Bir tür olarak insan dünya üzerinde milyonlarca yılı bulan bir geçmişe sahiptir. Bu süreç içerisinde gelişip evrim geçirerek günümüze kadar gelmiştir. Düşünmek ve sosyalleşmek insanı doğadaki diğer bütün canlılardan ayırır. İnsanın doğa ile olan savaşımı yani emek, onu geliştirmiş, kendini koruyarak sürekliliğini sağlamıştır. İnsanın oluşumuyla başlayan çelişkiler inanç, din, felsefe, sınıf, kültür vb. çatışmalarında oluşan bir tarihe sahiptir.
İlk insana baktığımızda doğanın acımasız ve zorlu koşullarında hayatta kalabilmek için sürekli bir arayış içerisine girmiştir. Bu arayışta kazandığı her bilgi insanın yaşama şansını arttırmış ve onu bilgiye ulaşma noktasında teşvik etmiştir. Ancak henüz ilkel olan insanın düşünme, kavrama, sorgulama düzeylerinin zayıf olmasında kaynaklı doğada meydana gelen kimi olaylara (gök gürültüsü, volkanik patlamalar, sel, deprem vb.) anlam verememesi, maddi dünyanın yanında insanların manevi dünyasını da yaratan etkenlerden olmuştur. Açıklayamadıkları bu olayları doğaüstü güçler olarak görüp kendilerine farklı farklı tanrılar yaratarak inanç sistemleri oluşturmuştur. İşte dinin çıkış noktası burasıdır yani insanın doğa karşısındaki zayıflığı, çaresizliği ve bir güce sığınma isteği kaynaklık etmiştir. Ancak zaman içerisinde insanın düşünme, kavrama ve sorgulama yapısı geliştikçe de inanç sistemleri değişime uğramış, tarihin her kesitinde bir şeylere inanmayı sürdürmüş ve kutsallaştırmaktan asla vazgeçmemişlerdir. Kısaca bu durum sadece ilkel insan topluluklarına ait olmayıp, totemler, putlar, çok tanrılı dinleri ve toplumsal yapının değişimiyle birlikte tek tanrılı dinlere geçerek günümüze kadar gelmiştir.
Geçmişte insanların dini inanışları iyiye, güzele, doğruya ulaşma ve aynı zamanda kötülüklerden korunma gibi bir içeriğe sahipken yeni bir toplumsal aşama olarak sınıflı toplumların oluşmasıyla birlikte din olgusu da değişime tabi tutularak yeni sistemle uyumlu hale getirildi. O artık insanların zor zamanlarında sığındıkları, medet umdukları bir güçten öte egemen sınıfların çıkarlarına göre biçimlenen halk üzerinde kullanılan etkin bir baskı ve sömürü aracı haline getirildi. Maddi yaşamı belirleyen üretim araçlarını elinde bulunduran egemen sınıfları, manevi dünyayı da buna yedekleyerek kendi egemenliklerini pekiştirip güçlendirme noktasında bir araç olarak kullanma yoluna gittiler.
Dinin siyasi gericiliğin bir dayanağı haline getirilerek egemen sınıfların elinde nasıl bir baskı ve sömürü aracı haline geldiği, geçirdiği evrelerle birlikte dinler tarihine bakıldığında bile rahatlıkla görülecektir. Yine günümüzde dinin en güçlü silahlardan biri haline gelmiş olmasının yarattığı sonuçları en iyi uygarlığın olduğu gibi tek tanrılı dinlerin de merkezi olan coğrafyamızda da görebiliriz. Dinin siyasi gericiliğin aracı kılınması ve yıkıcı bir güç haline gelmesi genel olarak bölgemizde hakim din olması boyutuyla İslam dinine mâl edilmiştir. Ancak buz dağının görünen yüzü bu olsa da esasta Yahudilik de (‘seçilmiş halk’ olma inanışından kaynaklı Hristiyanlık ve İslam’a göre çok daha sınırlı bir nüfusun dini olmasını getirmiştir) Hristiyanlık da İslamiyet kadar egemen sınıfların elinde bir silah olarak kullanılmıştır.
Haçlı Seferleri her ne kadar sömürgeci amaçlar için başlatılsa da halk kitlelerini arkalarına almak için kilise ve egemen sınıflar işbirliğine girerek ‘kutsal yerlerin’ (Kudüs) Müslümanların elinden kurtarılmak gibi ‘kutsal’ bir dava olarak sunulmuştur. Elbette dinin siyasallaştırılması ve kutsallık kisvesi altında ezilen halkların birbirine kırdırıldığına dair tarihte şimdi sıralayamayacağımız kadar fazlasıyla örnek var. Günümüzde aldığı biçimlerin ise hem tanığı hem de birebir etkisi altındayız. Bu yanıyla dünden ders çıkarmak görevimizken bugüne ve yaşadığımız bölgeye odaklanmalı, halk kitleleri için ciddi bir tehlike olan dinin siyasi gericiliğin temel bir aracı olması gerçeği ile mücadele etmeliyiz.
İnanç ve ibadet çerçevesindeki içeriğinden koparılıp bölgedeki emperyalist sömürü ve talanın manivelası olarak kullanılan din (İslam), egemenlerin elinde siyasallaştırılırken, halklar ve kültürler mozaiği de olan bölge savaş alanına dönüştürülmektedir. Egemenlerin iktidar mücadelesinde bölge halklarının ortak yaşam ve kültürel değerleri, hoşgörü vb. hümanist insancıl özleri öldürülüp halklar birbirine düşmanlaştırılırken, din ölmek ve öldürmek şekline büründürülmüş politik bir silah haline getirilmektedir. Emperyalistler arası kapışmaların ve paylaşımın arenası haline getirilen bölgede, emperyalistlerin çok çeşitli sömürü politikalarını ve BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) , “Yeniden Yapılandırma”, “Ilımlı İslam” vb. adlar altındaki projelerini egemenler bir taraftan yerli işbirlikçi iktidarlar aracılığı ile yaşama geçirirken diğer taraftan da emperyalistlerin oluşturduğu, geliştirdiği, besleyip palazlandırarak sahaya sürdüğü gerici, radikal dinci örgütler aracılığı ile de dinden beslenen siyasi gericilik geliştirilerek, çıkarılan savaşlarla bölge içinden çıkılmaz bir bataklığa dönüştürüldü. Halklara ise açlık, yoksulluk, ölüm, savaş, sömürü, ırkçılık, yağma ve talan “kader” olarak sunulmaktadır.
Ortadoğu bölgesinin bir parçası olan ülkemizde ise dini kendine payanda yapan siyasi gericiliğin temsilciliğini iktidar kliğinin sözcüsü olan AKP yapmaktadır. ABD’nin “ılımlı İslam” projesi çerçevesinde emperyalistlerce dinci-despotik Arap-İslam rejimlerine karşı alternatif “model” olması için iktidara getirilen ve ilk zamanlar kendini “muhafazakar-demokrat” olarak tanımlayan AKP kliği, “3Y”ye (Yolsuzluk, Yoksulluk, Yasaklar) karşı mücadele vaadiyle geniş kesimleri de yanına çekerek iktidara gelmişti. Ancak iktidarda bulunduğu 15 yıl boyunca kendi kliğinin kurumsallaşmasını sağlarken, eğitimden sağlığa, toplumsal yaşamdan kamu alanlarına devletin ve toplumun siyasal İslam’a göre şekillendirilmesi, dini normların yaşamın her alanına sirayet etmesi de dayatıldı, egemen kılındı.
Ülkenin zenginlikleri daha fazla emperyalistlere peşkeş çekilirken, “3Y” vaadinin aksine yağmanın, talanın, açlığın, yoksulluğun tavan yaptığı bir düzen inşa edildi. Ancak Erdoğan’ın da eşbaşkanlığını yaptığı emperyalistlerin BOP projesi ve AKP’nin rol model olmayı planladığı “ılımlı İslam” hayalleri çökerken, aynı zamanda Ortadoğu’da “oyun kurucu” olmayı planlayan TC’nin, “derin stratejisi”de “derin yalnızlık”la her taraftan duvara tosladı. Bugün AKP kliği ve egemenlerin iç ve dış siyasette yaşadığı tıkanıklık, siyasi ve ekonomik krizleri onları daha da saldırganlaştırmakta, “vatan”, “millet” normlarıyla savaş çığırtkanlığı yaparken ordusuyla, yargısıyla, tüm toplumun sesini kesip, baskı, zor ve yasaklarla toplumu tek tipleştirmeye çalışmaktadır. Ancak onca saldırı ve yasaklara rağmen halk kitlelerinin her geçen gün artan memnuniyetsizliği dipte müthiş bir kaynama nedenidir. Ülkemizde devrimci durum her geçen gün yükselmektedir. Bu yükselişi bir devrimci fırtınasına çevirmek komünist öncünün görevidir.