Kırlangıçların getirdiği, beton yığınları arasına sıkışmış sabırla, emekle, aşkla bir çatlak bulup güne-güneşe kavuşmayı bekleyen tohum gibidir mahpusların eserleri. Bir Tutam Saç’ta o eserlerden biri. Devrimci kadın emeğinde, üretkenliğinde ısrarın ve kararlılığın bir temsili. Sona Mengütay’ın dizeleri 26 yıl tutsaklıkta birçok sürgüne, arama adı altında türlü alıkoymalara rağmen yeniden üretebilmiştir kendisini. Ve şimdi röportajımızın konusunu oluşturan “Bir Tutam Saç” kitabına dönüşebilmiştir.
Edebiyatta alışılagelmiş eril dile inat kadının yalınlığını, kendinden emin imgelerini Bir Tutam Saç’ta Sona açıkça ortaya koymuş. Dili itibariyle de Sona’nın dizeleri kadın mücadelesinin güzel örneklerindendir. Ne demişler: Her şey dilde başlar…
Gazel Bulut: Öncelikle kitabın için kutluyor ve benimle bu röportajı yapmayı kabul ettiğin için teşekkür ediyorum. Kitabında kısa bir özgeçmişin var ancak henüz kitabını okuma şansı olmayan okuyucularımız için de kendinden bahseder misin?
Sona Mengütay: Ben teşekkür ediyorum. Bir Tutam Saç’ı çıkarmam için birçok hevalim gibi senin de emeğin çok oldu. Her anlamda beni teşvik ettiniz. Sizlerin bu cesaret verici teşvikleri, yazıp yazıp kıyıya-köşeye attığım şiirlerimi bir araya getirmemi sağladı. Şimdilik bir kısmını toparlayabildim ancak. Kitap fikriyatından önce toparlayabildiğim şiirlerimi, birlikte tutsaklığı anlamsız kıldığımız siz güzel yoldaşlarımın okumaları için dolaşıma koydum. Bizim burada hava yolu postamız hemen her odaya kolaylıkla hizmet veriyor. Çok kısa bir sürede gelen değerlendirme, yorum ve eleştiriler bana çok güzel bir enerji verdi. Bu enerji ve motivasyonla şiirleri basıma hazırlamaya başladım. Kitabın basım sürecinde Figen ve Gülser hevallerimin ayrıca çok emekleri oldu. Diyebilirim ki Bir Tutam Saç; kolektif duyguların bir seçkisi ve kolektif emeğin bir sonucu olarak hazırladım. Bu anlamda bir kez daha emeği geçen özgür kadın tutsak yoldaşlarıma, hava yolu postası emekçilerine ve burada mektup okuma komisyonundaki emekçi kadın görevlilere de emeklerinden dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.
Kendimi kitapta da kısaca tanıtmıştım. Her kadının hayat hikâyesi gibi ben de hikâyemi anlatmaya kalksam ciltler yetmez. Ama ben kısaca kendimi tanıtmaya başlayayım: Kars’ın Susuz ilçesine bağlı Büyükçatak köyünde doğdum. Her kadın gibi toplumsal cinsiyet rollerinin dayatıldığı bir ortamda büyüdüm. Her ne kadar rol ve misyonum belli olsa da payıma düşen rolün sınırlarına kendimi hiçbir zaman hapsetmedim, ona göre hareket etmedim ve o role bürünmedim. Sanırım beni sürekli arayışlı kılan yeni arayışlara sevk eden bu özelliğimdir. Diyebilirim ki arayışlarımın rotası çocukluk hayallerimde ifadesini buldu. Okul yıllarım bir nevi arayışlarımda netlik kazandı. Haksızlık! Evet, haksızlık, her türlü haksızlığı kabul etmeme, karşı gelme bende bir savunma mekanizmasının ötesinde bir tavra, bir duruşa dönüşmesi önemliydi. Bu da hayatımın şekillenmesine yol açtı. İrade anlamında kabul etmediğim durumlara karşı hep isyan ettim, onlarla inatlaştım. Hatıramda, hem kendim yaşadığım, maruz kaldığım hem de çevremde kadınların maruz kaldığı onca haksızlık örnekleri hâlâ canlı olarak duruyor. Tanıklık ettiğim, canımı acıtan onca haksızlık ve her türlü şiddet olgusu bana, biz kadınlara reva görülen yaşam mahkûmiyeti barındırıyordu. Bu mahkûmiyeti büyüdükçe daha çok fark ediyordum. Bu şiddet sarmalını evlerimizde, toplumda durdurma gücü, bilinci yoksa yapacağın bir şey de olmaz. Düşünsel olarak haksızlığa karşı gelmek, bir yola girmeyi salık verir. Ben de kadınların şiddete maruz kalmasına karşı çıkacağıma dair kendime yeminler etmiştim. Özgürlük arayışım bu denklemde başladı.
Her ne kadar o zamanlar cins bilincim oluşmamış olsa da kadına biçilen kaderi hiç kabul etmedim. Kaderin kedere dönüşebildiğini yaşıyor, öğreniyordum. Kadınları köle etmenin yolu, onları kadere inandırmaktır. İşte buna hiç inanmadım. Kader denilen şeyi varsa eğer elime aldım ve kendim şekillendirmek istedim. Elbette bunu yapmak öyle kolay değil, bin türlü zorluğu var. Zorlu zamanların ilaçları da var, o ilaçları bulmak, tedaviye başlamak cesaret ister. Öncelikle cesaret ve bu cesaretle durmadan mücadele etmek. 1990’lar hem halk olarak hem de biz kadınlar için yeni bir şeyi ifade ediyordu. Halk olarak varlık yokluk mücadelesi bir aşamayı geçmişti. Kürt gençleri, kadınları varlık yokluk aşamasını büyük bedeller ödeyerek geçmişlerdi. Özgürlük mücadelesinin rüzgârı nasıl ki birçok kadını, genci çektiyse beni de sahiplendi. Kimlik ve kişilik kazanma yürüyüşüne ben de böylelikle başlamış oldum. İnsan özgürlüğün kokusunu bir kez aldı mı özgürleşmek ister, özgürleştiğini hissettikçe onun ötesine, var olanın ötesine varmak, kendi sınırlarını aşmak ister. Bu istek yürüyüşü kaçınılmaz kılar. İşte benim de yürüyüşüm böyle başladı. Özgürleşme kokusu beni çekti. Bu kutsal yürüyüşün bir öznesi olmak, hiç durmadan yürümek. Bu inançla ‘93’te özgürlük mücadelesine katıldım. 1996’da tutuklandım. DGM’de yargılandım ve müebbet ceza aldım. 26 yıldır mahpusum. Bu 26 yılda birçok mahpusta kaldım. Bir mahpustan diğerine gitme genelde “zorunlu sevk” dedikleri sürgünler sonucu yaşandı. 2016 yılından beridir Kandıra 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevindeyim. Mahpus yıllarımı okuyarak, yazarak, araştırarak, üretmeye çalışarak eksiltiyorum. Kimi zaman çeşitli kurumların düzenlediği yarışmalara katılmaya, katkı sunmaya çalışıyorum. 2002’de İHD tarafından düzenlenen öykü-şiir yarışmasında öykü dalında birincilik ödülünü, Uluslararası Af Örgütü’nün 2006’da “Kadına Karşı Şiddete Son” kampanyası kapsamında Güldünya Töre’ye Mektuplar yarışmasında jüri özel ödülünü aldım. Bu ödüller bana yazma motivasyonu sağladı.
Gazel Bulut: Kaç yıldır şiir yazıyorsun? Ben de yakından yaşadığım için biliyorum, yazınsal faaliyetlerin en çok olduğu yerlerden biri hapishaneler. Ancak gerek yaşam şartları gerekse tecrit politikalarıyla bağlantılı uygulamalar türlü zorlukları beraberinde getiriyor. Bu süreçlerden bahseder misin?
Sona Mengütay: Kaç yıldır şiir yazdığımı hatırlamıyorum. Çocukluğumda evlerimizde yankılanan Erivan Radyosundan Meryem Xan’ın sesinin büyüsüne kapılırdım. Meryem Xan, Ayşe Şan, Arem Tigran ve daha birçok dengbej ve sanatçının o büyülü sesleri çok şey anlatıyordu. Her ses birer çığlık gibi yankı buluyordu evimizde. Acıyı, aşkı, sevgiyi, halkımızın acı tarihini anlattıklarını anladığımda daha fazla büyülenirdim. Onların yerinde olmak isterdim. Belki de onlar gibi olma hayalimdi bana şiir yazdıran bilemiyorum. Şiir de anlatmak istediğine biçim vermek değil mi? Dediğim gibi Meryem Xan da anlatmak istediğini sesiyle haykırıyordu adeta. İşte bu sesin büyüsü beni içine çektikçe ben de dağlara, taşlara, suyun akışına, uçan kuşların kanatlarına, kelebeklerin ömrüne, baharda açan çiçeğe baktıkça onlarla konuşuyor, onlara imgeler kuruyordum. Ama yazıya dökme, şiir olarak yazma serüvenim birçok yoldaşım gibi mahpusta başladı. Kadınların en güzel, en değerli hazineleri duygularıdır. Bu duygular analitik zekalarıyla buluştuğunda, ortaklaştığında çok güzel şeyler ortaya çıkıyor. Kadın dünyasındaki bu üretkenlikler çok önemlidir.
Mahpusta direnmek kadar üretmek de anlamlıdır. Ürettiklerimizi bir araya getirmek, bir kaynağa dönüştürmek hiç de kolay değil. Mahpuslar ürettiklerine, üretmek istediklerine tedirginlikle yaklaşıyorlar. Ulaştığımız sınırlı kaynaklara rağmen yazarak, üreterek çoğalma isteğimiz çoğu zaman kursaklarımızda kalabiliyor. Ya dışarıya çıkardığımızda sahiplenen çıkmıyor ya da aramalarda keyfi bir şekilde el konulabiliyor. Her iki durum da şevk kırıcıdır. Okumak istediğimiz kaynaklar sınırlıdır. Son yıllarda bir de buna kota sınırlandırılması eklendi. Kişi başına yanında belli bir sayıda kitap bulundurma kotası getirildi. İstediğimiz dergi-gazete-makale türü kaynaklara ulaşamıyoruz, zaten yasak. Elbette bütün bunlar tecrit politikalarıyla bağlantılıdır. Tutsaklar üzerindeki tecrit ve izolasyon politikaları psikolojik savaşın bir ürünüdür. Psikolojik savaş yöntemleri her geçen gün çeşitlenerek artmaktadır. Örneğin 30 yılını zindanda geçiren birçok arkadaşın cezası bittiği halde tahliye edilmediler. Burada da iki arkadaşım bu adaletsiz ve keyfi uygulamayla bırakılmadılar. Mahpuslara karşı büyük bir adaletsizlik yaşatılıyor. Bunun yanı sıra bir mahpustan diğer mahpusa sevk ve sürgün sırasında bin bir emekle ürettiğimiz şiir-öykü, araştırma-inceleme notlarımız, dosyaladığımız yazı çalışmalarımız çeşitli gerekçeler öne sürülerek el konulabiliyor.
Birkaç yıl önce bir arkadaşıma okuması için mektupla gönderdiğim şiirlerime gönderdiğim cezaevi tarafından el konuldu. Ben hâlâ o şiirlerimi geri alabilmiş değilim. Yine arama adı altında alınan yazılarımız yıllardır gözaltındalar. Demem o ki mahpus koşullarının sınırlılığı, mahrumiyeti içerisinde üreterek çoğalmak, yazarak zenginleşmek her şeye karşı önemli bir duruştur. Onun için diyorum ya kadınların en değerli hazineleri duygularıdır.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi; çocukluğumdan edindiğim duyguların beni dürtmesi sonucu yazmaya yöneldiğimi söylemeliyim. Zindan koşullarının zorluklarına karşı bir şeyler yapmak gerekiyordu. Ben de ilk etapta el yordamıyla biriktirdiğim anılarımı yazarak başladım. Arada sırada kendimi imgelerle tanıştırsam da imge kurmak anı anlatmak yazı yazmak kadar rahat gelmiyordu. Şiir için “ince iş, incelik ve ahenk isteyen zahmetli bir uğraş” diyordum. Ama ne kadar böyle desem de ilgim de meyilim de şiire dönüştü. Zamanla okuyarak ama çok okuyarak bu ilgimi ve meylim cesaretlendirdim. Yenebileceğim cesareti edindim. Tabii ki sadece cesaret yeterli değil, cesaret ancak eline kalemi almana yardımcı olur, yol gösterir sana. Neden ve neyi yenmek istediğini bilmezsen edindiğin cesaretin anlamı olmaz. Amaçlı olmak gerekiyor. Ben de 26 (27 demeliyim artık, 27 yılıma girdim) yıllık mahpus hayatımda bir yandan okuyarak kendimi geliştirmeye çalışırken diğer yandan edindiğim bilgi birikimi amaçlı kılmaya, özenle yazdıklarıma akıtmaya çabalıyorum. Bu anlamda beslendiğimiz kaynakların hazinesini açmak, o hazineyi iyiliğe, doğruluğa, özgürleşmeye doğru akıtmak devrimci sorumluluğumun bir gereği olarak görüyorum. “Amaçlı olmak” biraz da bunun için önemlidir.
Gazel Bulut: Şiirin genel tanımının ötesinde herkes için ayrı anlamı ve manası vardır. Peki Sona için şiirin tanımı nedir?
Sona Mengütay: Şiir benim için telkâri sanatı güzelliğini de değerini de ince işçiliğinden almaktadır. Nasıl ki telkârinin maddesi gümüşse şiirin de maddesi duygulardır. Duyguları imgelere tariflemek ve bu tariflemeyi şiire dönüştürmek telkâri zanaatını icra etmek kadar incelik isteyen bir sanattır. Şiir gücü çok eski zamanlara ait bir ruhtur. Bu ruh bazen geçmiş-göçmüş anılarımızı fısıldıyor bazen de içerisinde bulunduğumuz zamana sesleniyor. Şiir kendini imgelerle giyindirmek ister. Yani söylemek istediğine öz ve biçim buldurur. Biçimle özün uyumlu olması, diğer bir deyişle estetikle-güzelliğin buluşmasıdır. Onun için telkâri zanaatıyla özdeş kılıyorum. Telkâri zanaatında müthiş bir incelik ve uyum var. İnce ince tellerin işlenerek bir zanaata dönüşmesi insanı büyülüyor. Şiirde bunu görüyorum.
Gazel Bulut: Tüm şiirlerinin senin için önemi ayrıdır tabii ama bize Sona’yı anlatan bir dizeni söyler misin desem hangisi olurdu? Neden?
Sona Mengütay: Bütün şiirlerimde beni anlatan dizeler var tabii ki. Özel olarak beni en iyi anlatan “Varoluş” şiirimdeki “Kendime sora sora biriktim” dizesi olur herhalde. Şuna inanıyorum: Her insan kendine sorarak ve kendi sorularına cevaplar oluşturarak birikir, kendini inşa eder. Aslında röportajın başından beri anlatmaya çalıştığım hayat hikâyemde de görülüyor. Kendime sorduğum sorularımın cevapları yürüyüşümde anlam buluyor. Elbette içinde felsefik tanımları da barındırıyor. Kastettiğim soyut tamlamalardan ziyade somut hayatla, yaşamın akışıyla sıcak bir ilişkisi var. Dizedeki “gizem” kadın doğasındaki gizeme, zenginliğe bir göndermedir. Biz kadınlar kendi dizelerimizde acıyı- yaralanmışlıkları biriktirdiğimiz gibi sevgiyi, özlemi, güzellikleri de biriktirmişiz. Bu birikimlerimizi toplumsallaştırmamız gerekmektedir. Bu açıdan şiir acıyı, hüznü anlattığı kadar mutluluğu da çağırmalıdır. İnsanı derinden düşündürtmeli, kimisini sarsmalı, kendisinde vicdan uyandırmalıdır. Zulme, kimliksizleştirmeye, adaletsizliğe karşı baş kaldırmalı, her türlü haksızlığı protesto etmelidir.
Gazel Bulut: Kadın direnişlerinin dünyanın birçok yerinde yükselişe geçtiği, kadınların seslerinin daha gür çıktığı süreçlerden geçiyoruz. Aylardır İran’da kadınlar direnmeye devam ediyor. Sen de ahlak polisleri tarafından katledilen Jina Emînî için bir şiir yazdın. İran direnişinin simgelerinden olan kitabına da adını veren Bir Tutam Saç senin için ne ifade ediyor?
Sona Mengütay: Zulüm ve baskının olduğu yerde direniş kaçınılmazdır. Özellikle dünyanın birçok yerinde direnen, direniş halinde olan kadın özgürlük mücadelesini soluksuz veren bütün kadınları selamlıyor, direnişlerine sahip çıkıyorum. Her nerede olursa, hangi sisteme karşı olursa olsun kadınlar direniyorsa, mücadele verip hak talep ediyorsa mutlaka kazanan kadınlar olacaktır.
Tarihte olduğu gibi günümüzdeki iktidarlar toplumsal cinsiyetçilik üzerinden ideolojilerini geliştirmiş, politikalarını üretmişlerdir. Sürekli kadının saçı-başı-bedeni araçsallaştırılarak iktidarlarını sürdürmüşlerdir. Kadın isterse başını açar, istemezse kapatır. Bu kadının kendi tercihi olmalıdır. Burada hiçbir sistemin, devletin, erkeğin kadının bedeni üzerinden tasarruf yapma hakkı yoktur. Kadınlar tarih boyunca çok bedel ödediler. Kadınların hak ve özgürlük talepleri 21. yüzyılda da devam ediyor. Her ne kadar erkek egemen zihniyeti kadınların özgürlük dinamiklerini ortadan kaldırmak için politikalar geliştirmeye kalksalar da kadınlar haklarını talep etmekten ve özgürlüklerinden vazgeçmiyorlar. Daha bir yıl önce Afganistan’da Taliban gericiliği iktidarı ele geçirir geçirmez ilk iş kadınları kafese kapatmak, neredeyse kamuda çalışan tek bir kadın bırakmama oldu. Taliban’ın bütün baskı ve tehditlerine rağmen az sayıda da olsa Afganistan sokaklarında cesur kadınlar “Jin Jiyan Azadî” sloganları eşliğinde ellerinden alınan hak ve özgürlüklerini geri istiyorlardı. Ortadoğulu kadınlar, Rojava’da kadınların öncülüğünde gelişen devrimden güç alıyorlar. Aslında Ortadoğulu kadınlar güçlü bir mücadele dinamiğine sahipler. Bu dinamiği ortadan kaldırmak isteyen gerici rejimler, kadınların nefes almalarını istemezler. İran rejimi de bu rejimlerden biridir. Aylardır İran’da rejimin tüm baskı, tutuklama ve idamla tehdit politikalarına rağmen kadınlar direnmekten vazgeçmediler, hâlâ direniyorlar. Jîna Mahsa Amini’nin katledilmesi dünya kadınlarını kısa sürede birleştirdi. Direniş dalga dalga yayıldı. Tarihte kimi dönüm noktaları var; nasıl ki 8 Mart, 25 Kasım tarihleri kadın mücadelesinin dönüm noktalarını oluşturuyorsa Amini’nin İran’da “ahlak” polisi tarafından katledildiği 16 Eylül 2022 tarihi de bu dönüm noktalarından biridir. Hemen her kadın Amini direnişine sahip çıktı. Kadınlar saçlarını keserek bu gericiliği protesto ettiler. Ben de bir tutam saçımı kestim. Ancak mahpusta bu tarz tavır ve duruşlarımızı dışarıya yansıtmak gibi imkânlarımız yok. O yüzden yaptıklarımızla kalabiliyoruz çoğu zaman. Böylesi durumlar karşısında yaşadığım duygular şiire dönüşebiliyor. Bir Tutam Saç şiirini o günlerin sıcak duygu ve etkilenmeleri bana yazdırdı. Keşke bir kadın katledilmeseydi ben de o şiiri yazmamış olsaydım. Kitabın Bir Tutam Saç ismini alması da bir tavır ve gelişen isyana, direnişe bir kadın olarak ortak olmak, duruş göstermek içindir. Kendini kadın özgürleşmesinin bir parçası, bir öznesi olarak görmek kadına dönük gelişen şiddeti, zulmü kabul etmemeyi gerektiriyor. Haliyle imgelerimi de özgürleşme sorunlarının muhatabı kılıyorum. O yüzden kurduğum her imge kadın yaşamlarına benziyor, daha doğrusu kadının yaşanmışlıklarını imgelerimle benzeş kılıyorum, onun için imgelerimle sürekli diyalog içerisinde oluyorum.
Gazel Bulut: Kitabın 21 Mart Newroz günü raflarda yerini aldı. Bunun özel bir anlamı var mıydı? Yoksa denk mi geldi? Varsa neden?
Sona Mengütay: Kitabın 21 Mart günü raflarda yerini alması benim için çok anlamlı. Aslında 8 Mart’ı düşünmüştük ancak yaşanan deprem felaketinden kaynaklı tarihini değiştirdik. Deprem büyük yaralara yol açtı. Aradan onca zaman geçti insanlar hâlâ kayıplarını arıyorlar. Biz mahpuslar buralarda bir şey yapamamanın, oradaki insanlara ulaşamamanın derin acısını yaşadık. Böylesi zamanlar mahpusta olmak zor geliyor. TV ekranlarına yansıyan çığlıkları çaresizce izlemek en zoruydu. O insanlarla birlikte bir ölüyor, bir canlanıyor gibiydik adeta. Kayıpla-ölümün bir arada yaşandığı bir zamanı yaşadık. İnsanlarımız bu zamandan nasıl çıkacaklar? O da belli değil. Aslında iktidarlar, çıkarlar araya girmezse toplumsal vicdan dayanışarak açılan derin yaraları sarmak kolaylaşacaktır. Bu vesileyle hayatlarını kaybeden insanlarımıza rahmet, yaralıları da acil şifalar diliyorum. Kitabı bu yaslı yaralı günlerde raflara dizmek istemedim. Bu yüzden 21 Mart gününe erteledik. 21 Mart tarihi hem tarihsel hem de toplumsal anlamda büyük bir değere sahiptir. 21 Mart aynı zamanda diriliş ve direniş bayramımız olan Newroz bayramıdır. Newroz zulme ve kimliksizleştirmeye karşı yeniden doğuşu ve dirilmeyi ifade ediyor, simgeliyor. 21 Mart denilince onlarca direniş örnekleri akla geliyor. Benim için bugünün bir özelliği daha var: Sevgili annemle ilgili bir hatıramı paylaşmak isterim. Annem Newroz gününe özel Kılor (bir tür çörek) yapardı. Kılorun hamurunu yoğururken çeşitli nesneler katardı (bozuk para, boncuk gibi), her bir nesneye bir şey atfederdi. Bizler akşamı zor beklerdik, akşam olunca annem kıloru dilimler her birimiz payımıza düşeni alırdık. Kime ne çıktıysa şansına. Bana çoğu zaman şans getirecek olanı düşerdi. Kitabın bugün raflarda yer alması da bana şans getirecektir. Bu vesileyle sevgili annemi de anmış oldum. 21 Mart Newroz bayramı başka halkların tarihinde de önemli bir yere sahip. Yanı sıra doğanın yeniden doğuşu, baharın gelişi demek. Bahar yeniliktir, sürekli direniş halinde olmak, hep yenilenmek demektir. Bu anlamda kitabın bugüne denk gelmesi önemlidir benim için.
Gazel Bulut: Türkiye’de son yıllarda kadının aleyhine olan, siyasi iktidarla bağlantılı birçok politika hayata geçirildi ve geçirilmeye devam ediyor. Tüm bunlar karşısında ciddi bir kadın bilinci ve dik duruşu görüyoruz. Hemcinslerimiz için Sona’nın “şiirindeki ses” neler söylüyor?
Sona Mengütay: Kadınlar mücadele dinamiklerini zayıf bırakmamalılar. Zayıf bıraktıkları anda kendilerini eril zihniyetin saldırılarına açık tutmuş olurlar. Türkiye’de son yıllarda artan kadın düşmanlığı iktidarın politikalarından bağımsız değildir. Bugün tarikat, cemaat ve parti liderlerine kadar çıkıp kadınları çok rahatlıkla tehdit etmeleri, hedef göstermelerini buradan ibretle TV ekranlarında seyrediyoruz. Her gün onlarca kadın katlediliyor. Kadın katliamlarının bu kadar rahat işleniyor olması, bu tür söylem ve hedef göstermelerden güç alındığını gösteriyor. Kadınların yıllarca verdiği mücadele ve bedeller sonucu elde ettikleri kazanımları bir bir ellerinden alınmak isteniyor. Kadına karşı şiddet sarmalı zihniyetlerde devam ettikçe kadın düşmanlığı devam edecektir. Türkiye’de iktidarlar özellikle son yıllarda kadınlar üzerinden politikalar yapıyor, siyasetlerine şekil veriyorlar. Her seçim zamanında olduğu gibi bu seçimde de kadınlar ve kadın kazanımları araçsallaştırılmak isteniyor. Öyle ki ittifak ortaklıkları, alışverişleri yine kadınlar üzerinden yapılıyor.
Kadın mücadelesi bir bütündür. Bu anlamda bütün kadınlar ortak mücadele perspektifi etrafında birleşmelidirler. Bu birleşme gelişmese eril egemen ittifak ve ortaklıklar daha çok yaşanır. Kadını iktidarların politikalarına alet etmelerini reddetmeli, karşısında güçlü birliktelikler kurarak durabilmeliyiz. Kadınlar kapatıldıkları cinsiyetçi kamplardan çıkmak için mücadele ediyorken iktidar etrafında kümelenen tarikat ve cemaatlerin kadınları tekrardan o kamplara kapatma çabaları öfke uyandırıyor. Kadınların her anında taciz ve tecavüz ile yüz yüze kaldığı bir sistemde yaşıyoruz. Bu anlamda kadın özgürlük sorunu çözülemezse topluma ne demokrasi uğrar ne de adalet gelir. Kadınların taciz ve tecavüze maruz kalmayacakları, öldürülmeyecekleri bir gelecek, bir toplum düşünüyorum. “Şiirimdeki ses”, cesur kadınların sesini haykırıyor ve bu sesi çoğaltmaya bir çağrıdır.
Gazel Bulut: Son olarak okuyucuların için dizelerinin devamı gelecek mi ve eklemek istediğin bir şey var mı?
Sona Mengütay: Dizelerimin devamı gelecek. Daha doğrusu gelmesini istiyorum. Halihazırda dosyaladığım şiirlerim var. Şimdilik Bir Tutam Saç okuyucuların ilgisini bekliyor. Okurların ilgisi beni de teşvik edecektir. Biz mahpusların ürettikleri ne kadar ilgi görürse bizler o kadar moral ve güç alıyor, üretmek ve daha fazla çoğaltmak isteriz. Mapusta çoğumuzun yazdıkları “kimsesiz” kalabiliyor. İçerde de kimsesiz kalıyor, dışarı çıkardığımızda da kimse elinden tutmuyor, yitip gidiyorlar. Böyle olunca şevk ve azimle yazma isteğimiz kırılabiliyor.
Bir Tutam Saç okuyucuların eleştiri, yorum ve değerlendirmelerine açıktır. Açıkçası ben de Bir Tutam Saç’ın okurlarla buluşmasını çok merak ediyorum. Bu merak ben de inanılmaz bir heyecan da yaratıyor. Son olarak bu röportaj aracılığıyla hem okuyuculara hem de bütün dostlara selam ve özlemlerimi iletiyorum. Özgür yarınlarda mutlaka buluşmak dileğiyle. Tekrardan kendimi anlatmama vesile olduğun için sana da çok teşekkür ediyorum.