Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in istifa edeceğine ya da ettiğine yönelik iddialar son günlerde sıklıkla gündeme gelmeye başladı. Peşine de bu iddiaların ülkeye maliyetinin yaklaşık 10 milyar dolar olduğu söylentileri açığa çıktı. Ekonomistlerin ortaya koyduğu bu rakamda döviz rezervini etkilediği; döviz rezervi kaybının hesaplarda asıl unsuru oluşturduğu düşünülüyor. Öte yandan iktidarın ve Mehmet Şimşek’i kötünün iyisi düşünenlerin ortak aklı ise “Yıllık enflasyon rakamlarındaki düşüş önümüzdeki dönemde hızlanacak, o dönem geldiğinde Bakan Şimşek’in itibarının yükselmesi söz konusu, o nedenle bu gelişmeler yaşanmadan yıpratılmak isteniyor” düşüncesinde birlik sağlıyor. Elbette Şimşek’in Erdoğan’ın itibarını zedelediği, istifa etmesi gerektiği kulis haberleri de var ancak yoksul halkın ne kadar gündeminde, tartışılır.
Okullar açılıyor ve halkın çocuklarının eğitim ve beraberinde giyim, barınma ve dolayında yoksulluk gündemleri de çığ gibi büyüyor. Kış geliyor, yakacak sorunuyla masraflar giderek çoğalıyor. Yeni eğitim döneminde okul, yurt, kira ve yemekhane ücretleri zamlanırken iktidar OVP planının içinden emekliye bedava şezlong ve şemsiye hediye ediyor. Yoksulluğa mahkûm ettiği 16 milyon emeklinin okuttuğu öğrenciler, geçindirdiği ev zerre umurunda değil. Çünkü şu anki gündemi sıcak para akışını sağlayacak ve iktidarını sağlamlaştıracak bir çıkar yol bulmak. Buna mecbur ki temmuz ayında kapanan şirket sayısında yüzde 43 artış yaşanırken, yedi ayda konkordato ilan eden şirket sayısının bin 500’ü aştığı biliniyor. Aralarında uluslararası alanda faaliyet gösteren müteahhitlik şirketlerinin de yer aldığı konkordato taleplerinde ilk sırayı inşaat alırken tekstil ve akaryakıt sektörleri peşinden geliyor. Şirket iflaslarının öncü göstergesi olan konkordato taleplerinde büyük patlama yaşanırken temmuz sonu itibarıyla 7 ayda bu sayı bin 554’e ulaştı. Konkordato ilanına rağmen borçlarının yapılandırılması, alacaklılarıyla uzlaşma ve yeni ödeme planları konusunda çözümsüz kalan 55 şirket içinse mahkemelerden iflas kararı çıktı. Şirket kapanmaları, konkordato ve iflas başvurularındaki olağanüstü artış, yıl sonuna kadar kapısına kilit vuran şirket ve işletme sayısında patlama yaşanacağını, yoksullaşmanın giderek artacağını, işsizler ordusuna binlerce kişilik kitlesel katılımlar olacağını avaz avaz bağırıyor.
Sıcak para akışıyla günü kurtarmaya daha doğrusu seçim döneminden bir sonraki döneme kendini kurtarmaya çalışan iktidar her ne kadar şovenizm ile yerli ve millilik yalanına sarılsa da borç sarmalına dolanmış durumda. Örneğin dış borç stokundaki artış, olası bir döviz krizi durumunda ekonomik sarsıntının tehlikeli boyutlara varacağını gösteriyor. Haziran sonu itibarıyla kısa vadede çevrilmesi gereken dış borç tutarı 236,6 milyar dolara yükseldi. Bu tutar, cari açık finansmanıyla birlikte 260 milyar dolara ulaştı. Acil dış kaynak ihtiyacı hızla büyüyor. Siyasi baskıyla yapılacak zamansız bir faiz indirimi, döviz kurundaki artışı hızlandırırken Merkez Bankası rezervlerinin yetersizliği nedeniyle 237 milyar dolara varan kısa vadeli dış borçların da çevrilmesini iyice güçleştirecektir. Ekonomi yönetimi, uzun vadeli ve kalıcı dış kaynak teminine süratle çözüm bulmak zorundadır ancak bu da yalnızca işsizliğe çözüm sunabilir ki yeterli değildir.
Sorun sarmalı dediğimiz bu ekonomik kriz aslında mevcut üretim ilişkilerinin yeniden ürettiği krizlerdir. Egemenler her kriz döneminde kârına kâr katarken yoksullara biçilen yaşam hayatta kalma mücadelesiyle sınırlıdır. Örneğin Türkiye’nin en büyük 10 bankasının geçen yıl sonunda aktif büyüklüğü 19,4 trilyon liraya ulaştı. Bu, 2022 sonuyla karşılaştırıldığında 65,8’lik bir artış demek. Ne asgari ücret ne de emekli maaşları bu kadar arttı. Mesela Ziraat Bankası 3, 8 trilyon TL ile en büyük aktiflere sahip banka ve geçen yıl 90 milyar TL kâr etti. Bu, yüzde 119’luk bir artış. Kârlılıkta, Garanti BBVA 87,3 milyar TL ile ikinci, Türkiye İş Bankası 72,3 milyar TL ile üçüncü, Yapı Kredi 68 milyar lira ile dördüncü ve Akbank 66,5 milyar lira beşinci sırada. Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin 2023 yılı net kârı ise önceki yıla göre yüzde 77,2 artarak 1 trilyon TL sınırına dayandı. Ve tabii bu şirketlerin önemli bir bölümü hiç vergi vermediği gibi, büyük bölümü vergi iadesi ve indirimleri türünden kolaylıklardan yararlandı.
Şimşek’in istifası elbette kâr eden şirketler ve yoksulları etkiler, ekonomik dalgalanmalar oluşturur, kur ve faizleri, borsa ve yatırımları oynatır ancak yıl içinde buğday ve arpada bile ihracatın en az 10 katı ithalat yapıldığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bilindiği üzere vergi rekortmenleri listesi açıklandı. Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından oluşturulan 100 kişilik listede 73 kişi isminin açıklanmamasını istedi. Kurumlar vergisinin ilk 8’inde ise bankalar yer alıyor. İktidar faiz karşıtı ama faizciyi beslemiş görünüyor. Gelir vergisinin ise ilk ikisinde İHA VE SİHA denildiğinde akla gelen tetikçi Selçuk Bayraktar ve Haluk Bayraktar var. Elbette biliyoruz, kazandıklarının yanında verdiklerinin belli bile olmadığı vergilerin devede kulak kaldığını ancak Şimşek burada ne yapsın? Şimşek hızında kılıf bulup minareye giydirmekten, gündeme göre rol değiştirmekten başka seçeneği var mı? Bir gün Kürt oluyor diğer gün ekonomist bir diğer gün günah keçisi. Oyuklardan su alan iktidar gemisinin deliklerine tıkaç olmuş birinin istifa düşüncesi olup sonrasında yalanlayarak vazgeçmiş olma ihtimali de var elbette ama yoksulluğun ana sebebi Şimşek değil, o bu düzenin işleyen çarklarının ekonomik temsilcisidir.
Faiz düşürülmesini beklerken kepenk indirenler; Rize’de çay yakan, Kınık’ta yol kesen, Karacabey’de tonlarca domatesi yola döken köylüler ve borcu borçla kapatırken artık borç imkânı bile bulamayan, yılın başından sonuna aldığı ücreti eriyen işçiler. Tüm bunlar karşısında Erdoğan’ın erken seçime çağrılması, sıcak para bulamama zorluğuyla köşeye sıkışması vs. her biri gündemde ancak tek gerçeklik halkın örgütsüzlüğü ve yoksulluğu. Halkın örgütlü bir direnişi, isyanı bu tabloyu tam tersine, halkın lehine çevirecektir. Yoksul Dünya halklarının pratiklerinde de bunu görebiliyoruz. Nijerya’da iki büyük konfederasyonun desteğiyle yayılan grevlerle asgari ücretin hâlâ düşük olsa bile iki katına çıkarılması buna örnektir. Sorun yalnızca ekonomik değildir, sosyal ve siyasal haklar mücadelesi de önümüzdedir. Bu anlamıyla sorunun demokrasi sorunu, devrim sorunu olduğu aşikârdır. Bu nedenle yörüngeyi kitlelerin örgütlülüğüne, mücadeleyle ortaya çıkacak görkemli gücüne çevirelim.