[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Faşist TC devletinin Suriye Kürdistanı’na dönük saldırılarına bir yenisi daha eklendi. S. Kürdistanı’ndan başlayan İran Kürdistanı sınırlarına kadar uzanan 700 kilometrelik bir alanda hava saldırısı gerçekleştirildi. Kobanê’nin merkezi, kentin güneydoğusundaki Miştenur Tepesi, Kobanê ormanlığı, Tel Ebyad kırsalında Gazali köyü, Dicle kenarındaki Derik (Malikiye) yakınında Dakel Bakel Elektrik Santrali ve Karaçok Dağı, Dirbesiye’ye bağlı Dahr el Arab Silosu, Ayn İsa’da Hafiyyat el Salem Siloları, Haseke’nin kuzey kırsalında Zirgan’a (Ebu Ressin) bağlı Tel Harmel köyü; Fırat’ın batısında Halep’in kuzeyinde Tel Rıfat, Deyr Cemal, Menağ (Minnig) Askeri Üssü, Ayn Dakne, Maranaz, Malikiye, Şeyh İsa, Beluniye, Soğana köyleri ve Efrin yakınlarındaki Şavarga bombalandı. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Asayiş’in 13 kişi, rejim askerlerinden 12 kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Yine HRE’nin (Efrin Kurtuluş Güçleri) açıklamasında 5 savaşçılarının şehit düştüğü açıklandı. Silahsız halktan 13 kişinin de bu saldırıda katledildiği DSG tarafından duyuruldu. Bombardımanda askeri üslerin yanı sıra hastane, buğday siloları vb. altyapı alanları ve unsurları da hedeflendi. Kazanımların ortaya çıktığı ilk günlerden itibaren TC, bu bölgedeki gelişmeleri kendisi için “beka” seviyesinde ele aldı, alıyor. S. Kürdistanı’da açığa çıkan fiili demokratik yönetim, DAİŞ’in yenilgiye uğratılması ve kazanımların akabinde TC, işgal saldırılarına başlamıştı. Cerablus, Ezaz, Bab, Efrîn, Serêkanıyê ve Gire Spî bu işgal saldırıları sonucunda TC ve desteklediği çetelerin denetimi altına geçerken S. Kürdistanı’na tehditler de devam ettirildi. AKP-MHP faşist bloku, ekonomik ve siyasal krizin derinleşmesine karşı işgal saldırılarını “can simidi” olarak kullandı, kullanıyor. “Milli güvenlik” söylemleriyle kitleler bu işgal saldırılarına “şovenizm” kampanyaları eşliğinde taraf edilirken, açlık ve sefalet düzeninin yarattığı sorunların geri plana atılmasının hesapları yapılmıştır. “Bir gece ansızın geliriz” tehdidiyle, şoven söylemlerle kitleler sürekli bir biçimde konsolide edildi.
İSTİKLAL PATLAMASI VE SALDIRININ HAZIRLIKLARI
TC, emperyalistlerle kurduğu uşaklık ilişkisinin bir gereği olarak uzunca süredir, S. Kürdistanı’na dönük işgal saldırısına yeşil ışık arayışındaydı. Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı düzlemdeki çelişkilerden faydalanarak işgale destek arayan TC’nin bu çabaları uzunca süre karşılıksız kalmıştı. Mersin’de gerçekleşen eylem sonrası S. Soylu yaptığı açıklama ile S. Kürdistanı’nı hedef göstermiş ve bölgeye operasyon tehdidinde bulunmuştu. HPG’nin açıklamasıyla TC’nin hesapları boşa düşerken Taksim’de patlayan bomba ile bir kez daha işgal söylemleri gündeme getirildi. Taksim’de 13 Kasım’da gerçekleşen patlamada halktan 6 kişi katledilmiş onlarca kişi de yaralanmıştı. Bombayı “uyuşturucu” niyetine bıraktığını söyleyen kadının gerçek kimliği dahi belirsizliğini korurken Cerablus’ta devşirildiği, Menbic’de eğitildiği, Efrin/İdlib üzerinden Türkiye’ye geçirildiği, eylemin emrinin Kobanê’den geldiği, planlama ve koordinesinin Qamışlo’dan yapıldığını içeren ve saldırıyı PYD’ye mal eden, inandırıcılığı son derecede zayıf açıklamalar yapıldı. “Siyasetçisinden” “akademisyenine” ve “gazetecisine” AKP-MHP faşist blokunun kalemşorları aynı akşam televizyon programlarında boy gösteriyor, ellerindeki çubuklarla S. Kürdistanı haritasında işgalin nasıl olabileceğini tartışıyorlardı. Öyle ki TİP, TKP ve EMEP gibi kendini “sosyalist” olarak tanımlayan yapılar dahi ucunu PKK’ye dayandırdıkları “kınama” açıklamaları yaptılar.
FAŞİST KLİKLER KÜRT DÜŞMANLIĞINDA ORTAKLAŞIYOR
PYD ve PKK yaptıkları açıklamalarla iddiaları yalanlarken, KCK saldırının bir komplo olduğunu ve buna karşı uyanık olunması gerektiğinin altını çizdi. 20 Kasım’da yapılan operasyon amaç bağlamında İstiklal patlamasındaki soru işaretlerini giderirken bu planlı durumun egemen klikler arası mücadelenin bir parçası olarak da değerlendirilmelidir. Patlamaya dair faşist Millet İttifakı’ndan gelen cılız itirazlar S. Kürdistanı’na yapılan operasyonla sona erdi. Millet İttifakı bileşenleri “milli güvenlik” ve “beka” konusunda ortak bir koro ile desteklerini açıkladılar. Operasyona destek açıklamasıyla bir kez daha “Kürt anasını görmesin” anlayışına sadık olduklarını göstermiş oldular. Saldırganın ÖSO ve MHP bağlantılarına ve birbiriyle tutarsız açıklamalara rağmen G20 zirvesi öncesi koşullar olası işgal saldırısı için elverişli hale getirilmiş, uluslararası destek ve motivasyon TC nezdinde yakalanmıştı. Uzunca bir süredir emperyalist efendilerden koparılamayan iznin hava sahasının açılmasıyla koparılmış olduğunu görüyoruz. Nitekim patlamanın etkisiyle G20’de Erdoğan’ın yoğun ve “verimli” bir diplomatik mesai yaptığını görmüş olduk. Emperyalistlerin “şimdilik” kara harekâtına izin vermediğini, harekâtın “hava” ile sınırlı kalmasından anlasak da ilerleyen süreçte ne olacağı şimdilik belirsizliğini koruyor. S. Kürdistanı’na dönük operasyonun hemen ertesi günü İran devleti de Hewler ve Süleymaniye’de bulunan PDK-İ ve KOMELE üslerini vurdu. İran Kürdistanı’nda yoğunlaşan ve gelişen raperîn* hem TC hem de İran devleti için tehdit. Nitekim kısa zaman önce iki devletin içişleri bakanlarının yaptıkları görüşmede iki devletin bölgesel olarak zıt pozisyonlarına rağmen Kürt düşmanlığında ortak bir saldırı konseptine sahip olduğunu gösteriyor. Gelişebilecek ulusal kazanımların domino etkisini iyi bilen Türk ve İran egemen sınıfları bu noktada gemi azıya almaktan geri durmayacaktır.
ASLOLAN DİRENİŞTİR
Bu sürecin belirleyici olan unsuru şüphesiz genişçe bir coğrafyada TC’nin yoğun saldırılarına maruz kalan Kürt ulusal mücadelesinin tutumudur. Kürt ulusal mücadelesinin uzunca bir dönemdir sürdürülen topyekûn imha politikasına karşı geliştirdiği ve yüksekte tuttuğu direnme tavrı S. Kürdistanı özgülünde de geçerlidir. Kuşkusuz Zap’ı, Avaşin’i aşılmaz kılan bu iradedir. Mazlum Ebdî’nin “Bu saldırılara hazırlıklıydık, irademizi kıramazlar” sözleri direnme tutumunu içeriyor. Türk hâkim sınıfları, onun dümenindeki AKP-MHP faşist bloku Kürt ulusal mücadelesi ve Kürt kazanımlarının düşmanı olduğu kadar aynı zamanda Kürt-Türk ulusu ve azınlık milliyetlerden emekçi halkın da düşmanıdır. Kendi çıkarları uğruna işgallere girişip, Kürt ulusu üzerinde milli bir zulüm uygularken aynı zamanda emekçileri açlığın, yoksulluğun girdabına atmaktan, hak arama mücadelelerini bastırmaktan, kazanılmış hakları gasp etmekten geri durmamaktadır. Türk hâkim sınıflarının şovenizme dayalı bu saldırganlığını tersine çevirecek yegâne yol mücadelenin bu bütünlükle ele alınmasıdır.
*halk ayaklanması