[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Sınıfların analizi Marksist bir programın temel öğelerindendir. Toplumun niteliğini ve gelişim yönünü belirlemek bakımından özellikle egemen- yöneten sınıfları analiz etmek ve tanımlamak materyalist tarih biliminin olmazsa olmazıdır. Bu nitelik ve gelişim yönü hiç kuşkusuz değişmez değildir. Her şey gibi toplumsal yapılar da çürür ve değişmeye zorunlu hale gelir; değişimin kaçınılmazlığı kesin olmakla birlikte bunun nasıl olacağı ve hangi biçimlerde ilerleyeceği bu yapıları belirleyen sınıfların savaşımına bağlıdır. Tarihin bu biçimde okunması Marksizm’in temel özelliğidir. Bu nedenle Marksist bir program sınıfların analizine özel bir önem verir. Bunu yapmakla o proleter hareket için devrimci çalışmaların eksenini, biçimlerini, temel konularını da belirlemiş olur.
Şunu daha önce de vurgulamıştık: Bir toplumsal sürecin çok sayıda çelişkisi olsa da bunlardan sadece bazıları sürecin niteliğini belirler. Bu çelişkilerin hangileri olduğunu keşfetmek Marksist hareketin hem ana görevi hem de onu diğerlerinden ayıran temel özelliklerinden biridir. Marksizm herhangi bir toplumsal süreci belirleyen bu çelişkilerin ekonomik uzlaşmazlıklarda olduğunu savunur. Buna göre insanlık tarihi ekonomik koşulların sürekli gelişmesiyle açıklanır. Genel olarak üretim araçlarının gelişmesi üretim ilişkilerinin de gelişmesini sağlar, üretim araçlarının gelişimini engelleyen bir nitelik gösterdiğinde de bu ilişkiler değişmeye zorlanır. Üretim araçlarının gelişimini engelleyen bir özellik kazandığında üretim ilişkileri yozlaşır ve artık çürümeye yüz tutmuş bir yapıya dönüşür. Ekonomik uzlaşmazlıklar bu koşullarda belirginleşir ve sınıflar arasındaki savaşım da bir sınıfın diğerini yok edeceği bir devrimci dönüşüm safhasına doğru evrilir. Marksist program belirli bir ülkedeki söz konusu ekonomik uzlaşmazlıkları tanımlayarak devrimci dönüşümün eksenini ve biçimlerini açıklar.
İYİLİK HAREKETİ DEĞİL DEVRİMCİ HAREKET
Ekonomik uzlaşmazlıkların yerine başka türden çelişkileri temel almak veya bunları toplumsal devrimci dönüşüm süreçlerinin belirleyici ya da başlıca çelişkileri olarak öne çıkartmak tarihin bu bilimsel kavranışına karşıtlık içerir. Sadece genel olarak değil, özel olarak da bir toplum içindeki diğer ve başka türden çelişkileri başlı başına ele almak, ekonomik uzlaşmazlıklar temelinde değerlendirmeden konu etmek Marksizm’den uzaklığa ya da uzaklaşmaya denk düşer. Toplumlardaki tüm çelişkiler nihayet ekonomik uzlaşmazlıklar tarafından belirlenir. Bunun politik alandaki yansıması, süreçleri sınıflar arasındaki mücadele olarak kavramaktır. Toplumsal çelişkilerin “kaderi”ni sınıflar arasındaki savaşım belirlemektedir. Komünist hareketin bir sınıf hareketi olması, onun tüm özelliklerinin işçi sınıfının tarihsel rolü ile açıklanabilir olması bu görüşün doğal sonucudur. Genel ya da özel örgütlenmeler kapsamında hareketimizi sınıf savaşımı, genel bir ifadeyle ekonomik uzlaşmazlıklar içinde tanımlamayan yaklaşımlar bu temel öğretiyi kavramak bakımından sakattır. Bu yaklaşımlar sorunludur. Çünkü bunların üreteceği hareket bir komünist hareket değil, sınıfla dayanışma içeren bir hareket de değil olsa olsa “iyilik hareketi” olabilir! Amacı devrimi açıklamak olan bir Marksist programın “iyilik hareketi” üretmek özelliği taşımayacağı açıktır…
Sınıfların analizi devrimci çalışmaların temel bir öğesi olarak kullanılmalıdır. Herhangi bir alandaki kitle çalışmasında hangi sınıftan insanlara hangi sınıfın çıkarları temelinde yaklaştığımızı bilmezsek eğer devrimci ve sürekli bir çalışmadan söz edemeyiz. Komünist hareketin her örgütlenmesi, her ilişkisi, dolayısıyla her çalışması devrimin özelliklerini gösterir. Hangi sınıflara karşı hangi sınıfların çıkarları temelinde örgütlendiğimizi ve bu çıkarların nihayetinde belli bir sınıfın, işçi sınıfının çıkarlarıyla çakıştığını bilmek devrimi bilinçli bir eylemle gerçekleştirmek anlamına gelir. Sınıflar analizini tüm çalışmaların temel öğesi olarak kullanıyor olmak bilinçli Marksist eylemin olmazsa olmaz özelliğidir. Bunu ihmal eden çalışmalar devrimci görünse bile, hatta kitlelerin andaki çıkarlarını gerçekleştirmeyi içerse bile bilinçli bir Marksist eylem olarak değerlendirilemez.
MİLLİ VE DEMOKRATİK KARAKTERDEKİ SINIFLAR
Bir devrim çizgisi toplum içindeki, zaten uzlaşmaz olan sınıfları birbirinden ayırmamızı sağlar. Devrim dediğimiz toplumsal dönüşüm hareketi bazı sınıfların çıkarlarına uygun olmakla birlikte bazı sınıfların çıkarlarıyla kesinlikle uyuşmaz. Sömürü sistemlerinde egemen sınıfların varlığı, kendilerini yeniden üretebilmeleri doğal olarak sömürülen sınıfların varlığıyla olanaklıdır. Onların var olmaları ötekilerin varlığıyla açıklanabilir sadece. Dolayısıyla bu sınıflar arasında uzlaşma olabileceği görüşünün bir gerçekliği yoktur. Bu sınıflar arasındaki ilişki uzlaşmazdır. Ekonomik uzlaşmazlık dediğimiz şeyin özü budur. Devrim karşısındaki konumlanışları onları birbirinden ayırt etmemizi, her birinde diğerinden farklı özellikler görmemizi sağlar.
Örneğin egemen sınıfların düzene bağımlılıkları, onları devrim olanaklarına ve olasılığına karşı düşmanca davranmaya iter. Kendilerine ayrıcalıklar sağlayan düzen onlar için değiştirilemezdir, dolayısıyla bu düzenin korunması kendilerini gerçekleştirmeleri kadar doğal, zorunlu bir davranıştır. Bunun nedeni “kötü” olmaları değil “kendileri” olmalarıdır. Sınıflar arasındaki mücadelenin nihayet zora başvurularak tamamlanması bu nedenle kaçınılmazdır. Bu sınıfların niteliği kavrandıkça toplumsal yapı kavranır ve toplumsal yapının tüm araçları hakkında en temel bilgiler de sağlanmış olur. Siyasi partilerin veya çeşitli türden siyasi yapıların dayandığı temellerin kavranması bu sınıfların özelliklerinden hareketle gayet olanaklıdır.
Bizimki gibi ülkelerde emperyalizmin ve feodalizmin egemenliği bu güçlerin somutlaşmasını sağlayan sınıfların niteliği ortaya konduğunda gayet anlaşılır hale gelir. Öyle ki bu sınıfların egemenliğine rağmen hem emperyalizmin hem de feodalizmin ya da bunlardan birisinin tasfiyesinden söz etmenin bir karşılığı olamaz. Bu iki egemen yapının tasfiyesi bunları somutlaştıran egemen sınıfların alt edilmesiyle olanaklıdır. Bizimki gibi ülkelerdeki tüm ekonomi politikalarının bu sınıfların çıkarlarıyla tam uyumlu olması aksi yöndeki beklentilerin ya da yorumların gerçek dışılığını gösterir. Bütün bir sınıflı toplumlar tarihi boyunca “kendini yok eden sınıf” örneğine rastlanmamıştır. Çünkü sınıfların varlığı sömürü ilişkilerini içerir. Bu konuda tek farklı, bu anlamda “ayrıcalıklı” sınıf proletaryadır. Proletarya kendini de ortadan kaldıracak yegâne sınıftır. Çünkü proletarya sömürülen son sınıftır: Bu özelliği nedeniyle kendini gerçekleştirme olanağı kendini sömüren sınıfı yok etmesiyle birlikte yok olur. Kendini ayrıca gerçekleştirme olanağına sahip olmayan proletaryanın burjuvazi ile mücadelesi bu yüzden tarihin sınıflar tarihi olarak sonlanması anlamına gelir. Onun dışındaki tüm sınıflar “kendilerini yok etmek” gibi bir özellik göstermezler. Onların varlığı sömürü koşullarını üretmeyi içerir.
Egemen sınıfları tanıdığımız durumda ülke ekonomisinin özellikleri hakkındaki yorumlarımız doğru ve daha da önemlisi tutarlı hale gelir.
Örneğin tarımdaki genel zayıflığa rağmen bunun son dönemdeki politikalarla daha da zayıflatılmış olması ülke ekonomisinin “ulusal” (“ulusal” olmaktan kastımız bağımsızlıktır) ve demokratik özelliklerden tamamen uzak olmasıyla ilgilidir. Egemen sınıfların ulusal ve demokratik ilkelere dayanmadığını tarımdaki genel zayıflıktan hareketle rahatlıkla ileri sürebiliriz. Egemen sınıfların ayrıcalıklarını korumanın bir gereği olarak köylülerin toprak sorunu çözülmemekle birlikte teknolojinin gelişmesine paralel zaman içinde tarım alanındaki tüm üretim emperyalizmin çıkarları doğrultusunda daraltılıp ulusal ve demokratik gelişimin zıttı bir hat izlendi. Bu politikaların yarattığı sonuç üretici köylü kitlelerinin üretimden büyük oranda soğuması olmuştur. Ülke ekonomisinin ulusal ve demokratik bir nitelik kazanarak gelişmesinin koşulu emperyalizmin çıkarları doğrultusundaki politikaların, köylüleri üretimden soğutan, hatta uzaklaştıran, demokratik olmayan çürümüş üretim ilişkilerinin sonlandırılmasıdır. Bu da bundan çıkarları olan egemen sınıfları tanımaktan, mücadelenin bunlara karşı geliştirilmesinden ve nihayet bunların alt edilmesinden geçer.
PROGRAM SINIFLARI UZLAŞMAZLIKLARI İÇİNDE ÖĞRETİR
Ekonomik uzlaşmazlıkların tüm biçimlerinin faaliyetin olduğu tüm yerlerde somut olarak araştırılması, bunların her birinin diğer çelişkilerle bağlantısının kurulması ve gelişim yönlerinin açığa çıkarılması Marksizm’in uygulanması olarak kavranmalıdır. Bunun için egemen tüm fikirlerle ve bu fikirleri her gün üreten yapılarla ve bunların beslendiği koşullarla sıkı bir biçimde ve her parçada mücadele etmek gerekir. Diyebiliriz ki sınıf savaşımının somut sahnesi budur. Ekonominin dayandığı sınıf uzlaşmazlıkları özellikle politika alanında her gün üretilen demagojilerle etkin bir şekilde gizlenmektedir. Bunun sadece egemen sınıflardan gelen bir eylem olduğu sanılmamalı. Bu aynı zamanda ve belli durumlarda daha etkin olarak devrimci hareketin kendinden, kitlelerin kendiliğinden hareketinden de gelir. Sınıflar arasındaki uzlaşmazlığın üzerini örten ya da örtmeye elverişli olan birçok toplumsal sorun, olgu, çelişki vardır. Ekonominin dayandığı sınıf uzlaşmazlıkları bunların özündedir ve bu özün açığa çıkarılması özel bir çaba ve dahası özel bir inceleme yöntemi gerektirir. Kuşkusuz devrim hareketi bunların her biriyle ilgilidir; bunlar var oldukları ölçüde devrim hareketinin ilgi sahasında olurlar. Fakat bunlar oldukları gibi değil özleri açığa çıkarılarak ve özleri hakkındaki tam bilgiyle birlikte değerlendirilmek zorundadır.
Kitlelerin kendiliğinden kavrayamayacağı, kavrayamayacağı için de sınıf ayrımlarını gözetmeden ilişkileneceği bu türden çelişkiler diyebiliriz ki kitleleri maniple etmenin en etkin araçlarıdırlar. Sanat alanında, hukuk alanında, çeşitli önyargılarda, cinsiyetçilikle ilgili sorunlarda vs. bu manipülasyonlara sıklıkla rastlanır. Uzlaşmaz sınıflardan gelen akımların bu sorunlarda birleşmeleri gayet tabii olarak gerçekleşir. Oysa bu birleşmelerde her defasında uzlaşmazlık gerçekliğinin üzeri örtülür ve dolayısıyla devrim düşüncesi törpülenir. Bu nedenle ilgilendiğimiz sorun herhangi bir sıradan sorun da olsa onu sınıf savaşımı içinde kavramak, ekonomik uzlaşmazlıklar kapsamında yorumlayarak açıklamak önemli bir ayrım noktamızdır. Programın sınıflar analizini içeren bölümü bunu yapma yeteneği verdiği için özel önemdedir.
Üretim ilişkilerinin hangi özelliklere sahip olduğunu, hangi toplum düzenini temsil ettiğini, hangi egemen yapıların, dolayısıyla sınıfların üretimini içerdiğini açıklayan bir özet program bize devrimi örgütlemek için verilmiş bir anahtar gibidir. Emekçilerin sömürülmesinin, emeklerinin gasp edilişinin ve mülksüzleştirilmelerinin biçimlerini ve koşulları içeren bu özetle birlikte faaliyet alanlarımızı tanımak, incelemek mümkün olacaktır.
Bu türden bir program açıklamasının bize düşünce alanında önderlik etmenin koşulunu sunacağını özellikle bilmeliyiz. Kitlelerle ilişkilerimizde bizim önderlik olduğumuzu nasıl somutlaştırabiliriz? Hepimiz iyi biliyoruz ki “önderlik benim” demekle kitleleri önderliğimize ikna etmemiz olanaksızdır. Bunun anlamlı bir durum olmayacağı da açıktır. Bunun için programın sunduğu analizin araştırmalara konu edilmesi gerekir. Bu olmadan önderlik hayata geçirilemez ve sürdürülemez.
GERÇEĞE UYGUN HAREKETİN ÜSTÜNLÜĞÜ
Dogmatizme ve sekterliğe karşı Marksist hareketin biricik ve yetkin silahı daima toplumsal ve ekonomik gelişmenin gerçek koşullarına uygun bir çizgi izlemesi olmuştur. Sınıflara dair analiz de bunun güçlü bir parçasıdır. Programın güçlü ve açıklayıcı, net ve uygulanabilir bir sınıflar analizi sunması ondan doğacak hareketin dogmatizme düşmesine engel olabilir. Kabul edilmelidir ki devrimin hangi sınıfların birliğine gereksinimi olduğunu doğru belirlemek, çeşitli sınıfları bir araya getirme sorumluluğu sekterizmi düşünsel boyutta olanaksızlaştırır. Elbette programa rağmen dogmatizm de sekterlik de olasıdır: Bu hastalıkların program sayesinde ortaya çıkamayacağını ileri sürmek pratiğin belirleyiciliğini inkârla eş değerdir. Bununla birlikte zihinlerdeki berraklık pratiğe yön vermek bakımından dikkate değer kabul edilir. Zihni açık bir devrim hareketi için dogmatizm de sekterlik de kolaylıkla alt edilebilir zaaflardır. İşçi sınıfının konumlandığı noktadan gelişecek bir hareketin dogmatizmle ve sekterizmle mücadelesi uzlaşmazlık gösterir. Bunun başka bir ifadesi şudur: İşçi sınıfına dayanan bir hareket dogmatizmin ve sekterizmin kaynağı olan aydınlara, entelektüel önderlere gereksinimi ortadan kaldırır. Bunların devrimdeki rollerinin önderlik olamayacağı bilgisi sınıf analizlerinde açıkça ifade edilir…
Komünist bir hareketin önderlik görevini somutlaştırdığımız yer halkın kendiliğinden olan, dağınık ve amaçsız hareketine onu kurtuluşa yönlendiren bir politik programın müdahale etmesidir. Kurtuluşu onun kendi eylemi olacaktır; bunun için onun kendi eylemini politik bir seviyeye çıkarmak dışında bir şey söz konusu değildir. Bu politik seviyenin veya gerçek kurtuluşun açığa çıkmasının dayandığı halka, halktan sınıflarla egemen sınıflar arasındaki ekonomik uzlaşmazlıklardır. Komünist hareket için bu politik seviye kitlelerin kendiliğinden hareketiyle bağlıdır ve asla ondan kopuk bir içerikte olamaz. Sınıf analizleri bu bağı en net biçimde ortaya serer. Böylece komünistlerin emekçilerin ve sömürülen tüm nüfusun gerçek tek politik temsilcisi olduğu söylenmiş, ilan edilmiş olur. Komünistlerin bunu iddia etmesi çoklukla dikkate alınmaz veya alaya alınır, hatta “mührü kendine vurmak” gibi kavramlarla anlamsız görülür. Oysa komünistlerin tüm tarihi incelendiğinde kendilerini tam olarak bu noktaya yerleştirdikleri açıkça görülür. Ne Marks ve Engels ne Lenin ve Stalin ne Mao ne de İbrahim bu önderlik noktasından, dolayısıyla biricik politik temsilcilik iddiasından hiçbir zaman geri durmadılar. Çünkü yaptıkları buydu…
ÖNDERLİĞİ İŞÇİ SINIFINDA SOMUTLAŞTIRMAK
Tüm dünyada egemen olan sistemin emperyalizmle birlikte kapitalist sistem olduğu gerçeğini özellikle vurguluyoruz. Sınıflar analizinde bu tespit önemli bir yerde durur. Bunun en önemli sonucu tüm dünya ülkelerinde proletaryanın öncü rolünü kesinleştirmesidir. Komünist hareket işçi sınıfı hareketinin politik niteliğinin somutlaşmasıyla bir gerçeğe dönüştükten itibaren sosyalizm yönündeki gelişmelerin önderliğini temsil eder olmuştur. Burada sözü edilen şey salt bir iddia değildir, iddianın bir gerçeklikle birleşmesidir. İşçi sınıfının doğal temsilciliği buradaki ayırt edici kavramdır. Komünist hareketin iddiası onun işçi sınıfıyla olan doğal, organik bağından kaynaklanır. Elbette dünyanın tüm ülkelerinde kapitalizmden ibaret bir egemen sistem olduğunu savunmuyoruz. Bunu savunmamakla birlikte tüm dünya ülkelerinde işçi sınıfını devrimlerin önderliğine getirmiş bir kapitalist gelişmenin içinde olduğumuzu savunuyoruz. “Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağı” kavramı bunu formüle eder. Farklı ülkelerde çok farklı biçimlerde olmak üzere Orta Çağ ekonomisinin kalıntılarının hâlen sürdüğünü biliyoruz. Bu kalıntıları ortadan kaldıracak bir devrim için de proletaryanın önderliği zorunludur. Komünistlerin tüm dünya ülkelerindeki önderlik görevinin ve temsiliyetinin doğal kaynağı da budur.
Bu doğal temsil bizde de aynen geçerlidir; çünkü ülkede sömürünün temel biçimlerinin feodal karakteri bu sistemin can çekişen kalıntılarıyla varlığını sürdürmekle beraber sınıf savaşımı nihayet sosyalizm yönündeki bir devrimi içermektedir. İşçi hareketinin esaslığı bunu koşullamaktadır. Ülkede üretici kesimlerin esası üzerindeki sömürü gelişmiş kapitalist ülkelerdeki büyük ölçeklere karşın küçük ölçekte gerçekleşmektedir. Bu onun dağınıklığını ve geriliklerini belirleyen bir durumdur. Üretimin toplumsallaşma ve yoğunlaşma düzeyleri, özellikle kapitalist ülkelerle kıyasladığımızda çok geridir.
Bu durum emekçi sınıfların emekçileri ezen koşulların özünü görmelerine ve bunlardan kurtuluş yolunun olanaklı olduğuna inanmalarına çeşitli politik ve sosyal ayrıntılarla engel olmaktadır. Ülkemizdeki anti emperyalist eğilimin, inançlara dayalı dayanışmacı kültürün, cemaat, aşiret ve geniş aile kavramlarıyla iç içe geçmiş üretim ilişkilerinin bu alanda yarattığı zorlukları her devrimci hareket farkındadır. Sınıf dinamiklerinden koparak bu alanlardaki dinamikleri temel alma eğilimi devrimci hareketlerin temel sorunlarından biri olagelmiştir. Dogmatizmin, sekterizmin ve dar grupçuluğun bir önemli kaynağının da bu eğilim olduğu açıktır.
Oysa gelişmiş kapitalist ekonomilerde sınıflar analizi bize daha saf bir sömürü biçimini gösterir. Bu ülkelerdeki özgün durum emperyalizmle birlikte başka ülke halklarının sömürüsünden gelen büyük vurgunların bu ülke halkıyla bir biçimde paylaşılmasıdır. Buna rağmen sömürü buralarda daha saf biçimde belirir. Burjuvazi ile proletarya buralarda daha katı biçimde belirgindirler. Bu belirginliğe rağmen bu ülkelerdeki işçi sınıfının koşulları onu uluslararası düzlemde egemenleriyle birlikte hareket etmeye itmektedir. Genel eğilim budur. Bu eğilimi zayıflatan öğelerden biri yarı sömürgelerdeki devrimci hareketken bir diğeri de kapitalist sistemin sonuçta kaçınamadığı ekonomik krizlerdir. Bu iki öğe bu ülkelerdeki uzlaşmazlıkları keskinleştiren, belirginleştiren öğelerdir.
Bu emperyalist kapitalist sistemin bir gerçekliğidir. Programın sınıflar analizi bu gerçekliği içeren bir niteliktedir. Kapitalizmin feodal kalıntılarla iç içe geçtiği ekonomik biçimlerde üretimin binlerce küçük işletmeye bölünmüş olması nedeniyle devrimci süreç bunları dışlayan bir rota izlemez. Sınıflar analizinin açıkladığı bir olgu bu olmalıdır. Bu özellik bu ülkelerdeki devrimin koşullarını karmaşıklaştırmakla birlikte daha canlı ve acil kılar. Buralarda köylünün toprak mülkiyeti küçük çaplarda yaygın olduğu koşullarda da dağınıktır ve ekonomik yapı toplumsallaşmak bakımından henüz geridir. Dolayısıyla devrimden çıkarı olan sınıfları içeren bu işletmelerin gelişimini de anti emperyalist ve anti feodal içerikte tanımlamak aynı programın bir özelliği olmaktadır.
DEVRİMİN ÖNÜNDEKİ BENTLER ÇÜRÜKTÜR
Ülke ekonomisinin maddi temelini oluşturan sömürü ilişkilerinin niteliğini ve nihayet belli sınıfların ilişkileri olduğu gerçeğini ortaya çıkarmak bir Marksist program için son derecede önemli bir özelliktir. Tüm emekçi halkın sömürülmesine dayanan bir sistemin çürüse dahi sürgit devamı ancak bu ilişkilerin korunmasıyla olanaklıdır. Bu ilişkileri koruyan sınıfları ve tüm temsilcilerini apaçık göstermek, bunların inşa ettikleri bürokratik yapıları gerçek özleriyle açığa çıkarmak sonuç olarak bu ilişkilerden mağdur olanları, yani sömürülen halktan kesimleri kurtuluş için yönelecekleri hedef hakkında aydınlatmak görevini gündeme getirir. Süreci buna göre örgütlemek, bu örgütlenmeye engel her türden yasağa, baskıya karşı devrimci bir ruhla savaşmak, ezilenlerin haklı mücadelesini geliştirmeye yarayacak araçlara ve politikalara yönelmek temel anlayışımız olmalıdır. Kılavuzunu doğru kavrayan ve ona tabi olan bir hareketin bütünlüklü ve güçlü sonuçlar üretmesi mümkündür…