“Başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz”
Emperyalistler arası pazar dalaşı bölgesel savaşları kışkırtarak, yerel güçleri besleyerek etkin bir biçimde süregelmektedir. Emperyalizm sömürge, yarı-sömürge ülkelerini kendi çıkarlarına göre kullanmakta, bölge de bulunan gerici güçleri kendi silahı haline getirerek halkları birbirine kırdırtmakta ve katliamlara sürüklemektedir. Bunun çarpıcı örneklerinden biri de 11 Temmuz 1995 Srebrenitsa’da yaşanan Boşnak soykırımıdır.
Yugoslavya’nın kışkırtıcı emperyalist politikalar sonucu dağılma sürecinden sonra, bölgede gerici ideolojiyi temsil eden, emperyalistler tarafından da çıkarlar doğrultusunda kışkırtılan, faşist Sırp yöneticileri bunu fırsat bilerek şovenist politikalarını hayata geçirmeye başladı. Diğer ezilen ulus ve toplulukları katletme politikasına girişti. Bunun sonucunda 1991-1995 Yugoslavya iç savaşı binlerce kişinin kıyımıyla sonuçlandı.
Sırp burjuvazisi Yugoslavya’nın dağılmasıyla bölgede daha fazla toprak koparabilmek ve stratejik konumu yüksek yerleri, sanayi bölgelerini ele geçirebilmek için “Büyük Sırbistan”ı yaratma ideallerine soyundu. Elbette emperyalistler arası dalaşın ve şovenist politikaların bedelini ödeyen yine ezilen uluslardı. “Büyük Sırbistan” idealleri Boşnaklar’ın katliamı ve diğer ezilen ulusların ilhakına dayanıyordu.
1992 yılında faşist Sırp askerleri bölgede çoğunlukla Boşnak halkının yaşadığı Srebrenitsa’yı ele geçirdi. Boşnaklar birkaç ay sonra kasabayı geri aldı ve Srebrenitsa artık Sırp birlikleri tarafından kuşatılan bir bölge haline gelmişti. Etraftaki bölgelerden de Srebrenitsa’ya Boşnak göçü yaşanması sonucu nüfus daha da yükseldi ve bölgede gıda, tıbbi yardım kıtlığı yaşandı.
1993 yılında ise Birleşmiş Milletler bu bölgelere asker sevk etmeye başladı, Çetnik Sırpların bu süreçte saldırıları durmuş olsa da iki yıl boyunca kuşatma devam etti. BM Srebrenitsa’yı “güvenli bölge” ilan etti. Boşnakların ellerindeki silahlar “koruma” gerekçesiyle BM tarafından toplandı. Bu iki yıl boyunca bölgeye gönderilen gıda ve tıbbi malzemelerin çoğuna el konularak Boşnaklara verilmedi.
5 Temmuz 1995 yılında Radko Mladiç önderliğindeki Sırplar, Srebrenitsa’nın güneyini bombalamaya başladı. 9 Temmuz’da Srebrenitsa’da bulunan 30 kadar BM Barış Gücü askerleri Çetnik Sırplar tarafından rehin alındı. 11 Temmuz 1995’te NATO Srebrenitsa’daki Sırp tanklarını bombaladı. BM uçakları ise yakıtlarının bittiğini gerekçe sunarak geri döndü. Çetnik Sırpların rehin aldığı askerleri öldüreceğini söylemesi üzerine Hollandalı komutan Karremans, Boşnakları rehin alınan 30 askerle “takas” etti.
11 Temmuz 1995 yılında Radko Mladiç’in yaptığı “Srebrenitsa’yı Sırp halkına hediye ediyoruz. Bugün bizim için bayram” açıklamasından sonra Srebrenitsa 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşen en büyük katliama ve tarihi soykırıma tanıklık etti. Boşnakların toplanan silahlarını geri almak için yaptığı başvuru sorumlu Hollanda Komutanı Thom Karremans tarafından reddedildi. Boşnaklar savunmasız bırakılarak emperyalistlerin işbirliği sonucu ölüme terk edildi.
Emperyalistlerin “güvenli bölge” ilan ettikleri ve sözde “koruma”ya aldıkları bölge tarihe geçecek soykırımla sonuçlandı. En az 8.372 kişi katledildi ve binlerce kadın tecavüze uğradı. Katliamcı Sırpların toplu mezarlar bulunmasın diye yaptıkları “ince” planlarını mavi kelebekler boşa çıkardı. 300 toplu mezar mavi kelebekler takip edilerek bulundu.
Yalnızca toplu mezarlar değil, emperyalizmin alçaklığı da bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu. Emperyalistlerin ezilen halklara karşı kendisini “kurtarıcı” olarak gösterdiği, ikiyüzlü politikalarının sonucu halkların kıyıma uğradığı da bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. İkiyüzlü emperyalistler bir yandan Radko Mladiç’in soykırım yapmasını işbirliğiyle desteklerken, diğer yandan kendi mahkemelerinde müebbet hapis cezasına çarptırmışlardır.
Katliamdan söz eden burjuva basın “insanlık dramı”na soyunmuş ancak NATO’nun ve BM’nin katliamdaki rolünden söz etmemiştir. Hollandalı komutan Karremans, Sırp general Radko Mladić tarafından hediyeyle ödüllendirilmiştir. Basın da “BM’nin orada bulunması katliamı önleyememiştir” denmektedir. Hayır, BM katliamı önlemek istememiştir. Yugoslavya’nın parçalanması ve orada birlikte yaşayan ulusların birbirine karşı kıyıma girişmesi tam da BM ve BM’ye hakim emperyalistlerin istediği bir durumdur. BM bizzat Boşnakları Çetnik Sırplara teslim ederek, katledilmelerini seyretmiştir.
Emperyalistlerin ezilen, ilhak edilen, katliama maruz kalan uluslara dair bu gerici siyaseti sadece bununla sınırlı değildir. Faşist gerici devletler de ezilen ulusların maruz kaldığı zulmü ikiyüzlü bir siyasetle kendi çıkarları için kullanıyorlar. Türkiye’de de Boşnaklar yıllardır Türkleştirilmeye çalışılıyor. Hatta alenen Türk diye lanse edilmekte, seçtikleri din üzerinden “savunucu”larının ve “koruyucu”larının Türk egemen sınıfları olduğunun algısı yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu algının Türk egemen sınıflarının Boşnaklar üzerindeki politikalarında ve Bosna-Hersek ile yürütülen ilişkilerle hâlâ sürdürüldüğü görülmektedir.
Binali Yıldırım, Bosna-Hersek ile yaptığı görüşmede, Bosna-Hersek’in NATO üyeliğini şiddetli bir biçimde savunduğunu ortaya koyuyor ve “Barışın ne demek olduğunu en iyi Bosna-Hersek ve Türkiye bilir” diyor. Emperyalistlerin ve onların işbirlikçisi egemen sınıflar halkları aldatmaya, emperyalizmi koruyucu olarak göstermeye devam etmektedir. Srebrenitsa’da Boşnaklar katledilirken NATO bunu desteklemekten, göstermelik bombalama atışları yapmaktan öteye gidememişti. Boşnak halkı NATO’nun ne demek olduğunu, neye hizmet ettiğini acı bir şekilde görmüştür. NATO üyeliği sömürgeliği pekiştirmekten başka bir anlam ifade etmemektedir.
Türk hakim sınıfları her ne kadar Boşnakların “savunucusu” olarak kendini göstermeye çalışsa da ırkçı söylemlerine “yenik” düşmektedir. Öyle ki AKP’den milletvekili seçilen Meliha Akyol göçmenler ve Kürtlerden “Kendisini ifade edemeyen ezik insanlar” diye söz ediyor. MHP’nin belli bölgelerdeki oy kaybını Balkan göçmenlerinin “Türkiye’nin bütünlüğüne olan kin ve düşmanlığı”na bağlayan MHP’li Şükrü Alnıaçık egemenlerin göçmenlere, ezilen uluslara yaklaşımını apaçık ortaya koyuyorlar. Bosna Savaşı sırasında Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç’in Enformasyon Bakanı olan ve savaş suçlusu Çetnik Sırplarla cephe cephe dolaşan Sırbistan’ın bugünkü Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Mayıs 2018’de TBMM’ye yaptığı ziyarette şunları ifade ediyordu: “Recep Tayyip Erdoğan’ın katkıları ve gösterdiği uzlaşma politikasıyla mesafeleri kapattık, dostluk köprülerini güçlendirdik.” Aynı Vucic, geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan’ın yemin töreninde ise resmi davetliler arasında bulunuyordu. Türk hakim sınıflarının Boşnaklara ve onların maruz kaldığı soykırıma karşı ilgi ve duyarlılıkları katliamın sorumlularıyla dost olmaktan öteye gitmemiş ve bir kez daha kendi sınıf, ulus ve devlet çıkarları için Boşnakları malzeme yaptıkları ortaya çıkmıştır.
Yine MHP milletvekili Saffet Sancaklı’nın Rasim Ozan Kütahyalı’nın Boşnaklar’a sarf ettiği sözlerden sonra yaptığı “Boşnak kardeşlerimiz; Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası, şerefli bir mensubudur! Onlar ki İslam sancağı düşmesin, Türk devleti var olsun diye tarifsiz acılar çekmiş, soykırımlara maruz kalmıştır” açıklaması Boşnakları Türk ulusuna yedekleme ve onu Türkleştirme politikalarının bir parçasıdır.
Bu söylemler aynı zamanda Boşnak halkının hak arama mücadelesinin önünü kesmektir. Saffet Sancaklı şunu görmek istememektedir. Boşnak halkı İslam sancağı ve Türk devleti var olsun diye değil emperyalistlerin pazar dalaşı ve Sırp yöneticilerinin şovenist ideolojisi ve ilhakının bir sonucu olarak kıyıma uğratılmıştır. Boşnakların o anki amacı kendi ülkelerinde özgürce yaşamaktı. AKP ve MHP’nin olduğu kadar Kemalizm’in, CHP’nin Boşnak halkını kendilerine mal etme çabası, onların mücadelesini kendi ırkçı söylemleri içerisinde eritme amacından başka bir şey değildir.
Türkleştirme politikası yıllarca Balkanlar üzerinde yürütülmeye çalışılmış, belli noktada başarılı olunmuştur. Yıllarca Boşnak halkı için “ihanet etmezler” üzerinden yaratılan algı, Boşnakların dilinin yok olmasına, hak arayışlarının ise “vatan hainliği” olarak saldırıya uğramasına neden olmuştur. Boşnak halkının kurtuluşu egemen sınıflara olan başkaldırısından geçecektir. Boşnak halkı ırkçı-milliyetçi algıları yıkarak, dilini ve kültürünü sahiplenerek, katliamın sebebinin Sırp halkı değil hakim sınıflar, şovenist politikalar ve emperyalistler olduğunu bilince çıkararak Türk egemen sınıflarının şovenist politikalarına karşı durmayı da öğrenecektir.
10 Temmuz 2001’de Proletarya Partisi saflarında halk savaşının bir komutanı olarak şehit düşen Boşnak milliyetine mensup Murat Deniz, Boşnak halkının gerçek kurtuluş yoluna da öncülük etmiş; her ulus ve inançtan işçi ve emekçilerin, ezilen ulusların kurtuluşunun halk savaşından geçtiğini göstermiştir. “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkları birleşiniz!” enternasyonal şiarının temsilcilerinden biri olarak Murat Deniz yoldaşın kavgada ısrarı, kararlılığı ve bağlılığı başta Boşnak halkı olmak üzere tüm devrimcilere örnek olmaya devam edecektir.