[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Seçim sürecinde yaşanan tartışmalara bakarak birçok sonuca ulaşmak mümkün. Gerçeklikten kopuk vaatler, uzay çalışmaları, köşe kapmaca sanılan uzayda koloni kapmalar, güneşli günler… Kuşkusuz seçim atmosferi hayal dünyasının sınırlarını zorlamaya izin veriyor. Beyin fırtınası gibi. Çözülmeyen sorun kalmıyor. Adayların el yükseltmesi yadırganmıyor. Bu gerçekliğin burjuva siyasete içkin olduğunu yani ilgili siyasetin, onun söyleminin özünde aldatmacaya dayandığı bilinir. Vaat diye sunulan birçok şey aslında birer yalandan ibarettir. Bu bağlamda burjuva siyasetçileri cesaretlendiren şey herkesin bu gerçeğin farkında olması fakat yine de herkesin bilmezlikten gelmesidir diyebiliriz. Bu başlığı bir kenara not düşerek farklı bir konuya düzen partilerinin söylemlerinden hareketle kitlelere yaklaşımını incelemeye çalışalım.
14 Mayıs seçimlerin Erdoğan için en zor seçimlerden olduğu kesin. Bu durumun farkında olan Erdoğan ve hempaları kutuplaştırıcı, gerilimi tırmandırıcı söylemlerin yanında akıl sınırlarını zorlayan açıklamalar yapmaktan geri durmuyorlar. Kitlesini konsolide edebilmek için eldeki en iyi ve daha önce denenip büyük ölçüde olumlu sonuçlar alınmış bir yöntem yani toplumsal gerilimi tırmandıran söylemleri ısrarla tekrarlamak söz konusu. Bununla birlikte Erdoğan önümüzdeki seçime psikolojik üstünlüğü kaybetmiş olarak giriyor. Bu durum Erdoğan’ı ve şürekâsını adeta çileden çıkartıyor. Herkes aklına ilk gelen şeyi ama en uçuk olanı söylesin diye bir oyun oynanıyor. Bu oyunun adı da demokratik seçim yani halk iradesinin tecelli edeceği demokrasicilik oyunu oluyor. Gerçekleşmeyecek vaatlerin dışında çok rahat bir şekilde yalan söylenebiliyor. Örneğin İzmir mitinginde Erdoğan, Adnan Menderes Havalimanı’nı kendilerinin yaptığını söylemekte bir sakınca görmedi. Halkı ağızlarından çıkan her sözün doğru olduğuna inanması gereken cahil kalabalıklar olarak algılıyorlar.
Kifayetsizlikte ipi açık ara göğüsleyen Soylu seçim meydanlarında topladığı bir avuç partilisine “ilginç” açıklamalarda bulunuyor. İlginç diyoruz; fakat söz konusu Soylu olunca her şey olağanlaşıyor. Kapasitesi sınırlı fantezi dünyası geniş bu vasıfsızlık örneği, iktidar değişirse insanlarla hayvanların evlendirileceğini söylediğinde pişkince sırıtıyordu. Karakterine uygun bu ifadelerle fantezi dünyasına iddialı bir giriş yaptı. Bu ifadelerin halkta karşılık bulacağını beklemek olsa olsa ahmaklıktır. Ki söylemin sahibi de bu sıfata layıktır.
Meydanlarda bir avuç insanı zor toplayan bu ucube karakter hıncını Kürtlere hırlayarak almaya çalışmaktadır. Kürtlere ve LGBTİ bireylere hakaretler yağdırıp popülaritesini artırmak isteyen Soylu bu kez hedef tahtasına bir reklam filminin sloganını oturtup Türk aile yapısına karşı hazırlanan komplonun boyutuna dikkat çekti! İşte size siyaset sahnesinin en ucube karakteri Soylu’dan yeni inciler! Kuşkusuz Soylu’yu bu kadar rahat ve bu pervasızca o sınırlı aklına geleni söylemeye iten şey halka reva gördüğü yönetilebilir olmaktır. Bu ve benzerleri için halk biat etmek ve egemenlerin söylediklerini alkışlamakla yükümlüdürler. Sesleri ne kadar çok çıkarsa yani ne kadar çok hırlarsa o kadar alkış kopacağına inanıyorlar.
14 Mayıs seçimlerini 15 Temmuz darbe girişiminin devamı olarak tanımlayan Soylu seçimlere “siyasi darbe girişimi” diyerek yeni bir tartışma başlattı. Her fırsatta dile gelen “millet iradesi” bir çırpıda darbe olarak yaftalandı. Hal böyle olunca iktidar değişikliğine hazırlananlar Soylu’nun ilgili açıklamalarına tepkiyle karşılık verdiler. Soylu’nun açıklamalarının seçimlerin meşruiyetine gölge düşürdüğünü ifade edip sözlerini yadırgadılar; çünkü söz konusu olan Türk demokrasisinin geleceğiydi! Soylunun sözleri halk iradesinin yani demokrasi masalının nasıl bir çırpıda hiçleştirildiğine iyi bir örnektir. Sandık ve demokrasi güzellemelerinin gırla gittiği koşullarda Soylu sandıktan darbe çıkartıp bugüne kadar ikna edilmeye çalışıldığımız hikâyenin aldatıcı özelliğini farkında olmadan ifşa etmiştir. Evet Soylu’nun esas amacı toplumsal kutuplaşmayı derinleştirip kitlesini konsolide etmek ve topluma korku vermektir. Bununla birlikte ilgili sözlerin diğer bir anlamı da sandıktan çıkan ve adına halk iradesi denen şeyin aslında egemenlerin çıkarlarıyla doğrudan ilişkisidir. Soylu kendisine oy vermeyenleri yani sandıktan çıkan “irade”yi darbeci ilan ederek bir anlamıyla devletin karakterini özetlemiştir. Çünkü hâkim sınıflar için halk zapturapt altına alınması gereken yığınlardan ibarettir.
Erdoğan’ın başdanışmanı Mehmet Uçum, Soylu’nun bıraktığı yerden devam ederek olası iktidar değişikliğini Türkiye’nin bağımsızlığına darbe diye tanımladı. Siyasi iktidarın bu sözcüsü kendi iktidarı altında gerçekleşecek seçimleri ülkenin bağımsızlığına vurulmuş darbe olarak tanımlamaktan geri durmayacak kadar cesur! Kapı kapı dolaşıp para dilenen, emperyalist güçler arası çelişkilere bel bağlayıp dış politika belirleyen, Biden’den randevu kapmak için adeta yalvaran, olmayınca da soluğu Akkuyu Nükleer Santral açılışına getirmek için Putin’in kapısında alanlar bağımsızlık masalı anlatmakta bir beis görmezler. Ve bunlar, bağımsızlığın kendi karakterlerinde mevcut olduğunu söyleyip yönetme yeteneğinin sadece kendi fıtratlarında olduğu zırvasını tekrarlamaktan geri durmazlar. Çünkü halk, bunların gözünde yönetme kabiliyetinin yalnızca hâkim sınıflara özgü olduğuna kanidir.
Tecavüzü “çocuğun rızası var” diye meşrulaştıran sözleri ile hafızalara kazınan Bozdağ 14 Mayıs akşamı “ya şampanya patlatıp kutlayanlar ya da alnını şükür için secdeye koyanlar”ın kazanacağını söyleyip imana sığındı. Hatırlanacaktır Erdoğan da Kürtlere Kur’an dağıtıyordu. Kendilerini her konuda otorite olarak görüp halka hep doğruyu gösterme ödevine sıkı sıkıya sarılan bu din bezirganları kendilerine her şeyi helal saymakta sakınca görmüyor; diğer taraftan halka ise hep takvayı hatırlatıyorlar.
Siyaset sahnesinde vasatlık ortalamasını aşağı çeken bir diğer karakter Binali Yıldırım ise seçimleri “işgalcilere karşı istiklal mücadelesi” diye tanımlayıp milli duyguları körüklemeye soyundu. Sandıktan çıkacak “irade” bir anda işgalci oldu. Yeni istiklal mücadelesinin neferlerinden biri bu defa bir barondu. Yıldırım baron sıfatını korumaya kararlı bir şekilde cepheye atıldı. Meclisi müsamere salonu ile karıştırıp kürsüde elinde Türk bayrağı ile İstiklal Marşı’nı okumaya soyununca her şeyi yüzüne gözüne bulaştırdı. Önündeki kâğıdı okumaktan aciz bu karakter kendi egemenliği için halkı elinde tuttuğu bayrağın arkasında hizalanmaya çağırıyordu; çünkü o bayrak kendi egemenliğinin diğer bir ifadeyle baronluk sıfatının örtüsüydü!
Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı Bahçeli matematiğe eziyet etmeye yemin etmiş olacak ki yeni bir formülle halka matematik dersi vermeye soyundu. Katıldığı bir iftar programında “3 bölge var İstanbul’da. Toplam milletvekili sayısı 98; 9 artı 8 eşittir 17; bugün 17 Mayıs ise Kadir Gecesi” deyip ardından “bu tesadüf müdür” diye sordu. İşte bu akıl yürütmenin, daha doğrusu zırvanın sahibi ülke yönetiminde kendini halktan yetenekli görmekte dahası halktan, önünde sıraya girip uzattığı elini öperek kendisine biat etmesini beklemektedir. Bahçelinin matematikle ilişkisi eğitim sisteminin içler acısı durumunun da özetidir.
Edebiyatın en ucube karakterlerini kıskandıran performanslarıyla burjuva siyasetin ilgili şahısları arasına Erdoğan’ın kötü bir karikatürü olarak İnce de girdi. Hatırlanacaktır önceki seçimin kahramanı, dahası halkı tek adam rejiminden kurtaracak ikinci tek adamıydı. Gelinen noktada adaylığı Erdoğan’ın hamlesi olarak yorumlanmaktadır. Adaylık için yüz bin oy toplamakta zorlanınca “istesek bir günde toplardık bilerek toplamadık” diyecekti. Dahası kaybettiği seçim gecesi nerede olduğuna dair soruya hâlâ cevap verememiş bu zat şimdi seçim meydanlarında “sandıkları korumak benim işim” deyip adeta insanların aklıyla alay ediyor.
İktidara değil de muhalefete muhalefet ederek seçim çalışmasını yürüten, bir ayağı şov dünyasında bir ayağı meydanlarda olan İnce, kötü bir şovmen; fakat katıksız bir faşist olarak Trump ile Soylu’yu kendi karakterinde bütünleştirmektedir. Hatırlanacaktır Akşener masaya tekme savurup kalktığında, İnce sanal medya hesabından bir çağrı yapıp “ben cumhurbaşkanı olayım sen de başbakan ol” demişti. Akşener ise o sıralarda medyadan cumhurbaşkanı adayı beğeniyordu. Sahi Ersan Şen’e ne oldu?!
Kendisine sorulan soru üzerine Demirtaş ve Kavala’nın “adil yargılanmadığını düşünmüyorum” diyerek Kürt karşıtlığı gömleğini giyip Kürtlere dünyayı dar edeceği tehditleri savurdu. İşte dünün kahramanı, bugünün kötü bir Erdoğan karikatürünün incileri.
Türk hâkim sınıfları yalnızca ekonomik açıdan değil karakter olarak da zayıftır; daha doğrusu ekonomik zayıflık, vasıfsız karakterler yığını ile örtüşmekte bu iki özellik birbirini tamamlamaktadır. Bu ucube karakterler birer türedi olarak hâkim sınıfların sözcülüğünü yürütmektedirler ve halkın kaderi, kendi kaderleriyle birebirmiş gibi anlatıp palazlanmaktalar.
Hâkim sınıfların ikinci kanadının adayı Erdoğan canhıraş bir performans sergileyip kendisine yakışanı yaptı. Çömezlerinin vaatleri ve fantezi dünyasının sınırlarını aşıp “emri önce Allah’tan aldığını” söyleyip şimdilik ne bildiğini ilan etti.
Kılıçdaroğlu “Atatürk Havalimanı” başlığıyla paylaştığı videoda ABD’deki Sierra Nevada şirketi ile havacılık ve uzay çalışmalarını yürüteceklerini söyleyince siyasal iktidar tepkiyle karşılık verdi. Erdoğan sık sık seçim meydanlarında muhalefetin İHA -SİHA üretimini durduracağından bahsediyor. Kılıçdaroğlu ise kısa bir süre önce savunma sanayinin tek başına özel sermayenin elinde olmasını eleştirmişti. Yaşanan tartışmalar savunma sanayinin hangi sermaye gruplarının elinde yürütüleceğine dair bir tartışmadır. Erdoğan damadının sahibi olduğu şirketin imkânlarını kaybetme riskinden duyduğu rahatsızlığı halkın da duymasını istiyor. Kendi çıkarlarını cafcaflı sözlerle halkın çıkarıymış gibi anlatmada pek mahirler. Dahası milli savunma aldatmacasıyla Baykarların devletten aldığı destekleri Babacan kısa bir süre önce gündeme taşımıştı.
Soğan almakta zorlanan halka çoğu insanın alamayacağı TOGG ile avunmasını salık veren Erdoğan köşeye sıkışmış durumda. Bir tarafa kendisini bir tarafa patates soğanı koyan Erdoğan tercihi kendisinden yana yapılması gerektiğine dikkat çekip “beni patates soğana kurban etmeyin” diye adeta yalvarıyordu. 20 yılın sonunda Erdoğan manav tezgâhlarına düştü. 14 Mayıs seçimlerine böylesi bir tabloda girildi. Emekçi halkın sorunlarına yalnızca birer seçim vaadi olarak bakan hâkim anlayış, halkı her koşul altında kendi egemenliklerinin hazır güçleri olarak tanımlıyorlar. Kendi çıkarlarını halkın çıkarıymış gibi sunup sabrı, yoksulluğu, sefaleti, takvayı halka reva görüyorlar. Halk onlara biat edip egemenliklerini alkışlamakla yükümlü; fakat kendilerinin kumaşında egemen olmak var. Haliyle her şey kendilerine haktır.
Halkımızı bu pespaye karakterlerden kurtarmak sorumluluğumuz tüm yakıcılığı ile orta yerde durmaktadır. “Sarıl güne sarıl saate” diyerek özgürlük patikalarında adımlarımızı hızlandırmanın vaktidir.