Uzun süredir Alevi hareketinin sürece dair durduğu yer ve yaşanan saldırılar karşısında aldığı tutum ve iç işleyişinde yaşadığı sorunlara dair çeşitli eleştiriler yapılmaktadır. Alevi kurumları ise bu eleştirileri zamana yayarak geçiştirmekte ya da yapılan eleştirilere sessiz kalarak girdikleri yolda yürümeye devam etmektedirler.
Alevilere yönelik uzun süredir sürdürülen asimilasyon politikasında istenilen ve hedeflenen amaca tam olarak ulaşılmadığı için 1990’lı yılların başından itibaren bu saldırılara yeni bir konsept eklendi. 1992 yılında Tansu Çiller döneminde İzzettin Doğan eliyle geliştirilmekte olan ve demokratik hakları için kamuoyunda yer alan Alevi hareketine içeriden müdahale yapılmaya başlandı. Kurulmakta ve gelişmekte olan Alevi hareketi İzzettin Doğan vasıtası ile ilk bölünmeyi yaşadı. Ekonomik yardımlar yapılarak Alevilerin kendi lokmaları ile yapılan cemevleri yerine Cem Vakfı’na verilmek üzere cemevleri yapıldı. Cemevlerinde Türk-İslam sentezi ile eğitim gören dedeler eğitildi.
Kırdan kentlere göç eden Alevilerin inanç alanına müdahale etmek için hazırlıklar yapılıyordu. Diğer yandan CHP’li belediyeler de kendi bulundukları yerellerde Alevilerin yaptıkları cemevlerine yardımlar yapmaya başladı. Hatta büyük binalar “lüks” cemevleri yapılmaya başlandı. Ankara’daki Hacı Bektaş Vakıf Binası da bu sürecin ilk örneği oldu. Kısacası fiili yok sayma, katliamlarla susturmaya yönelik saldırıya birde içeriden “iyi polis” rolü ile kendisinin belirlediği ve öngördüğü Alevileri yaratma politikası eklenmeye ve bu süreçten itibaren esas alınmaya başlandı. Ancak 1990’lı yıllardaki devrimci-demokratik mücadelenin ileri noktada olması, Kürt halkının en ileri düzeyde mücadelesi, Alevilerin de kendi hakları için örgütlenmeleri ve talepleri etrafında buluşmaları, bu anlamda demokratik mücadele alanında önemi yer kaplamaları ile bu saldırı istenilen düzeyde ilerlemedi.
2010 sonrası demokratik Alevi hareketinin, temel taleplerinden geri noktaya düşmesi iç işleyişlerindeki tıkanıkları aşamamaları nedeni ile içeriye kapanma sürecine girildi. Devlet, bu kapanma sürecinde içeride yerleşenleri harekete geçirdi ve içerideki müdahalelerle yeni adımlar atılmasını sağladı.
AKP iktidarında Davutoğlu’nun Başbakanlığı sürecinde başlayan “Alevi Çalıştayları” ile siyasal sürecin ağırlığı da gösterilerek “devletin Alevisi” hamleleri başlandı. Bu hamleler, Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Doğan Demir üzerinden yapılmaya başlandı. Bu süreç aynı zamanda Alevi hareketinin demokratik işleyişinde tasfiye hamlelerinin yapıldığı süreçtir. Görevden almalar, atamalar (darbeler) gibi Alevi hareketinde olmayan yöntemlerin de denendiği dönemdir. Bu dönem demokratik Alevi hareketinin rotasının değiştirilmesinin başlatıldığı bir sürecin de adımları oldu. Bu kişileri daha sonra Davutoğlu’nun partisinden kurucu üye olarak görmeye başladık.
Diğer yandan AKP’nin dönem dönem uyguladığı bu politikaları yerellerde CHP’nin de uyguladığını görüyoruz. Hatta Alevi kurumları CHP’yi kendi partisi gibi görerek iş ilişkilerinde daha derin ve ileri noktalara varan diyaloglar kurmaya başladı. Sahil bölgeleri başta olmak üzere cemevlerini CHP’liler yapmaya, yönetimlerini seçmeye, hangi Alevi kurumuna vereceklerine karar vermeye başladılar. İbadet alanlarını inşa eden ve Alevilere tahsis eden siyasal güçler (AKP-CHP) Alevilerin nasıl yaşamaları ve düşünmelerini de sağlamak istiyorlardı.
Geçen dönem yerel yönetimleri kaybeden AKP’nin genel olarak düşüş sürecine girmesi CHP’nin iktidar olmaya yönelik seçeneğini artırmaktadır. Yaşadığımız ekonomik ve siyasi kriz tüm alanlarda hissedilmektedir. Bu krizin yönetilmesi için toplumun önemli dinamiği olan Alevilerin CHP’ye yedeklenme döneminin ikinci evresine geçilmektedir. Cumhuriyetin ilk döneminde CHP ile yaşanan süreç, Kılıçdaroğlu-İmamoğlu dönemi ile tekrar edilmek istenmektedir.
Bu süreci, “2021 Hacı Bektaş Yılı” vesilesiyle Nevşehir Hacı Bektaş etkinlikleri ve İstanbul’da yapılan Hacı Bektaş etkinliklerinde görebiliriz. Bugüne kadar Alevileri sadece kendine yedekleyen, seçim sürecinde hatırlayan CHP; bu politikanın artık Aleviler için kabul görmeyeceğinden dolayı artık bu tarzın değiştirilmesi gerektiğini bilmektedir. Öyle ki Hacı Bektaş yılında Bektaşi kültürü üzerinden Hacı Bektaş-i Veli’nin sadece “hoşgörüsü” topluma şırınga edilmek istenmektedir. Alevilerin yaşadıkları acılar, bu acılar karşısındaki direnişlerinin adeta üstü örtülüyor. Bunu Hacı Bektaş’ta ve İstanbul’da CHP’lilerin yapması anlaşılır ancak Alevi kurumlarının ve yöneticilerin bunu yapması, Alevileri götürmek istedikleri yeri bize göstermektedir. İstanbul’daki etkinliklerde Alevi kurumlarının “tarihi buluşma” yaklaşımları adeta tarihlerini inkâr eden bir tutumdur. Bunlar Alevi kurumlarının başında bulunan tasfiyecilerdir.
CHP’nin bu süreçteki adımlarının bir yanı yaklaşan genel seçimlerde kendilerinden uzaklaşan Alevi oylarının tekrar geri alınması, ikinci yanı ise bugün süren krizde Alevileri kendi politikaları etrafında yedeklemektir. Hacı Bektaş’taki etkinliklerde CHP ağırlıklı bir programı görmekteyiz. Aleviler de bu programın sadece küçük bir parçası oldular. Kısacası her iki program da Alevileri CHP’ye teslim etme ya da teslim alma hamlesidir.
Alevilerin yaşanan süreçte kendi içlerinde kurumlarına rağmen bağımsız ve temel talepleri etrafında atılacak adımlar ile bugüne kadar olduğu gibi bugün de direnişi örebilirler. Bu demokratik, fiili mücadele yolları asla akıldan çıkarılmamalıdır. Önümüzdeki süreçte bekleyen bu önemli tehlikeye karşı, Aleviler kendi dinamikleri ile temel talepleri etrafında mücadeleye sarılmak zorundadırlar.