Yıllık enflasyon TÜİK’e göre yüzde 73,5, ENAG’a (Enflasyon Araştırma Grubu) göre ise yüzde 160,7 olarak gerçekleşti. Hatırlanacağı gibi asgari ücrete yüzde 50 zam yapılmıştı ki bu da içinde gelir vergisi gibi birçok oyunla gerçekte onun da altındaydı. Dahası işçilerin genel kitlesi belirlenen asgari ücretten olumsuz etkilenmiş ve ücretler görülmedik oranda aşağı çekilmişti. TÜİK’in yalan verileri herkesin bildiği bir durumken ENAG’ın açıklamaları gerçeğe daha yakın bir durumu ifade ediyor. Bu yüzden de hükümet, alternatif hesaplamaları ve veri paylaşımlarını suç kapsamına alıp yasaklamaya, engellemeye çalıştı. Ancak gizlenemeyen enflasyon gerçeği birçok şeyi açık etmeye yetti. Genel olarak emekçiler devlet tarafından açıklanan rakamların sahteliğini biliyor ve yaşıyor. Hatta egemen sınıflar da enflasyon ve kriz söylemini çoğu kez kullanıyor. Ancak bu söylemlerin arkasında gizlenen bir gerçek var ki o da kriz ve enflasyonun işçi sınıfı ve emekçiler için geçerli olduğu. Geçtiğimiz günlerde Maliye Bakanı Nureddin Nebati de bu gerçeği açık bir biçimde ifade etti.
BAKAN NEBATİ SÖMÜRÜYE DAYALI BÜYÜMEYİ İTİRAF ETTİ
AKP’nin 30. İstişare ve Değerlendirme Toplantısında bir sunum yapan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati şu cümleleri sarf etti: “Dövizi düşürmek için yüksek faiz artışı yapabilirdik. Ama o zaman üretim bundan olumsuz etkilenirdi. Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Yoksa enflasyonu düşürmek için çok sert tedbirler alabilirdik. Yüksek faiz artışı yapardık. O zaman üretim dururdu. Kur korumalı TL’ye geçerek bir yandan doları frenledik. Diğer yandan üretimi ve büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor. Büyümeyi tercih ettiğimiz için büyüme rakamları iyi geliyor, büyüme istihdama da olumlu olarak yansıyor. Ama biz dar gelirli vatandaşlarımıza yönelik gelirlerini arttırıcı düzenlemeler yapıyoruz. Böylece onları enflasyonun karşısında korumaya çalışıyoruz.” Son iki cümledeki yalanlar hariç söyledikleri bir itiraf niteliğindeydi. Sermaye büyümüş, patronlar daha da semirmiş, ekonomide özellikle sanayide büyüme rakamları ardı ardına gelmiş ancak toplam gelirden emekçilere düşen pay en alt düzeylere inmişti. Emekçiler bunu her mal ve hizmetin üç dört misli artan fiyatından takip edebiliyor ve patronlar için bir kriz ya da enflasyon sorunu olmadığını görebiliyorlardı. Neticede üretim maliyetindeki her bir artışa karşılık hatta ondan da fazla oranlarda üretilen mal ve hizmetlere zam yapılmıştı. Doğal olarak artı-değer sömürüsü yoğunlaşmış, patronların kârları daha da artmıştı. Bu süreçte çeşitli nedenlere bağlı olarak genel tüketim de canlı tutulabilmiş ve ekonomide egemen sınıflar lehine olumlu tablolar kendini göstermişti. Açıklanan veriler de bunu yansıtıyordu.
PATRONLARIN EKONOMİSİ BÜYÜRKEN EMEKÇİLERİN KÜÇÜLÜYOR
Hane halkı tüketimi yılın ilk çeyreğinde ekonomideki büyümeye 11,6 puan katkı yaptı. Ancak asıl dikkat çeken bu değildi. Nisan 2022’de ihracat yüzde 24,6, ithalat ise yüzde 35 artarken mal ve hizmet ihracatı ise 2022 birinci çeyreğinde yüzde 16,8 artış gösterdi. Ocak-Nisan 2022 döneminde ise ihracat yüzde 21,6, ithalat ise yüzde 40,2 artış yaptı. Büyüme rakamları, kendi içinde açıkları da getirmiş oldu. Dış ticaret açığı yüzde 130 arttı ve ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 82,9’dan yüzde 72’ye düştü. Bu da demektir ki yerli komprador sermaye için tespit edilen büyüme oranları özünde emperyalist sermayeye bağımlı ve onu daha da büyüten bir karakter gösterdi. Bunu başka verilerle de ele alacağız; fakat önce artan artı-değer sömürüsüne dair gerçekleri irdelemeye devam edelim.
Türkiye komprador kapitalizmi sanayi üretimini ve sanayi proletaryasını genişleterek artı-değer sömürüsünü daha da yoğunlaştıran bir politika izliyor. 2020’den beri makine-teçhizat yatırımlarında önemli bir artış söz konusu. Bu durum imalat sanayiinde, özellikle sermaye yoğun ya da teknoloji düzeyi yüksek sektörlerde bir gelişmeye tekabül ediyor. Sanayi sermayesi, üretim maliyetlerindeki artışa, kur şokuna, fiyat dalgalanmalarına rağmen artı-değer oranlarındaki artış sayesinde büyümesini sürdürmüş oldu. 2017-2021 İSO 500 (Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu) şirketin üretim satışları -dolar bazında bile- yüzde 29 artarken maaş ve ücret ödemeleri ise yüzde 9,3 azalma gösterdi. Bu arada bu 500 şirket başta olmak üzere sanayi sektöründe çalışan sayısı da 83 bin kişi artış gösterdi. Son beş yılın toplam istihdam artışı 2,6 milyon kişi olurken yeni istihdam edilenlerin yarısı sanayide çalışmaya başladı. Toplam sanayi istihdamı büyümesi, anılan dönem için yüzde 25 olarak gerçekleşti.
Burada geçerken belirtelim ki TÜSİAD ve sanayi sektörü bu sürecin öne çıkanları olurken hükümet de ülkenin ekonomik gerçekleri kaynaklı bu sürecin kolaylaştırıcısı oldu. Erdoğan başta olmak üzere AKP yöneticilerinin komprador sermayeye dönük “ne istediniz de vermedik” minvalindeki söylemleri bu gerçeğin bir ifadesiydi. Diğer yandan 29 Mart’taki genel kurulunda TÜSİAD bir adım daha atarak İSO 500 sıralamasında 362. olan Ode Yalıtım şirketinin patronu Orhan Turan’ı başkan olarak seçti. Turan, Türkiye çapında 50 binin üstünde üyesiyle orta ve küçük ölçekli sermayenin en büyük ve yaygın örgütü Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’nun (TÜRKONFED) başkanıydı. Bu sayede TÜSİAD, “Anadolu sermayesi” olarak anılan ve AKP’nin kendi kontrol alanında gördüğü küçük-orta kapitalistlere ve süreçte öne çıkan imalat sanayine de bütünlüklü bir müdahale yapmış oldu.
ENFLASYONA DAYALI ARTI-DEĞER SÖMÜRÜSÜ YOĞUNLAŞTIRILDI
İmalat sanayiinde ve özellikle yabancı sermaye payı yüksek, teknoloji yoğun işletmelerde artı-değer sömürüsünün yoğunlaştığını vurguladık. Üretimin tüm alanlarında göçmen emeğine de bağlı olarak bu sömürünü yoğunlaşmış olduğu da bir gerçek. Fakat elde edilen artı-değer miktarı bakımından tartışmasız üstünlük yine söz konusu işletmelerde bulunuyor. Diğer yandan elde edilen artı-değerin nerelerde toplandığı da başka bir tartışma konusu. İmalat sanayiinde sermaye yoğun ve teknoloji düzeyi yüksek sektörlerin bir özelliği de yatırım ve ara malı ithalatı, yabancı sermaye payı, lisans, patent vb. ödemeleri de yüksek sektörler olması. Yani artı-değer oranları çok yüksek olsa da ülkede kalan katma değer düşük olabiliyor. Örneğin otomotiv sektörünün artı-değer oranları yüksek olmasına rağmen katma değer oranları söz konusu olduğunda tekstilin gerisinde kalabiliyor. Fakat ister artı-değer oranı yüksek/katma değeri görece düşük isterse artı-değer oranı görece düşük/katma değeri yüksek sektörler olsun, her iki örnekte de toplamda her şey artı-değer sömürüsü üzerinde yükseliyor. İşte Bakan Nebati’nin “Enflasyonla büyümeyi tercih ettik, çarklar dönüyor, dar gelirliler hariç firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar.” sözü bu gerçeğin bir ifadesi ve itirafı.
KOMPRADORLAR VE EMPERYALİST EFENDİLERİ KAZANIYOR
Komprador kapitalistler, patronlar ve kuşkusuz bağımlı oldukları emperyalist şirketler -daha çok oranda- büyük kârlar elde ediyor ve tüm bunlar işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki bu derin sömürü sayesinde gerçekleşiyor. Bu öyle derin bir sömürü ve çelişki boyutunu aldı ki sarı, iş birlikçi sendika konfederasyonları bile devletin enflasyon rakamlarını düşük açıklamasını istiyor. Aksi halde işçi sınıfı daha fazlasını talep edebilir ve onları kontrol etmek zorlaşabilir. Nitekim asgari ücrette, yıl ortası ikinci bir artış beklentisi, bugün tüm işçi sınıfının bekleyişini tarif etmektedir. Hükümet ve sarı sendikalar bu beklentiyi “kriz-enflasyon var, her şey zamlanmaya devam ettikçe ücret zammının bir önemi olmaz, hatta koşulları daha da kötüleştirir” diyerek manipüle etmeye ve alt düzeyde tutmaya çalışırken sömürü ve yoksullaşma da dizginsizce ilerliyor. Bu süreçte bir de birçok sanayi işletmesinde küçülme bahanesiyle işçi çıkarma yönelimi kendini gösteriyor. Henüz net bir görünüm vermese de yukarıda açıkladığımız ihracata dayalı -ve tüketime- büyümenin de bir yerde patlak vereceği tahmin edilebilir.
EKONOMİYE “DESTEK”: ÖZELLEŞTİRME VE TALAN
Bahsedilen ekonomik büyüme rakamlarına ve yoğun sömürüye rağmen ekonomideki gidişatta tehlike çanları da çalmaya devam ediyor. Turizm, inşaat, tarım gibi alanlarda ciddi bir durgunluk ve gerileme söz konusu. Hükümet ise özelleştirmeler, doğa ve kent talanıyla ekonomiye doping yapmaya çalışıyor. 19 Mayıs’ta hükümet Hazine’ye, Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ) ve Türkiye Elektrik İletim AŞ’ye (TEİAŞ) ait 243 taşınmaz ve hisseyi daha özelleştirme kapsamına aldı. Ayrıca “yarı gizli özelleştirme” olarak anılmaya başlanan ve Gelir Endeksli Senet (GES) adı verilen uygulamayla kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT) gelirlerine ortak olunacak bir sistem de getirilmiş oldu. Bu özelleştirme, rant ve talan uygulamalarının da “kamu” adı altında işçi ve emekçilerin sırtına binecek bir gasp ve vergi yükü olacağı şimdiden bellidir. Maden sahaları, enerji santralleri ve OSB’ler üzerinden doğanın, tarım alanlarının gasbı ve talanı sürerken en son Kanal İstanbul nedeniyle İstanbul’da Şahintepe mahallesinde ve yine Katarlılar’a satıldığı iddia edilen Fetihtepe mahallesinde uygulanan talan halka dönük açık bir saldırıdan başka nasıl adlandırılır?
ÇELİŞKİLER AÇIK, MÜDAHALE KAÇINILMAZ
Sömürü, eşitsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı, talan, tasfiye, sürgün, ayrımcılık ve baskı… Günümüz gerçekliğinde tüm toplumsal çelişkiler uç boyutlarına ulaşacak şekilde yoğunlaşıyor. Buna karşı direniş ve mücadeleler ise henüz parçalı, lokal ve yetersiz. Bu aynı zamanda örgütsüz halk tablosudur. Komünistlerin, devrimcilerin önünde örgütlenmeye açık birçok sınıfsal, toplumsal çelişki ve hareket mevcut ve bu potansiyeller her geçen gün daha da artacak. Amatör, dağınık, dört bir yana yumruk sallayan bir gerçeklikle bu potansiyele müdahale edebilmek mümkün değil; çünkü örgütlülükteki zayıflıklar sadece halkın değil komünistlerin de bir gerçeği. Ancak içinde bulunduğumuz koşullar kötümser değil iyimser koşullardır. Kitle çalışmalarında bilinçli, seçici müdahalelerle önemli mücadele odakları ve örgütlülükler yaratılabilir. Bunun için de en hızlı ve etkili bir biçimde yönelimlerin, bu yönelimlere uygun program ve planların netleştirilmesi ve nihayet buna uygun bir konumlanma, kurumsal hareket ve kadrolaşmanın sağlanması gerekir. Sınıfın ve halkın çelişkileri ortadadır: ikirciksiz ve tek vücut olarak buralara yoğunlaşmalı, saflarımızı buna göre dizmeliyiz.