Teknolojinin gelişmesiyle birlikte yakın tarihte yaşamımıza giren sosyal medya, sonsuz bir bilgi denizi olmakla birlikte, bilginin güvenilirliği, manipülasyon ve güvenlik açısından birçok riski barındırıyor. Yazılı basının artık daha fazla sosyal medyada yer almasıyla; hız kazanma ve kitlelere daha kolay ulaşım anlamında faydaları olduğu söylenebilir. Fakat bu faydaların yanı sıra sosyal medya, sistemin ve devletin kontrolüne açık bir alan olması nedeniyle, istihbarat servislerinin en önemli bilgi kaynağı haline geliyor, ciddi güvenlik sorunlarına yol açıyor. Öyleki geçtiğimiz günlerde bir açıklama yapan Ulaştırma ve Haberleşme Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Galip Zerey, “İnternet erişim noktalarının ikisi İstanbul’da, biri de Ankara’da planlandı. Türkiye’deki insanlarımızın bilgileri, yurt dışına gidip gelmek zorunda kalmayacak” dedi. Bu açıklama devletlerin, sosyal medya kullanıcılarının bilgilerine eriştiğinin kanıtı niteliğindedir.
Her faaliyet biçimi, A/P aracı risk içerebileceği gibi sosyal medyanın da risk barındırması, bu A/P aracını kullanmayacağımız anlamına gelmez. Bu noktada önemli olan, kullanış amacımızın ne olduğu ve nasıl kullanıldığıdır. En başta bu alanın devlet ve şirketler aracılığıyla sistemin kontrolü altında olduğunu unutmamak gerekir.
Artık Türkiye Devrimci Hareketi’nde yazılı basından daha çok yerine bir alternatif olarak tartışılan sosyal medya, sistemin hedefine girmekten kurtulamamıştır. Gün aşırı devrimci, muhalif basının sitelerine mahkeme kararıyla erişim engeli getiriliyor, sosyal medya hesapları kapatılıyor. Devletin yandaş sanatçıları “özgürüz” naraları eşliğinde sosyal medya ağlarını kapatmaktan söz ederken, devlet de sosyal medya ağlarını daha fazla gözetim altına almaya çalışıyor.
Sistemin kontrolüne açık bir alan olan sosyal medyada, kişisel paylaşımları nedeniyle binlerce insan gözaltına alınmış, yüzlercesi tutuklanmıştır. Özellikle Efrin işgali sonrası devrimci, demokrat ve muhaliflere yönelik “sosyal medya operasyonu” başlatan devlet, içerisinde “Efrin”, “barış” gibi kelimeler geçen paylaşımlar nedeniyle 845 kişiyi gözaltına almıştır. Mücadelenin birçok alanı kitlelere A/P yapabilmek için uygunken, sosyal medyayı farklı bir biçimde kullanılabilmenin olanakları varken bugünkü koşullarda sosyal medyada yapılan bir paylaşım nedeniyle tutsak düşmek pek de ‘tercih edilecek’ bir durum değildir.
Sistemin kontrolüne açık olan ve aynı zamanda sistem tarafından hedef haline getirilen sosyal medyanın oluşturduğu riskin bir yanını devletin sindirme politikası amacıyla yürüttüğü gözaltı ve tutuklama terörü oluştururken bir yanını da kişisel bilgilerin özel şirketlerce çalınması ve satılması oluşturuyor. Facebook gibi uygulamalara kaydolurken verdiğimiz kişisel bilgilerin güvende olmadığı sürekli dile getirilirken, facebook kullanıcılarının kişisel bilgilerinin çalındığı ve parayla satıldığı ortaya çıktı. Facebook tarafından yapılan açıklamada bir danışmanlık şirketi olan Cambridge Analytica’nın izinsiz bir şekilde 87 milyon kullanıcının kişisel verilerine ulaştığı belirtildi. 2014 yılında Cambridge Üniversitesi Profesörü Aleksandr Kogan tarafından ABD seçmeni hakkında ayrıntılı psikolojik profil çıkarmayı amaçlayan bir anket uygulaması olan Cambridge Analytica’nın, kişisel verileri ve oluşturduğu kişi profillerini, ABD yerel seçimlerinde belediyelere parayla sattığı belirtildi.
DEZENFORMASYONA AÇIK BİR ALAN OLARAK SOSYAL MEDYA
Sistem tarafından denetim altında tutulmaya çalışılan bu alan bilgiyi hızlı ve kolay ulaşılabilir hale getirdi. Ancak bu hızlı ve kolay ulaşım, bilginin güvenilirliği bakımından, sorgulamayı ve bilginin kaynağını belirsiz hale getiriyor. Devrimci, muhalif basının imkânlarının yetersizliğine karşın burjuva medyanın sınırsız imkânları, dezenformasyona, kitlelerin manipüle edilmesine hizmet ediyor. Ülkemizde de sosyal medya Gezi İsyanı sonrası toplumsal hareketlerde önemli roller üstlenen bir haberleşme aracına dönüşmüştür. Burada bu tarz vurgulanması gereken toplumsal hareketlenmelerde sosyal medyanın ve hareketin başat öğe olmaktan öte bir haberleşme aracı olarak kullanılmasıdır. Toplumsal hareketler, gerçek toplumsal güçlere dayanır, sosyal medyada yaratılan etki ancak bu gerçeklik üzerinde yükselir. Aksi bir yaklaşım toplumsal muhalefeti sanallaştırarak etkisizleştirdiği gibi ciddi şekilleniş ve güvenlik problemlerine de kapı aralamaktadır. Devrimciler, muhalifler sosyal medyayı A/P üzerine oturtmalı, gerçek ilişkilere dayalı toplumsal gücün yerine ikame etmeye çalışmamalıdırlar.
Devletin hedefi haline gelen sosyal medyanın sistemin kontrolü altında olduğu ‘bilinse’ de örgütsel denetlemeden uzak, bireysel “alanlar” haline geliyor. Örgütsel mekanizmadan, denetimden uzak bu alanda oluşturulan bireysel yaşamlar, yozlaşmaya ve dejenerasyona da zemin sunabiliyor. Sosyal medyada kurulan ikili ilişkiler, gerçek ilişkilerin yerini alıyor, gerçeklikten uzaklaşarak politik ilişkileri de sanal hale geliyor. Bunun yarattığı deformasyonun geniş anlamda muhalif güçlerde özelde örgütsel yapıların tabanında sistemin kültürel etkisi ve denetimini geliştiriyor. Sosyal medyanın rolü ve işlevinin her dönem çeşitli tartışmalara konu olması kaçınılmazdır. Bu konuda tümden “yasakçı” ya da “bireysel özgürlükçü” bir tutum benimsenemez. Toplumsal hareketler bakımından sosyal medyayı belirleyen asıl şey mücadelenin, direnişin, sokağın kendisidir. Kimi dönemler mücadeleye katkısı öne çıkarken kimi dönemler yozlaştırıcı etkisi öne çıkabilmektedir. Bu durum bize sosyal medya ve iletişim araçlarının her dönem farklı amaç ve biçimlerle kullanılması zorunluluğunu dayatır. Özellikle örgütlü, devrimci bir mücadelenin parçası olanlar bakımından sosyal medya, üzerinden atlanamayacak kadar önemli bir meseledir. Disiplin ve ilkelerin kolektif karşısında “bireysel gizlilik” içeren bu alanlarda bozuma uğratılması ve sıradanlaştırılarak sisteme açık hale getirilmesine izin verilmemelidir.