“Şimdi Biz Herkesin Gözü Önünde Yükseklere Bir Bayrak Çekiyoruz”

“Şimdi biz, herkesin gözü önünde yükseklere bir bayrak çekiyoruz. Bu bayrak, proletaryanın kızıl bayrağı olacaksa, onun kızıllığını bozan bütün lekeler, ciddi ve titiz bir çabayla silinip atılmalıdır.”
(İ. Kaypakkaya)

Son süreçte halk kitlelerinin biriken öfkesi sokak eylemlerine dönüşmüş, işçi ve emekçilerin hak talepli grevleri de boy göstermiştir. Tarihsel günlerde düzenlenen eylem ve etkinlikler de geçtiğimiz yıllara nazaran daha kitlesel geçmiştir. Bununla birlikte faşist diktatörlüğün gelişen hak gasplarına yönelik baskı, gözaltı, işkence ve saldırıları da artmıştır. Halkın, devrimcilerin, demokratların hak arama mücadelesini engellemek için “keyfi” uygulamalar devletin zor aygıtları tarafından devreye konulmuş, halkın devrimcilerle olan bağı koparılmaya çalışılmıştır. Bu saldırıların başını da komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın fotoğraflarına ve Partizan flamalarına dönük saldırılar çekmiştir. Yıllardır hak arama talepli eylemlerde, işçi grevlerinde, gecekondu direnişlerinde, saldırılara karşı her karşı koyuşta gördüğümüz Partizan flaması ve İbrahim Kaypakkaya silüeti bugün keyfi gerekçelerle yasaklanmaya çalışılmaktadır. Kaypakkaya silüetli Partizan flamaları dönem dönem keyfi olarak “yasak” ilan edilip “suç unsuru” olarak sunulsa da açılan davalarda, soruşturmalarda “kovuşturmaya yer yoktur” kararı verilmiştir.

Geçtiğimiz mart ayı içerisinde birçok eylem ve etkinlikte polisin Kaypakkaya silüeti ve Partizan flamalarına yönelik saldırısı artmıştır. Kadıköy’de düzenlenen Alevi mitinginde İbrahim Kaypakkaya silüetli Partizan flaması taşıdıkları gerekçesiyle 2 Partizan okuru “suçu ve suçluyu övme” gerekçesiyle işkence ile gözaltına alınmış ve serbest bırakılmışlardır. Gazi ve 1 Mayıs Katliamı anmalarında polis tarafından yürüyüş kortejlerinin önü kesilmiş Partizan flamalarının indirilmesi ve indirilmediği takdirde yürüyüşe izin verilmeyeceği söylenmiştir. Yine Newroz alanına girmek isteyen Partizan okurlarının Partizan flamaları gerekçe gösterilerek alana girişleri engellenmeye çalışılmıştır. En son HDP Kartal İlçe Örgütü’ne yapılan polis baskınını teşhir etmek ve dayanışma amacıyla yapılan basın açıklamasında polis Partizan flamasının indirilmesini yine indirilmediği takdirde saldıracağını söylemiştir. Partizan okurlarının flamayı indirmemesine karşın basın açıklamasında bulunan HDP’li yetkili Partizan flamasının indirilmesini ve sadece HDP flamasının açılacağını ve böyle karar alındığını söylemiştir. Oysa HDP’nin eylem öncesinde “Her kurumun temsili flamayla eyleme katılabileceği” kararı vardı. HDP’li yetkiliye flamanın indirilmeyeceği, flama açılmasının kendi kararları olduğunu söylenmesine rağmen yıkıcı ve saldırgan bir üslupla HDP dışında flama açılmamasını Partizan okurlarına dayatmıştır. Bu kaygı, polisin saldırma ihtimaline karşı devrimci değerleri savunmaktan ödün vermektir. Kartal HDP ilçe binasına yapılan bu baskında polis İbrahim Kaypakkaya’nın, Deniz Gezmiş’in ve Kürt Ulusal Hareket’in şehitlerinin fotoğraflarına el koymuştur. Yapılan baskının gerekçesi ise yine “suçu ve suçluyu övme” olarak aktarılmıştır. HDP’nin polis saldırısı kaygısıyla basın açıklaması esnasında Partizan flamalarının indirilmesi gerektiği söylemi ve dayatmacı pratiği, dayanışma anlayışının ve devrimci değerleri sahiplenmenin içini boşaltmakta, gerçekleştirilen “basın açıklamasıyla” tezat bir durumu içermektedir.

Tüm bu saldırılar boyunca dikkat çekmemiz gereken hususlardan biri yapılan saldırılar karşısında ortak biçimde geliştirilen “devrimci dayanışma” anlayışının ileri çıkartılması olmalıdır. Gelinen süreçte faşizm tüm aygıtlarıyla emekçi halkın her bir kesimine pervasızlığını arttırmıştır. Ne var ki onun bu pervasızlığının altında işçilerin, ezilenlerin içerisinde biriken öfkeyi, derinleşen çelişkileri frenleme, sindirme nedeni yatmaktadır. Devrimcilerin halkın ilerici kesimleriyle buluştuğu anlardaki tahammülsüzlüğü ve saldırısı mevcut kitleyi ürkütme, sindirme ve tasfiye etme politikasıdır. Faşizmin bu sindirme tasfiye etme saldırısı karşısında yurtsever, demokrat ve devrimcilerin ortak tutumu mücadele ve direnişi büyütme pratiği olmalıdır. HDP Kartal İlçe Örgütü’ne yapılan baskın ve baskın sonrası yapılan basın açıklamasında gösterilen “dayanışma pratiği” bu pratikten uzak, faşizmin çizdiği sınırlar içerisinde kalma ve bunun dışına çıkmama halidir ki bu pratik mevcut kitleyi de bulunduğu yerden daha da geri bir pratik içerisine sürüklemektedir.

Bugün İbrahim Kaypakkaya’ya yönelik saldırılar onun fikirlerini ve ortaya koyduğu mücadele hattını hedeflemektedir. Kaypakkaya’nın 50 yıldır ardılları tarafından savunulan ve sürdürülen görüşleri bugün de yolumuzu aydınlatmaktadır. Onun, Kemalizm ve devletin faşist niteliğine dair tespitleri ve belirlemeleri, devrimin yolu ve yöntemine dair ortaya koyduğu mücadele hattı, devrim yolunda Komünist Partisinin ve Halk Ordusunun önemi, “Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı” savunusu, bugün de somut durum içerisinde güncelliğini korumaktadır. Bu noktada Kemalizme özel bir dikkat çekebiliriz, Kaypakkaya Kemalizme hayranlığı yerle bir etmiştir. Bunun önemi şundandır: Kaypakkaya, Kemalizm analizi ile beraber Türkiye’deki egemen yapının emperyalizmle uşaklık temelinde iş birliği yapmış feodal yapı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu yeni bir tespittir ve her şeyin değişmesine yol açmıştır… Kaypakkaya’yı değerli kılan, devletin hedefi haline getiren bir diğer neden de bu sistematik görüşlerini “esas” olarak belirttiği mücadele alanı içerisinde hayata geçirmesidir. Silahlı mücadeleyi ve kırlık bölgeleri esas alan Kaypakkaya bu düşüncesini bizzat pratik içerisinde hayata geçirmiştir. Fiili önderlik alanına giren konuların başında gelen devrimci dayanışma ve işkencede sır vermeme tavrında da o eşsiz bir yerdedir. “Ser verip sır vermeyen yiğit” olarak devrim tarihimize adını yazdıran Kaypakkaya, bu pratiğiyle enternasyonal proletaryanın çok değerli ve sadık bir evladı olduğunu da göstermiştir. Bu kendi başına bir önderlik duruşunu ifade etmeyebilir ama bir önderde somutlaşan bu duruşun enternasyonal proletaryanın ışıklı yolunda çok değerli olduğunu söyleyebiliriz. İşte onu devlet nezdinde “tehlikeli” kılan ortaya koyduğu görüşleri ve bu görüşleri hayata geçirdiği mücadele hattıdır.

Bugün komünist önder İbrahim Kaypakkaya ve onun ardıllarına uygulanan sistematik saldırının ve tecrit politikasının yarın demokratlara, ilericilere uygulanacağından şüphemiz yok. Adana’da Mücadele Birliği’nin flamalarındaki Deniz Gezmiş silüetine yönelik saldırı, İstanbul’da Kızıldere Katliamı anmalarına dönük saldırılar bu gerçeğin göstergesidir. Bu noktada devrimci değerleri, önderleri sahiplenmeyi tereddütsüz öne çıkarmalıyız. Her alanda devrimcilere, devrimci-komünist önderlere yönelik saldırılara karşı dayanışmayı büyütmeliyiz.