Dünya gündemi salgınla meşgulken Ortadoğu’da savaş hiç durmadı. Hamleler, manevralar, saldırılar birbirini izledi. Savaşın taraflarından biri olarak İsrail, İran güçlerine yönelik saldırılarına devam etti. Mayıs başlarında İsrail’in “İran’ın Suriye’ye yerleşmesini engelleme stratejisinden zorla çıkarma stratejisine çektik” açıklaması savaşın seyri açısından dikkat çekici bir hamle oldu. Bu İsrail’in tek başına altından kalkabileceği bir yük değil. Dolayısıyla açıklamanın arka planı İsrail-İran çatışmasını ve büyük resimdeki anlamını görmek açısından önemlidir.
İsrail-İran çatışması 1979 İran Devrimi’ne dayanıyor. Devrim öncesi İran ABD’nin kuklası olarak Siyonizm için bir tehdit oluşturmuyordu. İran’ın ABD kontrolünden çıkması hatta “düşman” olması İsrail için de güvenlik tehdidi demek oluyordu.
Bugün İsrail için Ortadoğu’da esas tehlike ve tehdit unsuru İran ve Şii yayılmacılığıdır. Filistin sorunu nedeniyle işbirlikçi-uşak Arap devletleri ile yaşanan sorun gelinen aşamada İsrail için güvenlik tehdidi oluşturmuyor. Dahası ABD’nin bölgedeki çıkarları için kurmak istediği Arap NATO’sunda Siyonizm ile birlikte çalışmalar yapacak kadar ileri düzeyde bir ilişkilenme söz konusu. Bu ilişkinin temelleri 1999’da Camp David Anlaşması ile atıldı. ABD hem bölgedeki hâkimiyetini hem de İsrail’in güvenliğini garantiye almış oldu.
Bu iklimi bozan İran oldu. Devrimden bugüne İran, İsrail için baş düşman oldu. İran’ın attığı her adım İsrail’in uykularını kaçırdı. Özellikle nükleer teknolojide İran’ın kat ettiği yol İsrail’i en çok kaygılandıran gelişme oldu. Mossad ajanları nükleer çalışma yapan onlarca İranlı mühendise suikast düzenledi. İran’ın bölgedeki varlığını etkisiz kılmak ve yayılmasını engellemek İsrail dış politikasının ana gündemidir. İran karşıtı güçlerle iş birliği yapmak, her türlü desteği sunmak, İran’da iç karışıklıklar yaratmak veya ortaya çıkanları körüklemek, ekonomisini hedef almak gibi her yol mübah görülüyor.
İran düşmanlığı Körfez ülkeleriyle yakınlaşmanın da temel nedenlerinden biridir. Böylece hem Arap hem de Fars tehlikesine karşı kalkan sağlanmış oluyor. S. Arabistan başta olmak üzere diğer Arap monarşileri de İran’ın güçlenmesini istemiyor. İran karşıtlığı Siyonizm’le Arap monarşilerin ortak paydası oluyor. Nitekim Arap NATO’sunun kurulma amacı da aynı nedene bağlı. İronik olan Filistin sorununu din-mezhep sorunu olarak göstermeye çalışanların söz konusu İran olduğunda din-mezhep ayrımı tanımamasıdır. Bu da Ortadoğu’daki sorunların din-mezhep esaslı olmayıp sınıfsal bir temele sahip olduğunu göstermektedir. Bir diğer argüman da ABD’nin çıkarları doğrultusunda Siyonizm ve Arap monarşilerinin hizaya girmesidir.
İran, Suriye savaşıyla birlikte hiç olmadığı kadar güçlendi. Irak, Yemen, Lübnan ve Suriye’deki nüfuzu İsrail ve Körfez ülkelerini fazlasıyla tedirgin ediyor. ABD’nin Rusya karşısında bölgedeki hâkimiyetinin zayıflaması bu tedirginliği artırıyor. Bundan dolayıdır ki İsrail’in Suriye’deki esas savaşı İran ve Şii milis güçleriyledir. Bu eksende İsrail, Suriye’nin güneyindeki askeri hareketliliğe saldırıyla karşılık verdi. ABD desteği ile Golan Tepeleri’ni ilhak ederek sınırdaki gücünü artırmış oldu. Özellikle Hizbullah’a yönelik saldırılar yaptı. 2006’da kaybettiği savaşın intikamı niteliğindeki bu saldırılar Siyonizmin asıl korkusunun ne olduğunu da gösteriyor.
Suriye paylaşım savaşının başından beri İsrail doğrudan ABD tarafında yer alıp aktif bir destek sundu. Bu destek, savaşın başında IŞİD çetelerine silah-lojistik yardım, IŞİD’den petrol alımı, yaralanan cihatçıları tedavi etmek şeklinde olurken savaşın ilk dönemindeki üstünlüğün terse dönüp, Rusya ve İran’ın etkinliğini artırmasıyla askeri saldırılara dönüştü. Uçak düşürme, İran’a ait askeri tesisleri imha etme, milis güçlerini bombalama gibi saldırılar hiç kesilmedi. İsrail bu süreci Hizbullah’ı tamamen yok etmek için bir fırsat olarak gördü ve kullandı. Hizbullah komutanlarına suikastlar düzenledi. Bir diğer ifadeyle İran’ın Lübnan ayağını kesmek ve İran tehlikesini uzaklaştırmak için elindeki tüm gücü kullandı.
Bu tabloda İsrail’in, İran’ı Suriye’den çıkarma stratejisine geçtiğini açıklaması, hedefi büyüttüğüne işaret ediyor. Bu stratejinin hangi yol ve yöntemle uygulanacağı zamanla görülecektir. Ortadoğu’da İran demek, Rusya ve Çin demekle eşdeğerdir. İsrail, bu üçlünün karşısına çıkmak, savaşmak gibi bir niyetten uzaktır. Bölgedeki dengelere oynamak ve lehe sonuçlar elde etmek gayet olasıdır. Bu politika mutlak surette karşılığını da bulacaktır.
Strateji değişikliğinde İran’ın Suriye’den çıkarılmasında mutlak surette askeri yöntemlerin kullanılması düşük ihtimaldir. İsrail, askeri tesis veya konvoy vurmanın ötesine geçemeyecektir. Masada bir seçenek veya son darbe niteliğinde bir düşünce olabilir ancak. Kapsamlı bir askeri savaş, bölgede devletlerin doğrudan karşı karşıya geldiği, tüm Ortadoğu’yu içine alan bir savaş demektir. Böylesi bir savaşta, bugünkü ekonomik ve politik durumda emperyalistlerin de savaşa dahil olacağı açıktır. Bu anlamıyla emperyalistler mevcut konjonktürde bölgesel bir savaşa -İsrail İran arasında- sıcak bakmayacaktır. ABD hegemonyası zayıflarken böyle bir savaşı göze alması uzak ihtimaldir.
İran, ABD’nin Suriye’de Rusya ile anlaşmasının temel kriterlerinden biridir. ABD’nin Suriye’deki kaybı İran’ın güçlenmesi olarak okunuyor. Bu ABD ile işbirlikçilerinin ilişkilerinin zedeleneceği anlamı taşıyor. ABD, İran’ı kendi sınırlarına hapsetmek istiyor. Bu yanıyla İsrail’in stratejisini destekleyecektir. İran’ın varlığı Rusya’nın (ve Çin’in) hem elini güçlendiriyor hem de Suriye’de nihai sonuca ulaşmasını geciktiriyor. Suriye konusunda Rusya ve İran arasında tam bir ortaklık söz konusu değil. Bu anlamıyla Rusya ve Çin, İran’ı dengelemek ve ipini elinde tutmak için İsrail’e bazı noktalarda izin verebilir. Nitekim İsrail’in Suriye’de İran’a yönelik saldırılarında Rusya, Suriye hava sahasını İsrail’e kapatmadı. Bu, İran’a verilen bir mesaj olarak okunmalıdır. İran ise bölgedeki varlığının en önemli ayağını kaybetmek ve Basra’nın doğusuna sıkışmak istemiyor. Fakat bölgedeki gücünün de sınırlı olduğu, Süleymani’nin öldürülmesiyle ABD tarafından gösterildi. ABD’ye etkin bir karşılık veremeyen İran, tehdit ve kısmi saldırılarla yetindi. ABD “daha fazlasını yapabilirim” mesajı ve İran’ın en önemli kadrolarından birini öldürmesi İsrail tarafından eşsiz fırsat olarak okunuyor. İsrail’in bundan güç alması kuvvetle ihtimaldir.
Bu iç içe geçmiş dengede İran’ı Suriye’den çıkarma stratejisi, İsrail’in farklı dengelere oynadığının bir ifadesidir. Bu da kısa vadeli olmayıp uzun erimli ve Arap monarşilerini de içine alan bir strateji olduğunu göstermektedir. Ortadoğu’daki dengeleri etkileyecek böyle bir stratejinin ABD’den bağımsız olacağı düşünülemez. Kurulduğu günden bugüne ABD’nin bölgedeki ileri karakolu olan, güvenliği ve geleceği ABD’ye bağlı İsrail’in ABD’yle danışıksız bir politika-strateji izlemesi düşünülemez.
İran merkezli bu stratejinin iç politikaya dönük olması meselenin bir diğer yanıdır. Netenyahu hükümeti uzun süredir zor durumda. Koronavirüs salgınından yetkilerini artırmak için yararlanması bu durumu tersine çevirmedi. Tersine İsrail hâkim sınıfları arasındaki çelişkiyi derinleştiren bir etkisi oldu. Netenyahu dış politikayı iç politikanın aracı olarak kullanırken açıkladığı stratejiyle Siyonist ideal olan “Büyük İsrail Devleti” özlemine vurgu yaptı. Dikkatleri bütün Mezopotamya’yı içine alan Siyonist ideal önündeki en büyük engele, İran’a çekerek milliyetçiliğe oynuyor ve iç politikaya ayar veriyor.
Ortadoğu, kartların sürekli yeniden karıldığı bir denklemdir. Sabah belirlenen bir taktik politika akşama değişebilmektedir. İsrail’in Siyonist idealine uygun strateji-taktik belirlemesinde bir sorun yoktur. Mesele bu stratejinin Ortadoğu gerçekliğine ne kadar uyacağıdır. İsrail’in Ortadoğu’daki dengeler üzerinde belirleyici gücü ve etkisi İran kadar değildir. Dış politikası, ABD emperyalizmi ile uyumlu olması gereken bir pozisyona sahiptir. Emperyalistler arası çelişkiden yararlanmak, İran’ın içinde bulunduğu ve salgın nedeniyle derinleşen ekonomik krizden faydalanmak, bu krizi bölgede yaşatacağı yenilgiyle siyasi krize dönüştürmek, bu strateji değişiminin hedefleri arasındadır. İran’ın köklü devlet geleneği, Rusya ve Çin ile olan ilişkisi, askeri kapasitesi ve yetenekleri de bu stratejinin açmazlarıdır.
İran’ı Suriye’den çıkarma stratejisi başarıya ulaşsın veya ulaşmasın bu egemen sınıflar arasındaki nüfuz savaşı olup Ortadoğu’nun kadim halkları için, İran ve İsrail’in yoksul halkları için bir anlam ifade etmiyor. Egemen sınıflar Ortadoğu’ya hâkim olmak için durmadan yeni stratejiler oluştururken ezilen yoksul halkların payına kan, katliam, sefalet içinde yaşamak düşüyor. Açıklanan strateji Ortadoğu’daki savaşın durmayacağının, daha da şiddetleneceğinin ilanıdır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 11 Haziran 2020 tarihli 63. sayısından alınmıştır.