İş cinayetlerinin seriye bağlandığı bir ülkede yaşıyoruz. Kadın cinayetleri gib iş cinayetleri de günlük yaşamın olağan parçası haline geldi. Katledilen kadınlar gibi iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçilerde rakamlardan ibaret görülüyor. Sömürü çarkının değersizleştirdiği emeklerinin yanında ölümleri de yok sayılıyor. Fabrikalar, işlikler, tersaneler, inşaat iskeleleri, maden ocakları davet edilmiş ölümlerin, iş cinayetlerinin değişmez adresidir. İşçilerin ölüme hangi vardiyada yakalanacağı, yeni bir güne uyanıp iş başı yapıp yapamayacağı meçhuldür. Değişmeyen tek şey patronların her türlü maliyetten kaçındığı çalışma koşullarında iş cinayetlerine verilmiş randevunun rutinliğidir.
Ekonomik kriz sadece sömürüyü, işsizliği, yoksulluğu değil iş cinayetlerini de arttırıyor. HABAŞ’ta çalışan bir demir çelik işçisinin söylediği gibi patronlar için “en ucuz yedek parça işçidir.” İş yerinde çalışma koşullarını sağlıklı ve güvenli hale getirmek işçilerin iş cinayetlerinde can vermesinden daha “maliyetlidir.” Yarattıkları işsizler ordusu nasıl olsa sömürünün hammaddesi gibi iş cinayetlerinde ölenlerin yerini doldurmaya hazırdır. İşsizler ordusu sadece ucuz işgücünün, ağır ve güvencesiz koşullarda çalışmanın değil, ölümün de yedeklenmesi, sırada beklemesidir. “Kader”, “fıtrat” kaldıracıyla iş cinayetlerinin, Soma’nın yaşandığı biliniyor. Canı da emeği gibi değersiz olanlar ölüme zincirlenmiş gibi nöbeti devralıyor.
Babası “iş kazasında” ağır yaralanan Mustafa Ahad’ın sınıf arkadaşlarının destek amacıyla yazdıkları patronların doymak bilmez kar hırsını, işçi ve emekçi düşmanlığını şöyle anlatıyor: “7 Mayıs salı günü arkadaşımın babası yaralandı ama patronlar umursamıyor. Ya, ben bu patronları hiç sevmiyorum. Çok üzüldüm bu duruma. Hayatını kaybeden çok işçi oldu HABAŞ’ta. O yüzden patron yenilerini alıyor.” Çocukların da tanıklığıyla HABAŞ iş cinayetlerinin neredeyse değişmeyen adresi gibidir. İzmir’de kurulu demir çelik fabrikası HABAŞ’ta 7 Mayıs günü yaşanan patlamadan geriye kalan görüntü savaş enkazından farksızdır. Ark ocaklarında eritilen lav halindeki hurdanın doldurulduğu pota yükleme esnasında devrilmiş, 1640 santigrat derecedeki ateş topunun suya teması patlamaya yol açmıştı. Kancaya takılacak pota kulağının kör noktada olması yaşanacak felakete her an davetiye çıkarmasına karşın iş güvenliğini sağlamak için en küçük maliyetten kaçınılmıştır. İşçiler üzerinde daha fazla üretim baskısı kurularak çalışma saatleri 12-13 saatlere çıkarılırken iş cinayetlerinin önüne geçecek hiçbir önlem alınmıyor. Yaşanacak yeni felaketlerin önüne geçmek, iş güvenliği için tedbirler almak bir tarafa gece vardiyasında duran üretim gündüz vardiyasında yeniden başlatılmıştır. Karına kar katmada acelesi olan HABAŞ patronu işçilerin can güvenliği için kılını bile kıpırdatmıyor.
İşçiler için cehennemden farksız olan HABAŞ’ta örgütlü Türk Metal Sendikası’nın sahibinin sesi olmaktan öteye geçmeyen varlığı, krizin yarattığı işsizlik ve yoksulluk korkusu işçilerin önünde yükselen duvar oluyor. Çocuklar; işçileri kuşatan bu “suskunluğu” ulaştırdıkları mesajlarla bozuyor. Babası HABAŞ’ta ağır yaralanan Mustafa Ahad’ın arkadaşları yazdıkları emeğin ve işçi ölümlerinin üzerinde asalakça palazlanan patronlara meydan okuyor. Çocuklar, “çok üzgünüz” diyerek patronlar için bir kaç hıçkırıktan öteye geçmeyen iş cinayetleri karşısında gerçek bir dayanışma gösteriyor. “Sizin cebiniz bizim babalarımızın canından daha değerli değil, sen bizim babalarımız ölürken sarayda yat”, “Biz kaybederken siz kazanıyorsunuz, hani aynı gemideydik”, “Yeter artık bıktık patronlardan”, “İş kuranlar oturuyor, işçiler çalışıyor, onlar da çalışsın”, “Hiç pes etmeyeceğiz mutlu bir dünya için” diye yazdıkları cümleler için doğdukları toplumu kuşatan haksızlığa, eşitsizliğe, sömürüye itirazını, isyanlarını dile getiriyor. Çocuklar kendilerine vadedilen geleceğin babalarının yaşadıklarından farksız olmayacağını anlatıyor. Çocuklarında bugünden parçası oldukları dayanışmaya, isyana düşleyeceğimiz gelecek eşitlik ve özgürlükten başka bir şey olmayacaktır. İşçi ve emekçi yığınların, kadınların, çocukların ezilen ulus ve inançların özgürlüğe yazgılı geleceği mücadeleyle kazanılacaktır.
Bir DDSB’li