[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Tarımsal girdi fiyatları her ay yeni rekorlar kırmaya devam ediyor. Özellikle küçük üreticiler artan üretim maliyetlerinden kaynaklı ciddi sorunlar yaşıyor. Tarım Sendikası küçük üreticilerin, mevsimlik işçilerin, göçmen işçilerin sorunlarıyla ilgilenmek ve mücadeleye örgütlemek için yakın zamanda kuruldu. Güncel sorunlar üzerine ve TARIM-SEN’in amaçlarına dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Yeni Demokrasi: Öncelikle tarım alanında bir sendika kurma sebebiniz nedir?
TARIM-SEN: Günümüzde tarım alanında net bir rakam vermek mümkün olmasa da 5-6 milyon emekçinin çalıştığı bir gerçeklik var. Burada farklı emek biçimleri söz konusu. Çiftçiler, yarıcılar, gündelikçiler, mevsimlik tarım işçileri, göçmen tarım işçileri. Bu farklı kesimlerin hepsinin paylaştığı ortak kader, şirketlerin lehine düzenlenen tarım politikaları karşısında daha fazla sömürüye maruz kalıyor oluşları. Patronlar daha fazla kâr ederken emekçiler daha fazla sömürülüyor ve buna karşı kararlı, sistematik bir mücadele pratiği söz konusu değil.
Küçük çiftçilerin kendi arazilerinde kontrolleri kaybolma noktasında. Yakın zamanda kentlerde görünürlüğü artan esnaf kurye modeline benzer şekilde, şirketlere sözleşmeli üretim yapan üretici sayısı artıyor. Bu durum bir işçileşme sürecini ifade ediyor. Bunun yarattığı bir şaşkınlık da söz konusu.
Tarım işçilerinin yoğun olarak güvencesiz, sigortasız, hak ve hukuksuz şekilde çalıştığı bir hakikat söz konusu. Özellikle mevsimlik ve göçmen tarım işçileri son derece kötü koşullarda yaşamak ve çalışmak zorundalar. Çalışmak için yaşadıkları yerlerden ayrılırken bu süreç başlıyor. Güvenliği olmayan araçlarla yollarda kaza geçirip ölüyorlar. Gittikleri pek çok yerde çadır kenti andıran yerlerde barınmak zorundalar. Beslenme ve hijyen gibi insani ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyorlar. Bazı bölgelerde çadır kurdukları yerlerde sel riski yaşıyorlar. Kasım ayı içinde Adana’dan Mersin’e orman işçiliği yapmak için giden 49 yaşındaki Gülcan Eroğlu, sel baskınına çadırda yakalandı ve kaçamadığı için iş cinayetine kurban gitti. Her yıl mevsimlik işçilerin kaldıkları yerden araziye giderken yaşadıkları iş cinayetlerine tanık oluyoruz. Ayrıca bu işçiler çalışırken çeşitli iş kazalarına maruz kalıyor, meslek hastalıkları da son derece yaygın. Pek tabi ücretler düşük. Tarım en ağır işlerden biri olmasına rağmen ne işçiye yeterli değer ve özen gösterilir ne de haysiyete yaraşır bir şekilde davranılır.
Bu tablonun bir sebebi Türkiye’de kapitalizmin güncel yönelimi ise, bir diğer sebebi de tarım emekçilerinin örgütsüzlüğüdür. Tarım alanında gerek çiftçilerin gerekse de tarım işçilerinin haklarını, hukuklarını ifade edecek, mücadeleci, tabandan örgütlenen bir pratiğin olmaması, bu alanda sendika kurmamızın temel gerekçesi olarak ifade edilebilir. Tarımdaki genel eğilim, yani piyasalaşma, şirketleşme, kuralsız ve güvencesiz çalışma koşulları, genel olarak işçileşme sürecine işaret etmektedir. Bu da farklı emek kesimlerinin ortak mücadele imkân ve ihtiyacını açığa çıkarmaktadır.
Biz farklı ürünleri üreten küçük üreticilerin, mevsimlik ve göçmen tarım işçilerinin, yarıcıların, gündelikçilerin ortak kaderini ve kardeşliğini inşa edecek bir sınıf mücadelesinin parçası olarak görüyoruz sendikal örgütlenmemizi. Bu kesimleri bölüp parçalayan, birbirine düşman eden engelleri aşacak, ortak mücadele etrafında bir araya gelecek bir kardeşleşme inşa etmek en temel hedefimiz. Benzer sömürü koşullarında çalışıyoruz. Patronlar, şirketler tarafından sömürülüyoruz. Bu sömürü düzenine ancak birlikte mücadele edersek son verebiliriz.
YD: Kırlık alanlarda tarımsal üretimin azaldığına dair veriler var. Bu veriler somut gerçeklik içerisinde neye tekabül ediyor?
TARIM-SEN: Küçük üretici sayısında ciddi bir azalmadan bahsetmemiz mümkün. 2000’lerin başından itibaren uygulanan politikalar, küçük üreticilerin üretimden vazgeçmesine, kentlerde ucuz işgücü olarak yaşamlarını sürdürmesine vesile oldu. Buna paralel olarak ise, şirketlerin etkinliği arttı, beraberinde tarım işçililiğinin daha yaygın bir emek biçimi olarak tarım alanında yer alması söz konusu. Üretime dair verilere baktığımızda, bazı ürünler için miktarların arttığı bile söylenebilir; ancak bunu kimlerin hangi koşullarda, ne tür emek biçimleriyle ürettiği bizim esas olarak bakmamız gereken gerçeklik. Bu üretim daha fazla kâr, daha fazla sömürü, daha fazla güvencesizlik üzerinden sürdürülmektedir.
Hangi tarım havzasına gitsek bir OSB, maden, enerji santrali, turizm yatırımı veya inşaat gerçekliğiyle karşılaşıyoruz. Türkiye kapitalizminin güncel yönelimi ve ihtiyaçları bu projelerin tarımsal havzalarda, ormanlarda, meralarda, yaylalarda hayata geçirilmesini buyuruyor. Buna bağlı olarak küçük üreticilerin tarımdan kopması da söz konusu olabiliyor.
YD: Tarımsal girdi fiyatlarında büyük miktarda artış var ve bu artış küçük üreticiyi nasıl etkiliyor?
TARIM-SEN: Endüstriyel girdilere dayanan tarımda en temel kalemler mazot ve girdilerdir. Küçük üreticilerin büyük kısmı yıllardır borçlanarak üretim döngüsü içine giriyorlar. Borcu borçla döndürmek temel bir gerçeklik olmuş durumda. Girdi fiyatlarındaki son dönem artışları, pek çok üreticiyi tarımsal faaliyeti sürdürmeyi gözden geçirmeye itiyor. Bir tabir kullanmamız gerekirse, bıçak kemiğe dayanmış durumda. Devletin sözde taban fiyatı belirlediği ürünlerde dahi bu geçerli. Ancak bir yandan tarımsal üretim yoğun bir şekilde devam ediyor. Çünkü bundan fazlasıyla kâr eden şirketler var. Ayrıca üreticinin başkaca yapabileceği bir şey yok. Ya üretecek döngüsünü devam ettirecek ya da gidip bir yerde ücretli işçiliğe başlayacak. Mevcut durumu döndürme mekanizmaları tıkanma noktasına geldi. Borcu borçla kapatmak için eş-dost-akraba kredileri de bir limite ulaştı. Eldeki ev, araba, arsa gibi imkânları satarak da bir çıkışın sağlanamayacağı noktadayız.
Bunun üreticileri de aşan başka boyutları da söz konusu. En başta bunun temel yansımasını gıda fiyatlarındaki artışta da görüyoruz. Küçük üretici üzerindeki fiyat baskısını gerektiğinde ihtiyaç duyduğu işçiye, yarıcıya yansıtıyor. Burada elbette kazanan büyük şirketler, artık alanda tekel haline gelmiş süpermarketler, tohum şirketleri, girdi şirketleri. Bir sarmal olarak düşünmek mümkün. Üsttekiler daha çok kazanırken alttakiler daha çok kaybediyor.
Tarımsal girdi meselesine ayrıca bir kader olarak bakmamak gerekir. Tarımda kapitalizmin gelişmesiyle birlikte şirketlerin hâkim olmasıyla tohum, gübre, ilaç gibi girdilerin piyasalaştığına tanık olduk. Bunlar piyasalaştıkça şirketler daha da güçlendi ve bunlar olmadan tarım mümkün değil gibi bir algı yaratıldı çiftçiler üzerinde. Halbuki bunlar olmadan tarım yapılıyordu, hatta çok daha sağlıklı gıda üretiliyordu. Güya kitlesel ihtiyaçlara tekabül etmek için girdi bağımlısı bir tarım sistemi inşa edildi. Bu sistemi inşa eden patronlar kârına kâr katarken her yıl binlerce küçük çiftçinin iflas etmesine, tarım işçilerinin kullanılan girdilerden dolayı zehirlenmesine; buralarda üretilen gıdanın da bu gıdayı tüketen milyonlarca insanda hastalık yaratmasına sebep oluyorlar.
YD: TARIM-SEN bundan sonraki politikalarında nasıl bir yol izleyecek? Faaliyetlerini hangi alanlarda yoğunlaştıracak?
TARIM-SEN: Sendikamızın kısa ve orta vadeli hedefi ülke çapında bir iletişim ve dayanışma ağı örgütlemek. Tarım emekçilerinin mevcut gerçekliğini de göz önüne alarak, bunu dört ana dinamikte ifade edebiliriz.
Birincisi, küçük üreticilerin birbirinden haberdar olduğu, sorunlarını tartıştığı ve birlikte hareket edebildikleri mücadele ağlarını oluşturmak. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde ilişkide olduğumuz küçük üreticilerin hem kendi bulundukları yerlerde veya ürettikleri ürünlere dair yaşadıkları ortak sorunlarda birlikte hareket edebilecekleri düzlemleri inşa etmek; bir sorun olduğunda dayanışma ilişkileri yoluyla müdahale edebilecek kapasiteye ulaşmak. Bunun için iller ve ilçeler bazında bir ağ kurma çabası içindeyiz.
İkincisi, iş kolumuz içinde yer alan, sigortalı çalışan işçilerin örgütlenmesi. Sendikamızın da içinde yer aldığı 1 Nolu Avcılık, Balıkçılık, Tarım ve Ormancılık iş kolunda kayıtlı yaklaşık 180 bin işçi var. Bu sayı mevsimlere göre değişiklik gösterebiliyor. Bu kesimlerin örgütlülük oranları çok düşük. Bir kısmının tarımla bir ilişkisi yok zaten veya devlet memuru gibi çalışmaktalar. Ancak iş koluna baktığımızda, taşeron çalışma, seracılık faaliyetleri, orman kesimi, balıkçılık şirketlerinde çalışanlar gibi çok çeşitli alanlarda, farklı tipte sorunlar yaşayan işçilerin olduğu görülüyor. Önümüzdeki dönemde Tarımsal Organize İhtisas Sanayi Bölgeleri’nin gelişeceği göz önüne alındığında, bu iş kolunda bağlı işçi sayısında artış da olacaktır. İş kolu bazında sorun yaşayan, hakları gasp edilen, kendini yalnız hisseden işçilerin bir araya gelecekleri zeminleri inşa edeceğiz.
Üçüncüsü, sigortasız, güvencesiz çalışan mevsimlik işçilerin, göçmen işçilerin, gündelikçilerin, yevmiyecilerin mücadele edebilecekleri imkânları açığa çıkarmak, bu kesimlerin birliklerini inşa etmek. Kendi arazisi olmayan, tarım işçiliği dışında başka bir geçim imkânı olmayan, aileleriyle göç eden ve çalışan, savaştan veya köy boşaltmalarından dolayı göçmek zorunda kalmış milyonlarca işçiden bahsediyoruz. Bu işçiler Türkiye kapitalizminin en vahşi sömürü koşullarında çalışan, örgütlülüğünün neredeyse hiç olmadığı, ciddi feodal bağlara ve baskı biçimlerine de sahip kişileri kapsıyor. Kadın ve çocuk işçilik çok yaygın ve elbette kadınların ve çocukların erkeklere nazaran söz hakları, maddi imkânları daha kısıtlı. Korkunç bir tablo. Bu kesimlerin örgütsüzlüğü tarımdaki emek rejiminin mevcut kurumsallaşmasının da temelini oluşturuyor. En alttaki kesimler ve emek rejiminin normu buradan belirleniyor. Bu döngüyü, kaderi, kırmak gerekiyor, bir şekilde kırmak. Bunu kıracak yolları bilmiyoruz. Bunu da ancak bu kesimlerin hayatlarına girerek, bir hemhallik kurarak olabileceğini düşünüyoruz. Bunu kıracak yolları öğrenmeye, aramaya adayız.
Dördüncüsü, arazisine, köyüne, yaşam alanına maden, enerji, yol, turizm, OSB vb. projelerle dikilen şirketler karşısında köylülerin mücadelelerini desteklemek, örgütlemek. Son 20 yılda yaşanan pek çok yıkım ve direniş süreci var. Bu süreçlerin bir kısmını yakından takip etmiş veya bizzat içinde yer almış kişilerin olduğu bir iletişim ağımız var. Mevcut mücadele deneyiminin eksiklikleri, sınırları ve neler yapılabileceği üzerine düşünüyoruz. Türkiye’de ekoloji hareketi esasında bu kesimlerin tarım emekçisi olma gerçekliğini son derece zayıf bir şekilde dile getirdi. TARIM-SEN bu açıdan yaşam alanlarını, geçim araçlarını savunma mücadelesiyle emeği savunma mücadelesinin kesişim alanında yer alan bir örgütlenme pratiği olabilir. Bunu hayata geçirmek için çabalayacağız.
Bu dört ana eksene paralel olarak, meslek hastalıkları, iş cinayetleri, iş kazaları, hak gaspları gibi emekçilerin yaşadıkları sorunları üstlenme, çözmek için yollar arama, kamuoyu oluşturma gibi süreçler de sendikamızın asli gündemini ve çalışma alanını oluşturuyor. Türkiye’nin neresinde tarım işçileri, küçük üreticiler bir sorun yaşıyorsa, TARIM-SEN bu sorunu yaşayan emekçilerin hukuki süreçlerini üstlenme ve fiili meşru mücadelelerini inşa etmek için var. İşçi sınıfının mücadele geleneğinden bildiğimiz üzere, emekçilerin bir araya gelerek oluşturdukları birlikleri mücadelenin asli unsurudur. TARIM-SEN, bu birliği inşa etmeyi ana yoğunlaşması olarak önüne koyuyor.
YD: Bize zaman ayırarak bu söyleyişi gerçekleştirdiğiniz için teşekkür ederiz. Mücadelenizde başarılar diliyor ve dayanışma ağının kuvvetleneceğini umuyoruz.