Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın geri ödemesiz olarak sinema yapımcılarına verdiği destekle, sinema sektörü üç milyar TL ekonomik büyüklüğe ulaştı. Yerli dizi ve filmler emperyalist yabancı filmlerle yarışır hale geldi. Cem Yılmaz özgülünde başlayan tartışma da belirginleşen önemli nokta pastanın büyümesine rağmen, kendi dilimlerinin değişmemesi ya da görece küçük kalması. Son on yılın verilerine göre yerli filmler rekor seviyede izleyici ile buluştu. Yapımcı, dağıtımcı ve gösterimci arasında pasta payı üzerinden yürüyen ekonomik savaşım (burjuva sınıflarının birbiriyle savaşımı) mısır ve bilet fiyatları üzerinden medyada görünür hale geldi. Cem Yılmaz ile Mars Grup arasında başlayan kavgaya Yılmaz Erdoğan ve Şahan Gökbakar da destek verdi. “Yağlı cıvık” bir güreşe tutuşan taraflar “kutsal devlet”in hamiliğinde anlaşmaya vardı. Sinema yasası çıkarılarak, taraflar bir uzlaşıya (geçici bir uzlaşı) varırken burjuva egemen devlet, sinema sektörü üzerindeki siyasi egemenliğini sağlamlaştırdı.
“Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile düzenlenen sektörün sacayağı kuruldu: Ekonomide denetim, üretimde denetim, gösterimde denetim. (Toplamda siyasi denetim) Yasayı incelediğimizde reklam sürelerinin kısaltılması ve promosyon uygulamalarının yapımcı-gösterimci uzlaşması şartına bağlanması ile kanun, tarafların çıkarları dışına çıkamadı.
Sinema emekçilerinin sendikal ve her türlü hakkını dışarı da tutan bir düzenleme bu. Tartışma sadece sektörün patronları ile aristokrat köleleri arasındaki sınırları içerisinde kalıyor. Bağımsız ve muhalif sinemacıların, sinema emekçilerinin sorunları kanunda yer bulamıyor. Tartışmanın sadece parasal yönüne odaklı yapısı, eserlerin niteliklerini, üreten emekçileri, işçi, köylü ve emekçilerin ürünlere nasıl ulaşacağı gibi sorunlarda bir yana itilmiş. Sığ bir tartışma ile başlayan burjuva kavgası sığ bir kanunla kendini somutlayarak sınıfın gerici yönünü açığa çıkarıyor.
Sanatın bir alanında, o darlığa indirgenemeyecek olan sınıf mücadelesi devam etmektedir. Bu nedenle Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz ve Şahan Gökbakar’ın şahsında boy veren kavga da sadece mısır bilet parası darlığına indirgenmemelidir. Şahan’ın, gizli kamera ciddiyetsizliği, Recep İvedik kadar açık ve net lümpenliğe bile yanaşamamaktadır. Mükremin Çıtır nerede Yılmaz Erdoğan nerede. Nerede Leman’da çizen Cem Yılmaz nerede şimdi ki Cem Yılmaz. Sanatın niteliği konusunda tek bir şey söylemeyen bu “üç silahşör”, “Yahşi Batı”nın kanunları yüzünden yanlarına resmi dört kişi daha katıp ‘muhteşem yedili’nin kurulmasını talep ediyor. Yul Bryner, John Wayne, Charles Bronson, Clint Eastwood atın üstünde değil, bakanlık koltuğunda oturuyor.
Sanatın sınıfsal temelini unutup, fosfor kaç lira diye bilet parasının neden yüksek olduğunu anlatıyordu Cem bir zamanlar. Şimdi aynı cevabı birileri ona veriyor. Mars Grubu’nun “Başka Cem Yılmazlar çıkar” açıklaması canını sıkınca ‘yavaş çıkar’ açıklaması yaptı. Erkek egemen zihniyetini kadın karşısında hemencecik gösteriverdi. Komediyi cıvık cıvık yaşayan burjuva sanatçısı, darlığının altında kaldı. İzleyiciden de tokat yedi. Promosyonların kalkması ile bilet fiyatlarının yükseleceğini sezen izleyicilerin bir kısmı sinema salonlarını boykot etmeyi düşünüyor. Sosyal medyada taraflara öfke büyüyor.
Kapitalist üretim biçimi altında amaç meta üretimidir. Meta üretimi artı-değer bırakır. Temel kaygısı artı-değer olduğu içindir ki rant dışına çıkamamaktadır. Tartışmanın ‘sanatçı’ cephesinde ki bu yavan tutum, sanatın içeriğini belirlemektedir. GORA’lardan, Recep İvedik’lere giden “organize işler” bunlar. Çürüyen kapitalizmin çürük meyveleri, senaristinden, dekorcusuna, makyajcısından ışıkçısına binlerce sinema emekçisinin alınterini yok sayarak, aşırı çalıştırıp sömürerek büyüyor.
Sinema emekçilerinin hak, yükümlülük ve özgürlüklerini konu edinmeyen veya sınırlayan, emeğini yapımcı, dağıtımcı gösterimci arasında pay eden yasa, bilet fiyatlarının aşırı yükseltilmesini engelleyecek içerikten de yoksun. Muhteşem üçlü anlaştığı takdirde sinema emekçileri ve seyirciler kimin umurunda.
İlgili kanun sinema eserlerinin üzerinde denetimi güçlendirecek nitelikte. Bu adı konmamış sansür de demek oluyor. Beyaz perdeye yansıyan, her tarafı kırpılmış, yaş sınırları ve uyarılarla kuşatılmış yolunmuş kaza dönmüş birer filmdir.
Gösterimciler salonların havalandırmasını, iç temizliğini ihmal ediyor. Salonların eser gelirleri dilimin dörtte birini, reklam promosyon ve büfe satışları dörtte üçünü oluşturuyor. Mars Grup’un tekeline karşı tekel dışı kalanlar ortak payda da birleşerek, bilet ücretlerinin yüksekliğini (eğer böyle ise yüzde ellileri de büyürdü ve seslerini çıkarmazlardı) sorun edinmiş gibi sahte bir tavır içine giriyorlar.
Gerekirse “filmlerimi bedava bile gösteririm” diyen Cem Yılmaz’a, ODTÜ Sinema Topluluğu “tekelleşen salonlara alternatif olarak amfilerimizi açıp burada öğrencilerle birlikte filminizi gösterme/üzerine sohbet etme imkânı vermek isteriz. Var mısınız?” sorusuna cevap verememişti. Gösterimci ile anlaşamamaları takdirde filmleri vizyona sokmayacaklarını söyleyen yapımcı-sanatçı tarafı kanunun çıkmasını dahi beklemeden ‘Çiçero’ adlı filmi gösterime sokarak tutarsızlığını gösterdi. Bağımsız film ve salonların ayakta durması için yürütülen mücadeleye sırtını dönmüş bu aristokrat köleler efendileri ile anlaşmaktan başka bir çareye başvurmadı.
Sinema tekellerinin yüksek kar politikası ile fosfor politikası arasında ki ‘uyum’ Yılmaz Erdoğan’da şöyle bir cevaba dönüşebilirdi: “Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan, patlamış mısırın bilette büyüyen oransallığıydı tasam. Oysa ben seninle hiç oturamadım, payları eşit bölüşülmüş sinema koltuklarında. Ben Sinema Yasası ile Mars’ın daha azına razı olma ihtimalini sevdim Cinemaximum’larda kim gelmiş, kim gitmiş, sanatım kimin içinmiş”
Sanatçılar ile tekel arasında ki rant kavgasının politik yönünü bilen burjuva devletinin bürokratları, Sinema Yasası’nın içerisine komprador burjuvazinin çıkarlarını koymakla fırsatçılığını gösteriyor. Kanun tasarısının adından da anlaşılacağı üzere “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, filmlerin içeriğine göre türünü belirlemekte yetkili. Komisyon sekiz üyeden oluşuyor, dört bürokrat, iki yapımcı-sanatçı, iki de gösterimciden oluşuyor. Komisyonda egemen olan devlet. Eserin türünü, desteğini vb. her şeyini belirlemekte yetkili. Ayrıca denetim kısmını da mahalli mülki amirin emrindeki komisyona vermiş. Yasa da net olan ifadeler şunlar: Film öncesi reklam süresi on dakikayı geçemez. (Daha önce 21 dakika idi) Fragman süresi üç dakikadan az beş dakikadan fazla olamaz. Film arası süre on beş dakikayı aşamaz. Kamu spotları vb. sunumlar bu sürelere dâhil edilemiyor ve belirli bir süre konmamış. Ceza miktarları kesin olarak ifade edilmiş.
Ovidius Dönüşümler adlı eserinde şöyle diyor:
“Cadmus’u koruyan Pallas, göklerden, yaklaşmış ona,
Buyurmuş toprağı sürmesini, yılanın dişlerini
Yere gömmesini. Sonradan bir boy çıkacakmış oradan.
Yerine gelirmiş buyruğu Cadmus. eşmiş yere saçmış.
Açtığı derin evleklere ölümlüleri koruyacak olan,
Yılanın dişlerini. gömmüş. inanılır iş değildi gördüğü,
Toprak kımıldadı. Öbek öbek mızraklar çıktı evleklerden.”
Yılanın dişleri neydi? Bugün tartışmalara konu olan mısırdı. Binlerce can almıştı destanlaşırken. İşin ilginç yanı Mars’ın da bu destanda payı vardı. Sanatın yedinci dalına gelmeden önce ilk çağlarda, Musalar anlatırdı telli sazların ve yedi delikli tunç kamışların ezgileriyle süslü yaşanmışları, tarihe iz bırakanları. Tragedya granit gibi sağlam bir kaya olarak temellendirmeye başlamıştı yüksek sanatı. Sanatçı döneminin sadece tanığı değildi, kaostan çıkan düzeni, düzenin, titanların kavgalarıyla oluşunu, varlığını keşfedip adlandırdığı her şeyi de içeriyordu. Gökleri Uranüs’e, toprağı Gaia’ya. Suları yaşlı Oceanus’a, madenleri Hephastios’a, sağlığı Pan’a, tunç kalkanları ve mızrağı Ares’e, tohum bilimini büyücülükle karıştıran Kirke’ye, ölümü Hades’e. Yönleri zemheriye pay ediyordu. Ölümsüzlerden çalınan ateş, demir, mısır kavgalara ve savaşlara sebep oluyordu. Cavecas Dağlarında, Kolhis’te zincirlenerek kartallara yem ediliyordu. Argonoutları bilinmeyen denizlerin dalgalarıyla, kara bahtlarına savruluyordu. Ateşi keşfettiler ateşle savaştılar, taşları keşfettiler taşlarla, altını, gümüşü, bakırı, kalayı, demiri keşfettiler hepsiyle savaştılar. Sınıfların savaşımında, üretilen her şeyin, yeryüzünden gökyüzüne yolculuğunda, adsız ve sansız ölümlüler için savaşanlar vardı. Atlas sırtlamıştı gökyüzünün direklerini Ülker’in altında, bugün Şarlo’lardan Yılmaz Güney’lere sürüyor kavga. Beritan’ların omuzunda yükseliyor.
İlgili yasanın sinema emekçilerinin haklarını da kapsaması, sektörde söz sahibi olmalarını, örgütlenmelerini de genişletecek olan mücadelelere destek vermek, öncü olmak için sanatın bu alanında pratik çalışmalar önemlidir. Bağımsız sinema eserlerinin tanıtılması gösterilmesi için çalışmalar yapılmalı, eserin üretiminde yer almış emekçileri bu çalışmalara çekmeli, izleyici ile aralarındaki mesafelerin kısaltılması sağlanmalarıdır. Teknolojinin gelişmesi, sosyal medya yayıncılığının halk kitleleri tarafından kullanıldığı ve üretiminde yapıldığı bir zamandayız. Kitlelerin ellerinde üretim için kamera ve yayınlama aracı olarak internet bulunmaktadır. Değerli üretimlerin seçilmesi, tanıtılması kitlelere yakınlaştırılması, burjuva sınırlarını aşarak salonlardan kurtulması da mümkün hale gelmektedir. Sosyal medyada rekorlar kıran ‘sıradan kişiler’ çektikleri görüntülerle burjuva ‘sanatçıları’na taş çıkartmaktadır. Kapitalist üretim kendi kuyusunu kazacak tekniği yayıyor. Bu teknikten yararlanmak, sektörün emekçilerini kitlelerin eğitilmesine yönlendirmek, kitlelerin üretimlerinin sınıfsal ve sanatsal niteliğini güçlendirmekle mümkündür. Proletarya ileri kültürünün temsilcisidir. Burjuva sınıflara karşı en köklü ve en sağlam temeli olan bu alanda daha örgütlü çalışmamız önemlidir. Egemen sınıfların en güçlü olduğu alanlardan birisi de kültür ve sanat alanıdır. Halk kültürüne karşı topyekûn saldırısı, kendi çürümesini halk kitlelerine ve öncü işçi sınıfa taşıdığı bu alanda çalışmak, diğer çalışmaları besleyen bir direnç noktası yaratan-yaratacak olan bir çalışma içerisine girmek komünistlerin görevleri arasındadır. Mısır tartışması ile gün yüzüne çıkan ve yasalaşan kanunun burjuva niteliğine inat, bir ekilip binler doğuran mısır olup, topraktan savaşçılar olarak doğan ve doğacak olan bir savaşı örgütlemek görevimizdir.
Kahrolsun beyaz perdenin ölümsüz kralları ve kraliçeleri. Yaşasın sıradan, günlük işlerin başındaki ölümlü insanlar! ( Dziga Vertov’un manifestosundan maddeler)
(Bir Yeni Demokrasi Okuru)
*Bu makale Yeni Demokrasi gazetesinin 31 Ocak tarihli 28. sayısından alınmıştır.