“Size bu ölü yaşamı hazırlayan burjuvazidir ve bu acımasız oyunun varlığı siz izin verdiğiniz sürece sürecektir” (Maksim Gorki)
“En sonu, insanın devredilemez sandığı her şeyin değişime, alışverişe konu olduğu ve devredilebilir olduğu bir dönem gelmiştir. Bu, o ana dek ifade edilen ve aktarılan ama asla değişilmeyen; verilen ama asla satılmayan; edinilen ama asla satın alınmayan -erdem, sevgi, inanç, bilgi, vicdan, vb.- kısaca her şeyin ticarete girdiği dönemdir. Bu, çürümüşlüğün genelleştiği, her şeyin para ile elde edilmesinin evrenselleştiği, ya da ekonomi politik diliyle konuşacak olursak, manevi ya da maddi her şeyin pazarlanabilir bir değer durumuna geldiği, en gerçek değerinden kıymetlendirilmek için pazara getirildiği dönemdir.” (Felsefenin Sefaleti, Karl Marks)
Neredeyse dünyanın büyük bir çoğunluğu Covid-19 salgını ve yarattığı bilanço ile yanıyor. Çin’de baş gösteren ve yayılmaya başlayan, ülkemizde resmi ağızların açıklamasına göre Mart ayında görülen salgın dünyada ve ülkemizde uzunca bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Emperyalist-kapitalist ülkelerin sağlık sisteminin iflas bayrağını çektiği salgın karşısında geliştirilen önlemler işçi sınıfı ve halkın bu salgından korunmasını hedeflememektir. Gelinen aşamada ise yoksul yığınlar kendi kaderleriyle baş başa bırakılmışlardır. İtalya’da ölenlerin sayısı 10 bini geçti. Yine birçok ülkede binlerce ölüm gerçekleşti ve sayılar artmaya devam ediyor. Bu tabloyu İspanya’da yaşlı bakım evlerinin terk edildiği ve cenaze toplanmaya gidildiği görüntüler, sokağa çıkma yasakları, OHAL ilanları ve “yağmaya karşı” askerin sokağa indiği görüntüler tamamladı. Bu ve benzeri bir dizi kare emperyalist-kapitalist sistemin iflas görüntüsüdür aynı zamanda.
Salgını engelleme amacıyla ülkeler arası uçuşlar durduruldu, Schengen Vizesi şimdilik bir ay süreyle donduruldu. ABD’nin Çin’i bu durumdan sorumlu tutması, yaşlı nüfustan kurtulma gibi tartışmalar “komplo teorileri” olarak gündeme getirildi. Yıkımın esası ekonomik sahada ve halihazırda yaşanan krizi derinleştiren noktada yaşanmaktadır. Daha şimdiden Covid-19 öncesi ve sonrası ifadeler boşuna kullanılmamaktadır. Tartışmanın merkezinde duran bu sürecin küresel ölçekte yaratacağı ekonomik sonuçlar ve bu sonuçlara nasıl müdahale edileceğidir.
Kapitalizm “daha fazla kâr” için daha fazla üretim yasasını işletmeye başladığında, bu yasayı hayata geçirmenin önündeki engellere yöneldi. Üretim çılgınlığı tüketim çılgınlığını, ekolojik dengeyi, doğayı, toplum yaşamını alt-üst ederek ilerledi. Pazarlar bu yıkımlarla büyüdü ve gelişti. Kurulu sistemin tıkanıklığı Covid-19’la patlak vermiş durumda. Her şeyin metalaştığı, kâr amacına hizmet eder hale getirildiği, sağlık da dahil olmak üzere bir dizi alanda özelleştirmelerin yaşandığı sistemde iflas bayraklarının çekilmesi de kaçınılmaz olmuştur.
Emperyalist sistem açısından henüz aşılamayan borç krizine bir yenisi bu vesileyle eklenecektir. Bu durum yükü ağırlaşmış ve daha derinleşmiş bir krizin yaşanmasını beraberinde getirecektir. Lenin’in “emperyalist asalaklığın özü” olarak tanımladığı mali sermaye, sistemin kronik hastalığı olan aşırı/fazla üretim krizini başka alanlarda da görünür kılarak her defasında daha büyük sorunlarla cebelleşmek durumunda kalacaktır. Ve nihayetinde bu sorunların faturası işçi sınıfı ve halka yüklenecektir.
TC’NİN COVİD-19 SINAVI; ÜRETİM İÇİN ÖLMEK ESAS!
Covid-19’un ilk teşhisi ve yayılımının ardından öncelikle Avrupa’yı merkez haline getirmesi, bu salgından geri kalanların payına düşeni almayacağı anlamına elbette gelmiyor. Mart ayında ilk ölüm ve teşhisler Türkiye’de de görülmeye başlandı. Tıpkı emperyalist, kapitalist devletler gibi TC de konu ile ilgili gerçek bilgileri gizleme yöntemini geliştirdi. Oluşturulan “Bilim Kurulu” virüsün Allah’tan olduğunu ilan ederek, Erdoğan’ın dua-sabır ve kolonya denklemini tamamlamış oldu. Kamuoyuna açıklanan rakamların ötesinde ölüm ve vakaların görüldüğü iddialarına, hastane koridorlarında sosyal mesafeyi koruma şansı bulunmayan hastalar eklendi. Özel hastaneler halkın sağlığı için hizmete açıldı ancak parası olanlara hizmet vermek şartıyla.
Ulusa yapılan her sesleniş üretim esas cümlesi ile başlayıp, patronların imdadına yetişen ekonomik paketle devam etti. “Sosyal mesafe”, “evde kal” çağrıları işçiler için bir anlam ifade etmedi çünkü onlar aç kalmamak ve sistemi ayakta tutmak için üretmek zorundalar. Sokağa çıkma yasağı, OHAL gibi uygulamaların henüz gündeme gelmemesi bu durumun yaratacağı krizi karşılayacak durumda olmamalarındandır. Zira bu uygulamaların gündeme alınması demek, üretimin durma noktasına gelmesidir. Bu da hâkim sınıflar için salgın ve ölümlerden daha korkunç bir durumdur.
Virüs salgınına karşı tedbir amaçlı yüzbinlerce küçük ve orta işletme kapanmış, milyonlarca insan fiilen işsiz kalmış durumdadır. Aileleri de dahil edildiğinde salgının ekonomik olarak ilk anda 15 milyondan fazla insanı vurduğunu söylemek gerekir. Kapatılan işyerlerinde çalışanların aynı zamanda en örgütsüz ve güvencesizler olduğu unutulmamalıdır. Bu tabloya turizm ve havacılık sektörünün durma noktasına gelmesi de eklendiğinde sistemi ayakta tutan temel dinamiklerden bazılarının ciddi sarsıntı yaşadığı daha rahat anlaşılacaktır. Bu işin faturasının emekçilere tüm yönleriyle çıkarılması faşizmin tipik bir geleneğidir. Ki birkaç paket halinde Cumhurbaşkanı tarafından bizzat açıklanan ve aslında tedbir içermeyen paketlerden sonra, son pakette faşist devlet meselenin esasına gelmiştir. Deyim yerindeyse şapkadaki tavşanı çıkarmıştır. TV’ler karşısında “milli dayanışma kampanyası” “biz bize yeteriz” pişkinliği ile İBAN numaraları açıklanmıştır. Halk kitlelerine elinizi cebinize atın denmektedir. Devletin tüm kurumları ve yöneticileri seferber edilmiş, memurların maaşlarını bağışlamaları için basınç oluşturmaya başlanmıştır. Tüm toplum “dayanışma” denklemi içinde psikolojik savaş argümanlarıyla paralarını devlete akıtmaya zorlanmaktadır. Bunun yeni vergi düzenlemeleri ve vergi kalemleriyle devamının gelmesi, salgın fonlarıyla emekçilerin maaşlarında kesintilere dönüşmesi işten bile değildir. Bundan sonra açıklanacak paketlerde emekçilere çıkacak faturanın parça parça devreye sokulması sinyali bu şekilde start almıştır.
Ulaşıma getirilen sınırlamaların işçi servislerini kapsamaması, ücretli izinlerin gündeme alınmaması, birçok işyerinde ve özellikle inşaat ve maden işçilerinin çalışma koşullarında hiçbir önlem alınmaksızın çalışmaya devam edilmesi virüs önlemlerinin sınıfsal niteliğini de ortaya koymaktadır.
Yine Covid-19 salgın günlerinde TC, her şart ve koşulda Kürt ulusuna dönük düşmanlığını kanıtlamaktan da geri kalmamıştır. Salgının ülkemizdeki ilk günlerinde HDP’ye ait ilk önce üç daha da sonra beş belediyeye (toplam 8) kayyum atanmış, belediye başkanları gözaltına alınmıştır. Salgına karşı en korumasız durumda olan hapishanelerdeki tutsakların salıverilmelerini sağlayacak düzenlemelerde devrimci ve yurtsever tutsaklar dışarda bırakılmıştır. TC devleti niteliğine uygun olarak süreci yönetme peşindedir. Salgın günlerinin ardından açığa çıkacak gerçekliği yönetebilmenin telaşında ve hazırlığındadır.
PANDEMİ BİTECEK EZİLENLERİN BAŞKALDIRI SALGINI BAŞLAYACAK!
“Komünizm, kelimenin tam anlamıyla toplumsal yaşamın bütün alanlarından ‘fışkırıyor’, verdiği filizler her yerde görülüyor; (burjuvazinin ve burjuvazinin polisinin çok sevdiği ve ‘en hoşuna’ giden bir benzetme yapmak gerekirse) ‘bulaşıcı hastalık’ organizmaya derinlemesine girmiş ve tüm organizmayı kaplamış durumda. Hastalık büyük bir dikkatle bir noktada ‘durdurulduğunda’, başka bir yerde, bazen hiç beklenmedik bir yerde ortaya çıkacaktır. Yaşam hükmünü sürdürecektir.” (Lenin, Cilt 10, s. 161)
Emperyalist- kapitalist sistemin merkezleri henüz deprem aşamasında olmasa da ciddi sarsıntılar yaşamaktadır. Çarkı piyasaya sürdükleri parayla çevirmeye çalışmaktalar. Çarkı çevirme gücü olmayan ülkeler ise IMF’ye borçlanarak ve borç ekonomisiyle ayakta kalma çabalarını geliştirecektir. Her taraftan patlak veren sistem, bu dönemin ağır hasarını işçi sınıfı ve ezilen yığınların sırtına yükleyerek atlatmaya çalışacaktır. Kendi kurulu sisteminin çöküşünü ancak böyle durdurabilecektir. Krizi yönetmenin yeni yollarını mutlak suretle arayacaktır ve bu arayışla çıkaracağı sonuçta her ne olursa olsun fatura ezilenlere kesilecektir.
İşsizlik, Covid-19 gibi hızla yayılmakta ve açlık-yoksulluk sadece ülkemizin değil tüm dünyada yoksulların temel sorunu haline gelmektedir, gelecektir. Bugün sınırlı sayıda yaşanan yağmalar daha da gelişme eğilimindedir.
Ülkemizde hâkim sınıflar da efendileri gibi bu dönemde sistemlerini ayakta tutma hedefiyle saldırılarına ara vermeksizin devam edecektir. Yine ilk elden hapishanelere yönelik kararnamelerin çıkarılması tesadüf değildir. Tıpkı geçmiş süreçlerde olduğu gibi sistemin hedefinde öncelikle devrimci ve komünist tutsaklar olmuştur. Mesaj sadece hapishanelere değildir, tüm muhalif kesimlere yöneliktir. Baharın mücadele ruhu yaz ayına yansıyacak, emperyalistler ve uşakları için bu yaz hiç de kolay geçmeyecektir.
Kolay geçmeyecek bu dönemi ülkemizde ve dünyada belirleyecek olan kitlelerin beklenti ve sisteme öfkesine komünistlerin ne düzeyde önderlik edeceğidir. Salgının ülkemizde görüldüğü günden bugüne kimi reformist çevrelerin örgütlemeye çalıştığı dayanışma ağlarının, bu temelde geliştirdikleri söylem ve pratiklerin ne salgın ne de sistem karşısında ciddi bir etki şansı yoktur. Dayanışmacılık, kitlelerin kendiliğinden bilinciyle sınırlıdır. Birlik ve dayanışma mücadeleyi büyütmenin bir aracı kılınmak zorundadır. Kitlelerin bu sisteme karşı nasıl mücadele edeceğini öğrenmeye, devrimci bilinci kuşanmaya ihtiyacı vardır. Devrimci ve komünistlerin sorumluluğunun esası da budur.
Ancak esas sorun bu sürece nasıl önderlik edileceğidir. “Evde kal” çağrılarını benimseyen ve bunu bir kampanya haline dönüştüren bir dizi küçük burjuva ve reformist hareketin bu tutumunun, salgının gelecekteki seyri ve sistemin saldırıları karşısında pasifizmden başka bir şey içermediği ileriki gelişmelerle daha iyi anlaşılacaktır. Geniş kitlelerde sitemin teşhiri yapılmalı, sisteme yönelim ve hesap soruculuk geliştirilmek zorundadır. Milyonlarca işçi çalışmaya devam ediyor, sağlık sistemi halkın sağlığını umursamıyor, sistemin kendisi geniş kitleleri işsizliğe, açlığa ve salgına mahkûm bırakıyorsa yapılması gereken evde yaşama dair teoriler ve programlar üretmek değildir. Salgın ve sistemin yarattığı çaplı sorunlar birkaç haftalıkmış gibi hareket etmenin işçi sınıfı ve halka hiçbir faydası yoktur. Sistem ve hakim sınıf devletleri genel olarak topluma “evde kal”, virüsü ya da açlığı bekle; işçilere ise “çalış” dışında bir seçenek sunmuyorsa yapılacak olan hesap sormayı örgütlemek; başta üretimi durdurarak talepleri için mücadeleyi yükseltmek gibi sisteme yönelmek neyi gerektiriyorsa ona seferber olmaktır. Sokaksa sokak, fabrikaysa fabrika, mahalleyse mahalle… Çelişki nerede yoğunlaşıyorsa komünistlere düşen de orada olmak, çelişkileri keskinleştirmek, mücadeleyi organize etmek ve halka önderlik etmektir.
Hiçbir mücadele araç ve yöntemini yadsımadan sistemi ayakta tutan tüm kolonları teşhir etmeli, yaklaşan fırtınaya hazırlık için mücadelemizin ivmesini yükseltmeliyiz. “Yeryüzünün lanetlileri” bulundukları her yeri eşitlik ve özgürlük ateşiyle tutuşturmaya hazırlanıyor. Çıkacak yangının ateşini bulunduğumuz her noktada yaymak ise bizim görevimizdir. Mücadele hükmünü tüm sertliği ile uzak bir zamanda değil yakın bir zamanda mutlaka gösterecektir. Yangın ülkemizi de kuşatacak ve egemenlerin tüm hazırlığı çıkacak bu yangını engellemek içindir. Bu süreci tersine çevirecek milyonların sabrının patlama noktasına hazırlık temel görevimiz ve yönelimimiz olmak zorundadır.
*Maksim Gorki
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 2 Nisan 2020 tarihli 58. sayısından alınmıştır.