[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Ukrayna’nın işgal edilmesiyle girilen yeni sürecin kavranması büyük önemdedir. Çünkü bu işgal sistemin içinde debelendiği krizin üzerine bir örtü gibi serildi. Emperyalist devletlerin, çeşitli bölgelerde, ülkelerde egemenlik kurmuş, denetim sağlamış devletlerin “çatışması”na tanıklık ediyoruz. Bu öyle bir olaydır ki başlangıçta 3. Dünya Savaşı olasılığı konuşuldu ve uçurumun kıyısında bir insanlık resmiyle karşı karşıya olduğumuz hissi verildi. Ardından Rusya’ya karşı “insanlık için”, “bir halkın iradesi için” direnen bir lidere verilen desteğe tanıklık ettik. Kısa bir zaman sonra da nükleer silahların kullanılabileceğine dair açıklamalar duyduk. Bununla kalınmadı bir nükleer santralin yakınındaki patlamaların haberi yapıldı. İnsanlığa “büyük devletler”in olası korkunç çatışmalarından kaynaklanacak kıyametin tellallığı yapıldı. Halihazırda Putin’de somutlaştırılan bir despota karşı insanlıktan belirsizliklerle dolu bir geleceğin temsilcilerine sarılmaları istendi. Aslında istemek bile değil gerçekleşen, buna mecbur olunduğu bilinci verildi.
Bizim tavrımızın buna karşı bir bilinçle oluşması gerekmektedir. Bu bilincin kaynağı Marksizm-Leninizm-Maoizm olmalıdır. Bolşevik ilkelerin hatırlanması, incelemelerde ve değerlendirmelerde rehber alınması gerekiyor. Çünkü halkların üzerine boca edilen ideolojik, politik manipülasyonlardan onları kurtarmanın yolu budur.
Ukrayna’nın işgal edilmesini Rusya’nın “haklı” çıkarlarıyla ya da kaygılarıyla açıklamaya çalışanlar daha başlangıçta bu işgalin gerçekleştiği genel ortamın kavranmasına kapıları kapatmaktalar. Hiç kuşkusuz Rusya “Batı”ya karşı bir çok konuda haklı görülebilir. Eğer proletaryanın çıkarları açısından, halkların çıkarları açısından değil de “çatışan devletler”in ilişkileri içinden görürseniz “gerçekleri” birini diğerine karşı haklı görmek kaçınılmazdır. Ne var ki bu “dar” ilişki içinden bakmak halkların, proletaryanın çıkarlarını silikleştirir, hatta yok eder. Bizim bakış açımızın merkezinde proletarya olmalıdır; proletaryanın çıkarları açısından bakmalı ve bunun sonucunda halkların çıkarlarını kavrayan bir tutum geliştirmeliyiz.
Rusya haklı mıdır? Proletaryanın çıkarları açısından Rusya haklı görülebilir mi? Kesin biçimde görülemez. Rusya’yı ABD’ye, “Batı”ya karşı haklı görmek aslında bu “haklı”nın kim olduğunu ihmal etmekle malüldür. Sorun bu gerçeklikle incelendiğinde Rusya’nın gerekçesinin özü ortaya çıkar: Rusya’nın işgal gerekçesi onun kendi halkını ezen, sömüren, baskılayan, hatta Rusya özgülünde onun “sosyalist geçmişi”ni karalayan gerici karakterini, emperyal egemenlik anlayışını, birçok özellikle Putin’de somutlaşan “Çar”lık hevesini içermektedir. Rusya NATO’ya meydan okurken tam da bu gerçekliğe dayandığına göre ve bunlar inkâr edilemez derecede ortadayken biz nasıl olur da onun haklı olduğunu ileri sürebiliriz. Ne NATO kuşatması, ne Ukrayna’daki gerici, yobaz, hatta neonazi iktidar bizim Rusya’nın işgalini haklı görmemizin nedeni olabilir. Böyle düşünüyor olmak en nihayetinde bu gerici devletlerin gerçek anlamda nasıl yıkılabileceği gerçeğini unutmaktır. Kendi geleceğini ancak ve ancak halkın kendisi belirleyebilir ve belirleyecektir. Lenin Kautsky’nin karşı-devrimcileşmekle, emperyalist saldırganlık politikalarını desteklemekle sonuçlanan ideolojik duruşunu mahkûm ederken kendi hükümetlerine karşı savaşması gereken halkların iradesine dikkat çekiyordu. Bolşeviklerin bize öğrettiği bu değil midir?
Rusya’nın gerici karakteri hakkında konuşmak, tartışmak gereksizdir elbette. Putin daha bu işgal sürecindeki açıklamalarıyla bize ne derecede sosyalizm düşmanı olduğunu tam olarak gösterdi. Bunun buradaki tartışmamız bakımında özel bir önemi yok. Buna karşın özellikle ulusal soruna Bolşeviklerin getirdiği çözümün inkârı konu edilmelidir. Fakat ondan önce Rusya’nın bu işgal sürecine hazırlığına dikkat çekmeliyiz. Bu hazırlığın niteliği onun gerici karakterini ele vermektedir. Nedir hazırlığın esas unsuru: Rusya bankalarında biriktirilmiş altın ve gümüş rezervleri… Bu hazırlığın gösterdiği yalın gerçeklik Rusya’yı yönetenlerin para sistemindeki çöküşe önlem aldığıdır. Bunun Rusya halkının çıkarlarıyla bir ilgisi yoktur. Bu “oligarklar” olarak tanımlanan ve Putin ile beraber devlet bürokrasisiyle tamamen bütünleştirilmiş kesimin çıkarlarının garantiye alındığını gösterir. Rusya ekonomisinin Sovyetlerin sosyalizm döneminden çok farklı olarak belli alanlara sıkıştığı, enerji ve silah sanayine dayanan bir ekonomi inşa edildiği ve bu kaynaklarla emperyalist tahakkümünü olabildiğince sürdürdüğü bir gerçekliktir. Bugün hem enerji hem de silah sanayi bakımından Rusya’nın oligarkları devletin tam desteğiyle dünyanın birçok bölgesinde etkin bir sömürü ağı kurmuş durumdadır. Ukrayna işgaliyle başlayan ambargo ve yaptırımlara karşı Putin yönetimi hazırlığını altın ve gümüş rezerviyle yanıt vermektedir. Yaptırımlara karşı bankalardaki bu rezervlerin haberi sunulurken bize Rusya halkının çıkarları bakımından bir geleceğin konu edilmediği gösterilmiştir. Rezerv paranın dolar olduğu bir dönemin sonuna gelinmiştir. Karşılıksız basılarak içi boşalmış olan doların dünya ekonomisindeki yeri değişmektedir. Rusya bu gerçeklik içinde hareket etmektedir. İşgalin gerisindeki temel gerçeklik maddi üretimin mevcut ekonomiyi, başka bir ifadeyle para ekonomisini üretmeye yetmemesidir. Emperyalist bir güç olarak Rusya yeni sürece hazırlanmakta. Bunu başka devletler de yapmak zorundalar. Sorun tek başına NATO’nun genişleme politikası değildir. NATO hakkında en büyük NATO üyelerinin bile daha dün yaptıkları açıklamalar ihmal edilerek, unutularak tartışmalar yapmak egemen ideolojinin yörüngesine girmekle sonuçlanır. Birinci emperyalist paylaşım savaşının öncesindeki tartışmaları hatırlatan bu durum dikkate değerdedir. Kautsky’i emperyalist işgal politikalarını desteklemeye götüren yaklaşım açık olarak proletaryanın çıkarlarını, bakış açısını, onun politika olarak somutlaşan iradesini yok sayan yaklaşımdır. Aramıza kalın bir çizgi çekmemiz gereken bu yaklaşımın alt edilmesi büyük önemdedir.
Halihazırda petro-dolar sistemi çökmektedir. Bunun somut göstergesi tüm dünyada artık görülmekte olan, yaşadığımız enflasyonist ortamdır. Giderayak hiper enflasyon ortamına girilmekte. Bunun somut karşılığı halkların yoksullaşmasıdır; geçinememesidir. Doların merkezi olan FED’in faiz artırması bekleniyor; ama aynı zamanda ABD’de enflasyonun da önüne geçilemiyor. Rusya’nın tam da dünya ekonomisinin bu gidişatına uygun olarak kendi gücünü korumak için hamleler yaptığı, ABD merkezli para politikalarına önlem aldığı görülmelidir. Korunan, işgalin sebebi olan şey oligarkların ve tamamen gerici devlet bürokrasisinin çıkarlarıdır. Putin’in Rus milliyetçiliği ABD emperyalizmine karşı gelişen bir “ezilen ulus milliyetçiliği” değildir. Onun Rus milliyetçiliği ezilen uluslara karşı gelişmiş Rus şovenizmidir. Lenin’e karşı düşmanlığının kaynaklarından biri de, asla yalnız bu değil, Bolşevik “özgürce ayrılma hakkı”dır.
Putin’in açıklamalarının içinde dikkat çeken unsurlardan biri Bolşeviklerin ulusal soruna dair politikalarını “çözümsüzlük” olarak tanımlaması, aşağılaması oldu. Elbette birçok “sosyalist” onun bu aşağılanmaya öfkelenmiştir. Fakat bu öfkelenmenin kaynağı ulusal sorunun Bolşevik bilinç bakımından savunusu olmadığında boşa gelişen bir öfke olacağı söylenmelidir. Ulusal sorunda “özgürce ayrılma hakkı,” yani UKKTH Sovyetler Birliği’nde ulusların özgürce ve birlikte yaşamalarının temeli olmuştur. Bunu bozan şey sosyalizmden ve dolayısıyla söz konusu ilkeden ayrılmak olmuştur. Stalin’in ölümüyle başlayan kapitalizmin restorasyonu süreci Gorbaçov’un “perestroyka” denilen “yeniden yapılanma” saldırısıyla sonuçlandığında da benzer şeyler söylendi. Gorbaçov göremedikleri şeyin “ulusal sorunun çözülmemiş olduğu” gerçekliği olduğunu söylemişti zamanında. Sovyet sosyalizmi dönemi, üstelik aslında Sovyetler Birliği’ne saldırmak ve onu ele geçirmek amacı içeren 2. Dünya Savaşı’na rağmen ulusların tam hak eşitliği içinde ve özgürce yaşadıkları dönem inkâr edilerek Bolşevik “özgürce ayrılma hakkı” ilkesi aşağılanmaktadır. Çarlık döneminde uluslar hapishanesi olarak tanımlanan Rusya’da Bolşevikler tüm ulusların toplumsal gelişmesine tam olanak verdikleri ve böylece tüm uluslar için çok büyük ilerlemelerin önünü açtıkları halde onlara böyle saldırılmaktadır. Putin Ukrayna diye bir devletin aslında olmadığını söylerken bilindik en pespaye burjuva ulusçuluğu dayanmaktadır: ulusal varlığı kapitalizmin gelişmesi sürecinden koparıp ezeli, dolayısıyla ebedi ulus teorisiyle hareket etmektedir. Bolşevikler ise ulusun kapitalizmin oluşum sürecinden itibaren meydana gelen bir toplum kategorisi olarak kavrar ve ancak sosyalizmin ileri bir aşamasında sönümleneceğini savunurlar. Ulusları yok etmek, diğerinin içinde eritmek gibi aşağılık burjuva milliyetçiliği politikalarına hiçbir şekilde tahammül göstermediler. Ukrayna diye bir devletin varlığı Lenin’in kurgusu değil, nesnel bir durumdur ve Lenin bir gerçekliği yok saymak gafletine asla düşmedi! Uluslar henüz varlıklarını korudukları, yani kendilerine ait bir tarihleri, dilleri, coğrafyaları, kültürel birlikleri olduğu ve kapitalizmin restorasyonu ile varlıklarını koruyan uluslarda milliyetçi tutumlar geliştiği için Sovyet sosyalizmi döneminde ulusal sorunun çözülmemiş olduğunu iddia etmek sadece gerçekleri kavrayamamakla ilgili değildir. Bu açıkça sosyalizme saldırı, Bolşeviklere saldırı güdüsünün kendisidir. Ulusal sorunun çözümü “özgürce ayrılma hakkı”nı tam olarak savunmak ve gerçekleştirmekle beraber sosyalizm yönünde ilerlemektir. Sosyalizmin yerine kapitalizm ikame edildiği andan itibaren “ulusçuluğun” bilindik her türü peydahlanır. Bu ulusçuluk türleri içinde ezen ulus milliyetçiliği başı çeker. Bugün Rusya’da Putin şahsında tanık olduğumuz Rus milliyetçiliği bunun somut göstergesidir. O Çarlık Rusya’nın emelleriyle ortaktır ve bu emelleri yıkan Bolşeviklerin tam ve azılı bir düşmanıdır. Ukrayna’ya saldırırken kullandığı bayrağın üzerinde Rus şovenizminin bilindik zorbalığının renkleri vardır.
Ulusçuluk dendiğinde burjuva medyanın gündeme getirdiği “beyaz tenli, mavi gözlü Ukraynalılara Batı’nın yakınlığı” da dikkat etmemiz gereken konulardan biridir. Batı devletlerinde ve tabii ki toplumlarında “uygar halklar” kategorisinin olduğu ve buna göre “uygar olmayan halklara” karşı milliyetçilik zehriyle saldırdıkları açıktır. Bununla beraber bu saldırganlığa karşı tutumumuzda da “Batı” proletaryasının, dolayısıyla halklarının çıkarlarını temel almak gerekir. Bu çıkarları tam olarak anlamayı sağlayacak olan elbette Marksizm-Leninizm-Maoizmdir. Tek başına mevcut halk bilincinden hareketle anlaşılacak ve savunulacak bir “çıkarlar bilinci” değildir bu. Batı’da “uygar olmayan halklar”a karşı sergilenen aşağılayıcı tavırların gerisinde buradaki kapitalist toplum, bu toplumları yöneten devletlerin bilinci vardır. Buna karşı tam da aynı halkların çıkarlarını konu etmek ve bu halkların aynı zamanda sömürüldükleri gerçeğini anımsatmak gerekir. Dünya hiper enflasyona ortamına sürüklenirken bu halklarında da kendi çıkarları doğrultusunda harekete geçip sosyalizm yönünde adımlar atmalarını savunmalıyız. Buradaki halkların da çıkarlarının nihayet sosyalizm yönünde ilerlemeyi içerdiğini, onlar bunun farkında olmadıkları halde de bilmeliyiz.
Ukrayna halkının Rus işgaline karşı olmasının birçok nedeni vardır. Ukrayna ulusçuluğu da bu nedenlerden biridir elbette. Bununla beraber, görünürde “uzlaşmaz” tartışmalara yol açan Ukrayna’nın direnişinin “Batı”lı güçler tarafından Ukrayna’nın kışkırtılarak desteklenmesi de bunlardan biridir. Böyle bir ilişki hiç tartışmasız vardır. Sadece “destekleme” olarak formüle edilemeyecek bu ilişki söz konusu direnişin hem açmazını hem de “gerici” karakterini oluşturmaktadır. Rusya işgalini Rus emperyalizminin tartışmasız gerici karakterini ihmal ederek “Batı’ya karşı” olumlayan veya haklı bulan “sosyalist”lerde kafa karışıklığına neden olan bu ilişki bu bakımdan da özellikle önemlidir.
Yukarıda açıkladığımız gerici güçler arasında taraftarlığa sürüklenme halinin “güçlü” argümanlarından biri bu ilişkidir. Zelenski’nin, neofaşist güçlerin, ama esas olarak da Ukrayna oligarklarının halkın çıkarlarına aykırı politikalarının ürünü olan bu ilişki açıktır ki halk düşmanıdır. Bu politikaların halka rağmen ve hatta halkın ilerici güçleri başta olmak üzere bu politikaları reddedenlere yer yer uygulanan katliamlarla güçlendirilip uygulamaya sokulduğu ve en son çok açık kışkırtmalar sonucunda restleşmelerle başlayıp Rusya’nın işgali ile sonuçlanan süreçte masumlaştırıldığı da bir gerçektir. Şimdi geniş bir kesim Ukrayna’nın gerici ve daha da önemlisi ABD emperyalizminin dünyanın jandarması olarak kullandığı NATO’ya üye olmak istemesini onun “bağımsız” bir isteği olduğunu ileri sürüyor. Bu askeri oluşum kendi üyeleri tarafından bile “işe yaramaz” ilan edilirken Ukrayna devleti Rus saldırısını göze alarak bu oluşuma üye olmak isteğini ortaya koyuyor! Sözünü ettiğimiz ilişkinin karakterini ve özelliğini ele veren bu durum Rusya’nın emperyalist saldırısının nedeni olmaktan önce Ukrayna halkının çıkarlarına karşı bir saldırı olarak görülüp tam da halkın bu duruma karşı bilinçlendirilmesi, örgütlenemeye çağrılması gerekir. Çünkü bu gerici ilişkileri gerçekten yok edebilecek tek güç halkın çıkarları açısından gelişen veya gelişecek bir hareket olabilir. Rusya’nın bu tarz ilişkileri ortadan kaldırmayacağı çok açık olmalıdır. Aksi biçimde düşünmek “politika sahası”nı egemenlerin belirlediğini ve bu belirlenim içerisinde yapacak bir şey olmadığını kabullenmek demektir. Bu bir tür boyun eğmedir. Bu öyle bir boyun eğiştir ki düşman tarafından “belirlenmiş politika sahası”nın taşıdığı “sonsuz belirsizliğe” mahkûm edilmeyi kabullenmekle maluldür. Halkın çıkarlarından düşünmeyi, hareket etmeyi, politika belirlemeyi başaramayanların kaçınılmaz sonu hep bu belirsizliğe mahkûmiyet olmuştur.
Bolşevik örgütlenmenin temel ilkelerinden biri sınıfın bağımsız politikasının yaratılmasını bir zorunluluk olarak görmesidir. Eğer günümüzde hemen hiçbir yer için proletaryanın bağımsız politikasının geliştirilmesi için koşul olmadığı ileri sürülemeyeceği açıksa -böyle bir görüş tamamen yanlış olurdu- Bolşevik örgütlenmenin bu temel ilkesine özellikle bağlı olmalıyız. Proletaryanın çıkarlarını bir kenara iten ve gerici egemen güçlerin çıkarları içinde kalarak tahliller yapan hiç kimse sosyalist adını hak edemez. Bunlar olsa olsa liberal burjuva sınırlarda dolaşan aylak “sosyalistler” olabilirler…
Ukrayna’nın işgal edilmesi açık biçimde emperyalist çıkarlardan kaynaklanan ve halkların çıkarları bakımından hiçbir olumlu özellik göstermeyen bir işgaldir. Komünistler her koşulda dışarıdan yapılan bu türden müdahaleleri reddederler. Onların savunabilecekleri, doğru bulabilecekleri, haklı ilan edebilecekleri “müdahaleler” sadece devrimleri desteklemek üzere ama gene de ilgili ülkelerdeki devrimci yapıların komutasını kabul eden güçlerle yapılan müdahaleler olabilir. Bunun dışındaki her türden müdahale sosyalizmin özüne aykırıdır: çünkü “sosyalizm ancak ülke halkının başarısı olacaktır” görüşü Bolşevik örgütlenme ilkelerinden doğan bir görüştür.
Komünist hareket için her koşulda haklı kabul edilebilecek savaşlar halkların çıkarları doğrultusunda gelişen savaşlar olabilir. Herhangi bir işgal hareketinin işgal eden gücün çıkarları bakımından “haklı” kabul edilmesi Bolşevik anlayışın temelden reddedilmesidir. Rusya tamamen haksız bir savaşa girişmiştir. Onun haksızlığını belirleyen unsur ABD veya NATO’nun kuşatma saldırısına karşı yaptığı “savunma” değildir; bu “kuşatma” ve “savunma” emperyalistler arasındaki rekabetin, dolayısıyla savaşımın konusudur. Biz bu aralık içinde düşenemeyiz ve asla düşünmek zorunda değiliz. Bizim kendi sınıf bakış açımız var, kendi kızıl bayrağımız var, halkların çıkarlarıyla uyumlu tek enternasyonal çizgimiz var. Rusya’nın haksızlığını belirleyen unsur onun Ukrayna halkının kaderine yaptığı ve Putin’in açık sözleriyle, özellikle Lenin’i hedef alarak söylediği Ukrayna halkının aşağılanmasına denk gelen sözlerle yaptığı müdahaledir. Ukrayna’nın gerçek olmadığını söylemesi, Rusya ile aynı ulus olduklarını ifade etmesi ondaki haksız saldırının özüdür. Bu haksızlık ortaya konmadan yapılacak her türden yorum Ukrayna’nın sosyalizm yönündeki ilerleyişine karşı olmakla maluldür.
Bugün Ukrayna gerici bir iktidar altında da olsa mecbur bırakıldığı bir haklı savaş içindedir. Çünkü devrimci bir iç savaş ancak işgal güçlerinin defedilmesinden itibaren başlayabilir veya genişletilebilir. Devrimci bir iç savaşın önündeki temel engel şimdi söz konusu işgaldir. Gerek Rusya gerekse de “Batılı” güçler hep birlikte olanaklı olan devrimci iç savaşın düşmanıdırlar; bunlar Ukrayna halkının geleceğini kendi ellerine alıp onları sonsuz bir belirsizlik içinde boğmayı benimseyen tümden gerici güçlerdir. Orada proletaryanın çıkarı bu işgale karşı mücadele etmekle birlikte aslında bu işgalin gerçekleşmesinin zemini olan kapitalizmin genel krizi karşısında kendi geleceğini kendisinin belirleyeceği bir mücadelenin örgütlenmesidir. Bu tüm dünyada halkların çıkarına uygun tek mücadele yoludur. Ülkelerde ve emperyalistler arası mücadelelerin keskinleştiği tüm dünya üzerinde gerici güçler arasında tercih yapmak zorunda değiliz; hatta bu tür tercihlerin halka düşmanlık içerdiği açıktır. Biz kendi gücüne, yani kitlelere dayanan ve dışarıdan yapılan, devrimci olmaktan uzak, irade kırıcı tüm müdahelelere karşı duran bir çizgideyiz. Böyle bir müdahale hiçbir koşulda sosyalist olamayacağı gibi haklı da olamaz.
Bugün Ukrayna halkının yanında olmak dışarıdan yapılan, halk iradesini kıran her türden müdahaleye karşı olmaktır; bu sadece Ukrayna halkının değil tüm dünya halklarının çıkarına olan duruştur. Örneğin Rusya halkının çıkarı da bu duruşu gerektirir. Rusya halkı Ukrayna halkının maruz kaldığı irade kırıcı saldırının mağdurudur. “Batılı” ülkelerin halkları Ukrayna halkı üzerinde oynanan, oradaki gerici, iş birlikçi yöneticilerle ortak örgütlenen gene halkın iradesini kıran, yok sayan müdahalelerden ötürü mağdur durumdadır. Tüm bu devletlerin yöneticileri kendi ülkelerindeki halkları bu türden haksız müdahaleler sonucunda yönetmeyi başarmaktadır. Bu türden müdahalelere her koşulda karşı olmaksızın ilerlemek olası değildir. Başka bir ifadeyle ülkelerindeki gerici iktidarlara karşı savaşmak zorunda olan halklar aynı zamanda anti emperyalist olmak zorundadırlar. Çünkü bu iktidarların bir temel özelliği de işbirlikçi olmalarıdır.
Emperyalist, kapitalist veya feodal karakterdeki iktidar güçlerinin kendi aralarındaki savaşlarda “doğru” veya “haklı” söylemleri bizi yanıltmamalıdır. Komünistlerin kendi sınıfı vardır; dolayısıyla kendi politikaları ve kendilerinin yaratacağı bugünden apayrı bir gelecekleri vardır. Halka dayanan ve kendini onun içinde üreten komünist hareketlerden yanayız; çünkü gelecek halkların ve nihayetinde proletaryanın ellerinde inşa edilebilecektir. Egemenlerin politika sahasına mahkûm olmayı reddediyoruz. Bu saha içindeki her şey halka düşmandır… Ancak bu şekilde gelişebiliriz.