış, birçok iktidar organından çekilmek durumunda bırakılmışlardır.
Temel gıda ve günlük yaşam malzemeleri, akaryakıt ve doğalgaza gelen yüksek zamlar, günün yarısını kapsayacak kadar uzun süreli elektrik kesintileri, sağlık malzemeleri stoklarının tükenmesi ve ilaç tedariğinde yaşanan sorunlar Ocak ayı itibarıyla halkın sokakları doldurmasına ve sömürünün katmerleşmesinde sorumlu tuttukları egemenleri hedef alarak mücadeleye başlamasına sebep oldu. Sri Lanka’da gerici egemen sınıflar ilk etaptan itibaren şiddetli saldırılar ile halkı püskürtmeye çalışmış, ancak başarılı olamamıştır. Devlet tarafından desteklenen sivil çeteler de dahil olmak üzere, direnişin başından bu yana direnişte olan halka karşı çeşitli saldırılar gerçekleşti. 31 Mart’ta eylemler yeni bir evreye ulaştı ve Cumhurbaşkanı Gotabaya Rajapaksa’nın konutuna kadar ilerleyen kitle burada polis ile yoğun çatışmalar yaşadı. Bu çatışmalarda onlarca kişi yaralanırken başkent Kolombo’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
GREVDEKİ İŞÇİLER:” KAYBEDECEK BİR ŞEYİMİZ KALMADI!”
Çatışmaların şiddetlenmesi ve eylemlerin kitleselleşerek devam etmesi üzerine çaresizliğe kapılan Sri Lanka egemen gerici sınıfları, çaresizliklerini gidermek için 1 Nisan tarihinde OHAL ilan etti. Klişeleşmiş söylemler ile sokağa çıkma yasağını gerekçelendirmeye ve halkın meşru mücadelesini itibarsızlaştırmaya çalışan hükümet üyeleri, halk hareketini “aşırılıkçıların” kışkırtması ve “terör eylemleri” olarak lanse ederek, meşru mücadeleyi gölgelemeye çalışmışlardır. Ancak bu söylemler kitlelerde karşılık bulmamış aksine şiddetle egemenlere yönelmeye devam etmişlerdir.
OHAL’in karşılık bulmadığını gören ve baskıya rağmen kitleselleşmeye devam eden eylemler karşısında devlet, 5 Nisan’da OHAL’i sonlandırmıştır. Bir yandan ise herhangi bir şekilde kısa vadede bir düzelme vaat edemez durumda oluşları ve çaresizlikleri, eylemlere karşı yapabilecekleri hamleleri de sınırlamıştır. Bununla birlikte bu süreçte grevler örgütlenmiş, “iç çamaşırı” grevleri adı verilen bu eylemlikler, koşulların ne kadar ağırlaştığının bir göstergesi olmuştur. Bu grevlerde işçiler eylem alanlarına “iç çamaşırları” asarak, “elimizde bir tek bunlar kaldı” demiş ve mücadeleye devam edeceklerini haykırmışlardır.
Ülke içerisinde çeşitli inanç ve milliyetlerin oluşu, Sri Lanka hükümetinin eskiden beri şovenizmi körükleyerek kitleleri daha kolay yönetilebilir hale getirmesine olanak sağlamıştır. Yakın zamana kadar ülke içerisinde çeşitli saldırılar gerçekleşmiş, Müslüman karşıtlığı yükseltilmiş ve Tamillere yönelik ayrımcı eylemler gerçekleştirilmiştir. Ancak Ocak itibari ile başlayan eylemler, devlete karşı hangi milliyetten olursa olsun tüm halkın birlikte mücadele örgütlemesini sağlamıştır. Ortak sınıfsal çıkarın bilincini daha fazla kuşanan Sri Lanka halkı, devletin şoven politikalarına da büyük bir darbe indirmiştir.
12 Nisan’ a gelindiğinde Sri Lanka devleti “temerrüte düştüklerini” açıklamışlardır. Temerrüte düşmek, bir diğer deyişle devletin borçlarını hiçbir biçimde ödeyemeyecek duruma gelmesi demektir. Bu ilan ile birlikte Sri Lanka egemen sınıfları bir kez daha emperyalistlere yakarmaya girişmişlerdir. Devletin iflas etmesi anlamına gelen bu ilan ile birlikte kitleler eylemlerini de yoğunlaştırarak devam etmiştir. Aynı zamanda cumhurbaşkanının kardeşi olan Başbakan Mahinda Rajapaksa’nın konutunun etrafı sarılmış, başbakan helikopterle kaçmak zorunda kalmıştır. Başbakanın kaçması ile birlikte konutu yakılmış, birçok hükümet üyesine de eşzamanlı olarak benzer eylemlikler gerçekleştirilmiştir. Tüm bu süreç Başbakan ve bakanların istifasına sebep olmuş, hükümet düşmüştür. Ancak eylemler devam etmektedir ve halkın mücadelesini engelleyemeyen gerici devlet yeniden OHAL ilan etmek zorunda kalmıştır.
Sri Lanka’da görüldüğü gibi, derinleşen krizler egemen sınıflar tarafından emekçi halkın sırtına yüklenmektedir. Ancak halkın direnişi karşısında nasıl çaresizleştikleri ve iktidarlarının ne kadar çabuk çatırdadığı da bir kez daha görülmektedir. İlerleyen süreçte bu durumun örneklerinin birçok coğrafyada daha fazla görülmesi de olasıdır. Bu süreçlerin gerçek çözümlere ulaştırılabilmesi, dünya halklarının bu kriz döngüsü ve ağır sömürü koşullarından kurtarılabilmesi için bu öfkenin devrimi örgütlemesinin olanaklarının yaratılması ve önderlik ihtiyacının kavranması gerekmektedir. Halkın sınıf çıkarlarının temsilcisi ve örgütleyicisi olarak rolünü oynayacak bir önderlik ancak bu ağır koşullardan kurtuluşa olanak sağlayacaktır.