[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Türk hâkim sınıfları, şovenizmi canlı tutmaya dayalı yüzyıllık bir tarihsel sürekliliğe sahiptir. Düzenli ve sistematik şekilde halk yığınlarını şoven kampanyalarla kuşatmayı, bu yolla etkili şekilde yönetmeyi faşist sisteminin temel öğesi haline getirmiştir. Tarihsel olarak şovenizm esasta Kürt, Rum, Ermeni ve Arap düşmanlığında somutlaşmıştı ki Kemalist faşist diktatörlük harcını aynı zamanda bu ulusların ve azınlıkların kanı ile karmıştır. İnkâr, zorla asimilasyon politikası yanında katliam da dahil her türlü baskıyı uygulamıştır, uygulamaya devam etmektedir. Bu ulus ve azınlıklara düşmanlık her zaman devlet zorbalığına rıza göstermenin, ona boyun eğmenin, dolayısıyla şovenizmin beslendiği kaynak olmuştur. Bu düşmanlık iç ve dış politikada yönelime bağlı olarak sıklıkla kullanılmaktadır.
Son süreçte Doğu Akdeniz’de keşfedilen zengin doğal gaz kaynaklarının paylaşımı ve NATO’nun (doğal olarak ABD’nin) Güneydoğu hattı politikaları için rol alma noktasında Türk hâkim sınıfları ile Yunan hâkim sınıfları karşı karşıya gelmiş durumdalar. Bu gerici sınıfların devletleri “kendi hakları” için ciddi bir mücadele içinde olduklarını halklarına coşkun bir biçimde propaganda etmekteler. TC ile Yunanistan devletleri canlı tutulan ve yer yer tırmandırılan bir gerginlik iklimini iki halk üzerinde egemen kılmaktadır. Kuşkusuz bu gerginliğin bilindik argümanları 12 mil deniz sınırı, 12 adalar, hava sahası ihlalleri ve savaş uçaklarının “it dalaşı”, Doğu Akdeniz’de sondaj faaliyetleri, Kıbrıs, Batı Trakya Türkleri vs. olmaktadır. Bu meseleler hem Türk hem de Yunan hâkim sınıflarının gerektiğinde kullandıkları gündemlerdir. Son yıllara özgü biraz daha öne çıkan anlaşmazlık kaynağı bu argümanlardan çok ABD’nin bölge hakkındaki misyonları için en uyumlu ve en işlevli güç olmak iddiasıdır. İki uşak devlet de bu eksende rol kapmakta yoğun bir mücadele vermektedir. Gerilimin kaynağı nihayetinde budur. Halkların bu gerilim içinde aktifleşmesinin koşulu hiç kuşkusuz bu uyum ve işlev gösterisi değil şoven duygular olacaktı. Yaratılan gerilime halkın vereceği anlam da şovenizmle harmanlı “milliyetçilik” olmalıydı. Yunanistan’ın, AKP-MHP faşist blokunun dış politikada neden olduğu boşluklardan ve çatlaklardan faydalanarak ABD ve NATO açısından daha işlevli konuma gelme çabası, adeta tüm Yunanistan’ı ABD-NATO askeri üssüne çeviren konumlanışlar TC’yi biraz daha saldırgan, biraz daha “meşru” hale getirmiştir.
Son bir aydır Yunan karşıtlığı bir kampanya biçiminde örgütlenmektedir. Tayyip Erdoğan, üzerinde yerleşim olmayan kayalık adalarda silahlanmaya sessiz kalmayacaklarını askeri müdahale nakaratı haline gelen “Bir gece ansızın geliriz.” diyerek ifade etmiştir. Öncesinde “NATO görevinde olan F-16’lara S-300 füzelerinden atılan radar kiliti” iddiası, sonrasında TC bandrollü Ro-Ro gemisine Yunan tacizi kamuoyuna köpürtülerek sunuldu. Yunan düşmanlığı üzerinden oluşan şovenizm köpüğüne eklenen son olay ise 9 Eylül kutlamaları olmuştur. Tarkan konseriyle gerçekleştirilen kitlesel kutlamada İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in “Osmanlı Sarayına” yönelik “Nutuk alıntılı” konuşması, AKP ve MHP’nin bu konuşmaya tepkisi ve gerici basının da bu gelişmeyi ana gündem halinde vermesi aslında Türkiye’ye özgü “ulusal düşmanlık üreterek iç politikada mevzi kazanmanın ya da kazanma çabasının” yeniden, bir kez daha sahnelenmesiydi.
Faşist klikler arası mücadele bu vesileyle sertleştirilip kitlelerin bunların arkasında saflaşması sağlanırken aynı zamanda “Yunan işgaline ses çıkartılmadı, Yunanseverlik yapılırken Osmanlı düşmanlığı-ecdat düşmanlığı yapıldı.” denerek iki ulus arasındaki “tarihsel husumet” yenilenmiş oldu. CHP ile mücadele bu şekilde hızla Yunan düşmanlığına dönüşen bir şoven kampanyaya çevrildi. Kimin daha fazla Yunan düşmanı ve daha güçlü Türk şovenisti olduğu yarışı başladı. Kuşkusuz Tunç Soyer’in yaptığı konuşmanın içeriği yaklaşık 100 yıldır egemenlerin kullandığı argümanlar olmasından dolayı “yeni” hiçbir şey içermiyordu. Ancak egemen kliklerin mücadelesinin keskinliği, oluşan seçim iklimi, “Yunandan kurtuluş kutlamasının” bir seçim mitingi havasına bürünmesi ve Yunanistan ile halihazırda tırmandırılan gerginlik bulunmaz bir şovenizm kampanyası için zemin olmuştur.
AKP-MHP blokunun Yunanistan’a yönelik askeri saldırganlık tehditlerinin içi boş bir şovenizmden ibaret olduğu, aralarındaki mücadelenin “ABD’ye en iyi uşaklık” mücadelesi olduğu açıktır. Zira ABD ve NATO şemsiyesi altında bu iki devletin gerçek bir savaşa sürüklenmeleri bugünün şartlarında olası değildir. Bütün askeri alt yapıları ve silahları ABD ve NATO kontrolünde olan bu uşak devletlerin en fazla halkları düşmanlaştırma ve ihtiyaç duydukları şovenizmi köpürtmek için “kardak kayalıkları” düzeyinde bir gerginlik çıkarma sınırlılıkları (çok zorlamaları halinde yalnızca ABD-NATO izni ile mümkün) olduğu bilinmektedir.
TC’nin “Kardak Kayalıkları Krizi” düzeyinde bir gerginlik çıkarmayı zorladığı anlaşılmaktadır. Bu zorlamaya ABD-NATO’dan izin çıkması ise kuşkusuz uluslararası ve bölgesel bazı gereksinimleri karşılaması ile ilgilidir. Yunan egemenlerinin buradan ne kazanacağı-kaybedeceği, Türk egemenlerinin ne kazanacağı-kaybedeceğinden öte ABD ve NATO’nun Doğu Akdeniz, Balkanlar siyasetinin her durumda zarar görmemesi belirleyicidir. Emperyalizm kendine daha güçlü bağlılık, halkların şovenizmle beslenerek düşmanlaştırılmaları, Türk ve Yunan egemenlerinin NATO çıkarlarına daha güçlü hizmet eder hale gelmesi durumunda kontrollü ve sabun köpüğü niteliğindeki gerginliklere izin vereceği, hatta bizzat bu türden sinir uçlarını kaşıyacağı bilinmektedir.
Ekonomik kriz koşullarında AKP-MHP blokunun yönetmekte ciddi derecede zorlandığı ve bu zorluğun giderek arttığı görülmektedir. Kendileri güç kaybederken diğer faşist blokun (Millet İttifakı) güç kazandığı şartlarda politik dengelerin değişmesi tehlikesine karşı “manipülatif ve kontrollü krize” ihtiyaç duymalarının nedeni bu olmalıdır. İktidar bloku gündemi istediği biçimde yönlendirmek, kitleleri şovenizmle etki altında tutup yönetmeye devam etmek istemektedir. Böylece onları esaslı sorunlardan, özellikle ekonomik sıkıntılara karşı harekete geçme eğiliminden de uzaklaştırmış olacaktır. Bunu yaparken arka planda emperyalistlerin desteğini, yardımını almak için de yoğun bir mesai harcamaktalar. Gündemi domine etmesi mümkün şoven yöneliminin arkasında bu gerçekler bulunmaktadır. Şu anda yapılan budur. Yunanistan’la rol kapma mücadelesi kıyasıya sürerken, bunu seçime tahvil eden, klikler arası mücadelede kullanan yaklaşımıyla egemen blok adeta çürümüş sistemin malum sonlarından birini sahnelemektedir.
AKP-MHP bloku seçim süreci boyunca sadece dış politika meselelerini değil, kültüre-inanca dayalı ayrımları da elindeki tüm olanakları kullanarak iç siyasette işlevli hale getirecektir. Polis, yargı, medya gücünü bu eksende seferber etmekten dün gibi bugün de geri durmamakta ve önümüzdeki aylara bu devam edecektir. Geniş kitleler alım gücünü günbegün eriten ve onları yoksullaştıran krizin içindedir. Bu kriz kitlelerin öfkesini artırırken, politik dengeleri de belirgin şekilde etkilemektedir. Bu, AKP-MHP blokunu siyasal açıdan daha saldırgan bir güç olmaya yönlendirmektedir. Halkın ve özellikle tüm devrimci-demokratik güçlerin farklı birçok cephede aynı saldırgan çizgiyle karşılaşmaları tesadüf değildir; hayatın olağan akışının bir tezahürüdür.
Seçim havası oluşturulmuştur. Bu iklimde egemen sınıfların tüm klikleri kitleleri kandırma ve kendine yedeklemenin hesabı içindedir. Bu bağlamda her mesele seçim için araçlaştırılmaktadır. AKP-MHP egemen bloku devrimci-demokrat güçlere, işçi ve emekçilere, Kürt halkına yönelik olabildiğince saldırgandır. İmkân ve fırsat yakaladıkça diğer faşist klikleri de sindirmeye çalışmaktadır. Özetle ekonomik ve siyasi krizin şiddeti devlet mekanizmasındaki çürümenin ve yozlaşmanın faş edilen yanlarıyla boyutu kitlelerin eğilimlerini ve havasını etkileyen özelliklere sahiptir.
Millet İttifakı bu durum karşısında umudunu “kitlelerle” açıklamaktan hiç imtina etmemekte, kendini bu derin derya ile açıklamakta cüretkâr davranmaktadır. Kaderini bu güce bağladığı izlenimi vermektedir!
Halk güçleri içinde olup parlamentarizme demirlenmiş güçler de yeni ittifaklar kurarak (Sosyalist Güç Birliği ve Emek-Demokrasi İttifakı) seçim düzleminde “kitlelerin öfkesine” umut bağlamış durumdalar. Ancak kitlelerin yönlendirildiği ve odaklanılmış politik eksen “saray rejiminin”, “faşist şeflik sisteminin”, “tek adamcılığın”, “otoriterliğin” ne olursa olsun son bulmasıdır. Bu anlamda kitlelere duyulan umudun anlamı onların kendileri için bir kaldıraç, bir dolgu malzemesi olmasıdır. Kitleler için bir kurtuluş, gerçek bir rahatlama ve bir gelecek söz konusu değildir. Millet İttifakı, kitlelerin hak ve özgürlük için mücadelesinin -yaşadığı yoğun çelişkilere, yokluk ve yoksunluğa rağmen- düşük seviyede oluşunu da hesaba katarak koşulların seçimle değişeceği vaadini dillendirmektedir. Bu kitleleri kandırma ve sisteme yedekleme çabasıdır. Bu çabada başarılı olmak onun için ”yeni” ama kitleler için sonuçta “aynı” iktidar gücü olmaktır.
Parlamentarist “sol” güçler ise kitlelerin hareketinin ve mücadele düzeyinin düşüklüğünü, salt Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP karşıtlığına odaklanmış ileri kitlenin tek yanlılığını politik bir kaldıraca dönüştürmek istemekte, hep cılız kalmış umudunu buraya bağlamaktadır. “Halkın mücadelesini her alanda yükseltmek” gibi albenili sloganlar eşliğinde seçim tabelasına endeksli birlikler, platformlar ve ittifaklar örgütlenmektedir. Faşizmin değil “faşist şefin”, “tek adamın” bir biçimde gitmesi ve faşist klikler arası dengede “kilit rol” kazanma hevesi içindeler.
Kuşkusuz komünistlerin de kitlelere karşı bir tutumu ve umudu vardır. Tüm bunlar bahsettiklerimizin tam tersidir. Seçim çalışmaları kitlelerin politik bilincini yükseltmeye, mücadeleye daha fazla katmaya, örgütlemeye, faşist diktatörlüğe karşı harekete geçirmeye odaklı yoğunlaşmış politik çalışmadır. Kitlelerin çelişkilerini, öfkesini doğru kavrayan ve onların kurtuluşunu açık ve net ifade eden bir çizgidir. Komünistler, “anayasalcı, iyileştirmeci, barışçıl, uzlaşmacı” ve sandıkta çözüm bekleyen boş beklentiler içine sokmayan, Yeni Demokratik Devrimle ancak gerçek ve tam kurtuluşun olacağı amacına kilitlenen bir yaklaşımı örgütler. Komünistler bu açıdan tüm umudunu kitlelerin öfkesine, bu öfkenin dizginlenmeden dışa vurmasına bağlar. Boyun eğmeyen, korkmayan, haklı ve meşru olan, geleceği temsil eden ve kazanmaya yazgılı, politik bilinçle politik iktidarı kazanmak isteyen, faşist diktatörlüğe düşmanca yönelen militan kitle hareketine umudunu bağlar ve onu örgütlemeye odaklanır. Gerçekliği, verili durumu, vasatı, geriliği ve yetmezliği bu bilinçle aşmaya, doğru kitle çizgisini hayata geçirerek aşmaya odaklanır.