Bu yıl da eğitim öğretim döneminin sona ermesinin üzerine mezun olanların yerini dolduracak öğrencilerin seçilmesi için sınav yapılmaya başlandı. Ortaokulu bitiren öğrenciler liseye, liseden mezun olan öğrenciler de üniversiteye yerleşme sınavı verecek.
İlkokuldan üniversite bitene kadarki süreci sancılı ve sınavlarla dolu olan öğrenciler için gelecek kaygısıyla hareket etmek oldukça olağan bir durumdur. Bu gelecek kaygısı rekabet, bireysellik, korku, hırs ile dolu bir “büyüme” evresini yaratırken geleceğin insanlarını da bu özelliklerle şekillendiriyor.
Her öğrencinin eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim alması gerekirken öğrenciler ya lise yıllarından itibaren bir işte çalışarak sömürü çarklarının arasında sıkışıyor ya üniversite için borçlanıyor ya da geleceksizliğiyle yüzleşip depresyona, intihara sürükleniyor. Ulusal ve cinsel kimliği, egemen olan ulus ve cinsten farklı olan öğrencilerin çoğu eğitimden eşit seviyede faydalanamıyor, ayrımcılığa ve saldırıya maruz kalıyor.
Sınıflı toplumun bir gerçeği olarak sömüren-sömürülen, ezen-ezilen ilişkisi her şeye damgasını vuruyor. Bu ilişki eğitim alanına da her bakımdan uyar- lanıyor. Eğitim olanakları proleterlerin, yoksul köylülerin çocuklarına değil burjuva-feodal sınıfa mensup olanlara aktarılmaktadır. Düzenin çoktan seçmeli olarak sunduğu geleceksizliğimizi kazanmak için onlarca sınava giriyor, birbirimizle yarışıyor, uzun yıllar boyunca borçlanıyoruz. Bunu sadece iyi bir eğitim ya da markalaşmış üniversitelerin diplomasını almak için yapıyoruz. Bu birbirimizin arasından sıyrılmanın toplam getirisi ise yoksulluk, zorlukla geçen yıllar, bilimsellikten uzak niteliksiz eğitim ve gericiliğin üzerimize giydirmeye çalıştığı kültürel birikim oluyor. Bilimsel araştırma yöntemlerinden uzak “eğitilen” gençler doğruyu bulmada ve ona uygun hareket etmede de başarısız kalıyor ve engelleniyor.
Türkiye’deki eğitim müfredatı üniversite sınavı için yeterli olmadığından öğrencilerin okul haricinde sınava hazırlanması için özel dersler alması gerekiyor. Öğrencilerin kaç puan yaptığıyla orantılı olarak iyi bir eğitim aldığı izlenimi verilse de özünde öğrencilerin sosyo ekonomik durumu doğrultusunda eğitim alabildikleri görülüyor. Sınav sistemi bu fırsat eşitsizliğinde her ne kadar adil gibi görünse ve “başarılı” olanın iyi bir üniversite kontenjanına hak kazanması olarak yorumlansa da bu hak burjuvaların çocuklarına marka değeri olan özel üniversitelerin kapılarını açmaktadır. Tabii bu özel üniversiteler kapsamın- da “apartman” üniversiteler de bu- lunmaktadır. Dershane gibi işletilen apartman üniversiteler ailelerin banka kredisi çeker gibi çocuklarını “okutabileceği” yerlerdir. Eğer aile bağlantılarından gelen olanaklarla ya da üniversiteden ziyade şirketlerin insan kaynakları gibi çalışan bu üniversiteler aracılığıyla bir meslek edinilemezse “apartman” üniversite diplomaları hiçbir işe de yaramamaktadır.
Sınavlar öncesinde alınmak zorunda olunan derslerin bu denli ihtiyaç olarak görülmesinin sebebi devlet eliyle eğitim müfredatının bilinçli olarak yetersiz bırakılıp öğrencilerin özel eğitim kurumlarına yüzünü dönmesini sağlamaktır. Bu sayede bir sektör olarak eğitim-okul patronlarının cebini doldurmaktadır. Eğitimin piyasalaşması her bakımdan sektörü büyütmektedir. Bu süreçten elbette en kârlı çıkanlar diploma satan üni- versite kurumları, özel eğitim merkezleri oluyor. Öğrenciler birbirlerini eleyecek şekilde rekabete sokulurken eğitim hakkı da öğrencilere para ile sunulmuş olmaktadır.
Kriz ve sömürünün derinleştiği günümüz koşullarında üniversite mezunu olsun ya da olmasın tüm çalışanların ücret ve maaşları büyük oranda erimiş durumda. Hatta o kadar masrafa ve harcanan uzun yıllara nazaran üniversitelerin onlarca farklı bölümünden mezun öğrenciler, iş piyasasında daha kötü koşullarla karşılaşmakta, okul-üniversite eğitim düzeyi daha düşük olan işçilerden daha kötü koşullarda çalışmaktadır. Ücretli öğretmenlerin, sağlık çalışanlarının, ataamayan veya kendi bölümünden iş bulamayan milyonlarca üniversite mezununun durumu ortadadır. Çok uzun sürelerle düşük ücrete çalışma mecburiyeti, mobbing, iş güvencesinden yoksunluk bu kesimlerin bir gerçeği durumundadır. Özellikle eğitim sektöründe uzun zamandır hiçbir kalitenin aranmaması, özel eğitim kurumlarının niteliksiz iş gücünü ve hatta kendi branşı dahi olmayan öğretmenleri çalıştırmasıyla iş gücü rekabetini artırmakta, fazla ücret is- teyene kapı gösterilmektedir. Bu niteliksizliğe ve sömürüye rağmen halen milyonlarca aile, gelecek kaygısıyla çocukları için dişinden tırnağından artırarak bu özel kurumlara büyük paralar akıtmaktadır.
Diğer yandan küçük oranlar haricinde eğitimin bir işe yaramadığı; iş, meslek veya yeterli bir ücret garantisi sağlamadığı geniş kesimler tarafından da görülmektedir. Yoksul halk her zaman olduğu gibi kendi çocuklarını kurtarma, refaha erme umuduyla belli alanlara yönlendirilmekte, ardından ise eğitimli-eğitimsiz çok büyük bir işsizler ordusu yaratılmaktadır. Bu da rekabeti artırarak yine sömürü ve yoksulluk olarak halka ve halk çocuklarına geri dönmektedir.
Bugün artık eğitim de dahil her şeyin bir sistem sorunu olduğu, ekonomik ve sınıfsal gerçeklerin her şeye renk verdiği daha iyi görülmektedir. Egemen sınıflar sadece ve sadece üretimlerini ve kârlarını düşünmekte, eğitimi ve eğitimsizliği de buna göre düzenlemektedir. Emperyalist sermayeye bağlı olarak daha büyük ve teknolojik düzeyde üretim yapan patronlar kulübü TÜSİAD sürekli olarak “eğitimli iş gücüne” vurgu yaparken AKP’li bürokratların “vasıfsız ancak yetiştirilecek iş gücüne” vurgu yapmaları da bu gerçeğin bir ifadesidir. Her ikisi de kendi hitap ettiği patronların çıkarları doğrultusunda fakat özünde aynı amaçla eğitimi ve gençliği şekillendirmek istemektedir. Eğitimsizlik, vasıfsızlık nasıl ki sömürünün bir aracı oluyorsa bugün eğitimin kendisi daha büyük oranda sömürünün bir aracı haline getirilmektedir.
Mecbur bırakıldığımız ve yaşadığımız eşitsizlikler bizleri bu çıkmaza vardıranın emperyalist kapitalist düzen olduğunu hatırlatmalı ve geleceğimizi hiçe dönüştürenlerden hesap sorma bilinciyle hareket etmeliyiz. Unutmamalıyız ki egemenler bizi sömürü düzenlerinin teminatları olarak görmektedir. Bizi baskı ve zor yöntemleriyle sindirmeye çalışanları alt edecek güce sahibiz. Bize sunulan geleceksizliğe karşı yarını ellerimizle kurmalıyız. Bunun yolu da geleceği temsil eden sınıfın; proletaryanın sınıf çıkarlarıyla bütünleşmek ve gençliğin mücadelesini sınıf mücadelesiyle birleştirmek olacaktır.