Sicillerinde Katliam, Ellerinde Kanla “Savaş Suçu” Aramak

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]

Bugünlerde ortalık, İsrail’in gerçekleştirdiği katliamlar üzerinden nemalanmak isteyen ikiyüzlü faşist-şoven, katliamcı parti ve siyasetçiler ile onların kalemşorlarının İsrail’in savaş suçlarını ve yargılanmasını konu eden yazılarla, konuşmalarla kaynamaktadır. Geniş bir kesim için olumlu karşılanan bu talebin faşist, gerici, kendisi zaten suçlu devletlerce de partiler tarafından da dile getirildiğini görüyoruz. İlgi çekiyor olması bakımından “savaş suçları” hakkında bir yorum yapmak gereği vardır.

AKP’den CHP’ye, MHP’den tüm diğer feodal-komprador sistemin parti ve sözcülerine değin hemen her kesim çirkef bir ikiyüzlülükle İsrail’in savaş suçlarını sıralayıp esip gürlemekte, “hesap sorulacağından” dem vurmakta. Sadece Türkiye’de değil, uluslararası alanda da bu konu yaygınlıkla dillendirilmektedir. Tüm kirleri, ikiyüzlülükleri ve katliamcı nitelikleri ile söyleyenler haksız ama söylenenler doğrudur. İşgalçi İsrail devleti tam anlamıyla mazlum Filistinlilere yönelik bir kıyım gerçekleştirmektedir

Doğru söylemek ne kadar önemliyse, söyleyenin kim/kimler olduğu da bir o kadar önemlidir. Önemlidir çünkü; söz, söyleyenin fikrine, karakterine göre biçim ve anlam kazanır. Bugün Gazze’deki katliamlar karşısında, aşağılayacak cinsten bir böbürlenme haliyle İsrail’in kadın, çocuk, sivil demeksizin gerçekleştirdiği katliama “terörist İsrail savaş suçu işliyor” naraları atanlar, daha beter katliam ve savaş suçunu Kürdistan’ın her bir parçasında gerçekleştirmekte; kimileri de katliam savunuculuğunu yaparak buna ortak olmaktadır.

SAVAŞ SUÇU NEDİR, NASIL ANLAMALI?

Savaş suçu meselesini basit tanımlamalarla geçiştiremeyiz. Emperyalist kapitalist sistem tarafından içeriklendirilerek gerçeğin kitlelerden gizlenmesi ve onların manipüle edilmesi amaçlı kullanılan savaş suçu kavramını doğru tanımlamak zorundayız.

Emperyalist güçler 1998’de Roma Statüsü adı verilen ve savaş suçlarının kapsamını belirleyen uluslararası bir anlaşma oluşturdu. 1990’larda Yugoslavya’nın parçalanmasıyla oluşan savaşta Sırp egemenlerinin hayata geçirdiği katliamlar bu anlaşmanın zemini olmuştur. Savaş suçu kapsamındaki suçlar için de 2002’de Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kurulmuştur. Roma Statüsü ve UCM ile savaş suçu kapsamına alınan suç tanımları şu şekildedir: Sivil halkın ve savaş esirlerinin öldürülmesi, kötü muameleye tabi tutulması veya zorla çalıştırılması, rehinelerin öldürülmesi, kamu ve özel kişilerin mallarının yağmalanması, gereksiz yere şehirlerin yakılıp yıkılması, uluslararası anlaşmalarla yasaklanan biyolojik ya da kimyasal kitle imha silahlarının kullanılması.

Devletler arası savaşta bunların her ihlali savaş suçu sayılırken bunlar devletin içinde gerçekleştiğinde savaş suçu sayılmayabilmektedir. Zira devletlerin halka, ezilenlere şiddet uygulamasına dair uluslararası kabul gören bir ayrıcalıkları vardır. Tam da bu temelde “terörle mücadele” gibi uluslararası anlaşmalarla yakalanan bir ortaklık ya da kullanılan bir maymuncuk söz konusudur.

Bu anlaşmaya ve mahkemeye taraf olan ya da olmayan tüm emperyalistler ve onların uşağı gerici egemenler doğrudan ya da dolaylı olarak tanımlanan tüm suçlardan sorumludurlar. Özellikle çok uluslu ülkelerde ulusal hareketlere, yine sosyal kurtuluş mücadelesi yürüten hareketlere halkı da kapsayacak şekilde gerçekleşen katliamlarda asla bir sınır söz konusu olmamaktadır. Savaş suçu meselesi emperyalistler arasında ama esas olarak emperyalistlerle hegemonya sorunu yaşadığı ülkelerin güçleri arasında kullanılan bir yönetme, hegemonya kurma aygıtıdır. Bu kavram tam anlamıyla savaşlara yönelik uluslararası ölçekte gelişen tepkilerin manipülasyonunu içermektedir. Pratik uygulamaları ise politik güç ilişkilerine bağlıdır. Örneğin Roma Statüsü’ne ABD, İsrail, Türkiye gibi devletler taraf olmamış, çekinceler koymuşlardır. Çünkü ABD emperyalizmi tüm Dünya’da bir jandarma rolüne sahiptir ve elinde tüm Dünya halklarının kanı vardır. İsrail ve Türkiye ise Filistin ulusuna ve Kürt halkıyla sistematik şekilde savaş halindedir ve halka karşı devletlerinin savaş suçu işlemesi hem kaçınılmazdır hem de bir devlet hakkı olarak meşru kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu devletlerin savaş suçları bakımından sınır tanımamaları olağandır. Gerçekleşen de budur.

Biz egemen güçlerin savaş suçu tanımını maddi gerçeklikleri, sınıfsal nitelikleri ve siyasal amaçları içinde değerlendiririz. Onlar her meselede olduğu gibi kavramları da kendi egemenliklerini perçinlemek üzere kuran bir yaklaşıma sahiptirler. Bu eksende savaş suçu tanımlamaları da sadece bir sahtekârlık gösterisi ve göstergesidir. Emperyalist kapitalist sistem ve tüm gerici sistemler, sömürü ve vahşet sistemini süreklileştirmek, Dünya genelinde hâkim olmak amaçlı kıyasıya bir savaşım içerisindedir. İçeride işçi ve emekçileri baskılarken dışarıda da Dünya’ya hâkim olma amaçlı haksız savaşlar çıkarmaktadır. En sade formülasyonla ifade edersek emperyalizm aynı zamanda savaş demektir. Her alanda saldırgan bir politika sürdürmekte, lokal-bölgesel düzlemde yürütülen savaşlarla pazar kavgaları kızışmakta ve giderek kapsamlı paylaşım savaşının zemini oluşmaktadır. Sömürücü sistemlerin tüm tarihi, işçi ve emekçilere, ezilen uluslara karşı savaş ve katliamlarla geçmiştir. Haksız ve gayrimeşru bu sömürü düzenleri, kendi bekalarının devamı için baskı ve savaş aygıtlarını en vahşi biçimlerde devreye sokarak katliamlar, soykırımlar yapmışlardır, bu hâlâ devam eden bir tutumdur. Milyonlar, hedef gözetilmeksizin toplu katliamlarla ortadan kaldırılmaktadırlar. Dahası, yüz milyonlarca insan kendisini vahşi haksız savaşlardan kurtarmak için göç yollarına düşmekte; tecavüz, işkence, açlık ve her türlü şiddete maruz kalarak sefalete, sefil ortamlara mahkûm edilmektedir. Savaşlarda yaşam ve barınma alanları, eğitim ve sağlık kurumları, kitlelere açık tüm alanlar uluslararası alanda emperyalist-gerici kurumlarca dahi suç sayılmasına rağmen gündelik olarak bombalanmaktadır.

Tüm bunlar manipülasyon ve kara propagandalarla, milliyetçilik ve inançlar kullanılarak, istismar edilerek kanıksatılmaya ve meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.

İşte sıraladığımız tüm bu suçlar, gerici sistemlerin sınıf ve ezilenlere yönelik uyguladığı savaş suçlarını ifade etmektedir. Savaş diyoruz, çünkü; tarihsel süreçte yaşanan her çatışma, mücadele ve savaş sınıflar savaşımının bir parçasının andaki ifadesidir. Ezen, sömüren tüm gerici-faşist sistemlerin yürüttükleri savaşlar, ezilen tüm Dünya halklarına yönelik saldırısı olduğundan haksız savaşlardır. Dolayısıyla işlenen her suç da bu anlamıyla son tahlilde insanlığa karşı işlenen suçlardır.

Savaş için ürettikleri ölüm kusan silahları “kimyasal ve yasaklı” silah argümanıyla meşrulaştırmaktan geri durmadıkları gibi ihtiyaç duyduklarında kimyasal, biyolojik, nükleer her silahı kullanmaktan da çekinmediklerini ve çekinmeyeceklerini biliriz. İnsana dair her şeyi, hafızalardan silip vahşice ortadan kaldırmaya ihtiyaç duyarlarsa bunu hayata geçirirler. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar ayrımsız ve acımasızca katledilebilmekte, hastane, alt yapıları, su ve beslenme kaynakları ortadan kaldırılabilmektedir. Beslenme olanakları, ormanlar, barınma alanları kullanılamaz hale getirilmekte, yok edilmekte, insanlar bu ortamda ölüme mahkûm edilmektedir. Bugün Dünya’nın birçok bölgesinde yaşananların genel özeti de böyle yapılabilir. Ancak çelişki yaşadıkları durumda, kitlelerin rızasını olmak zorunda kaldıklarında, yine gerici çıkarları için bunları karşı tarafa yönelen bir silah olarak da kullanmaktan çekinmezler.

Bugün İsrail’in Gazze’deki tüm yaşamı yok etmeye yönelen saldırganlığı karşısında “savaş suçu” kavramına sarılan egemenlerin benzer suçlara birçok kez bulaştıkları, bu suçların sicillerinde kayıtlı olduğu unutulmamalıdır. Onların İsrail’in özelde Filistin halkında ama genelde bölge halklarına karşı işlediği suçlardan, bu saldırıda ölen çocuklardan, kadınlardan, yok edilmeye çalışılan Filistin davasından daha çok bölgede güttüğü hesaplar vardır. Örneğin savaş suçu ve uluslararası mahkemede yargılama yaygarası yapan TC, Kürt katliamları nedeniyle İsrail için işaret ettiği Roma Statüsü’ne taraf bile değildir. Filistin’de yaşanan katliamdan çok bölgede daha etkin rolü hangi politik konumlanmayla elde edeceği peşindedir. Bu, tüm gerici güçler için geçerlidir.

Özetle Dünya’da yaratılan tüm haksız savaşların suçluları emperyalist, faşist, gerici sistemlerdir. Bu savaşlarda ve saldırganlıklarda hiçbir kural tanımadan katliamlar yapanlar, insanlık suçu işleyenler de yine aynı unsurlardır. Onun için de savaşların, savaş suçu diye tanımladıkları insanlığa karşı işledikleri suçların engellenmesi, onlardan hesap sorulması ancak ve ancak insanlığa düşman sistemlerinin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır. Emperyalist ve faşist sistemler sürdükçe ne savaşlar ne de halklara karşı suçları son bulacaktır.

Dünya proletaryası, ezilen halklar ve ezilen ulusların yönelmesi gereken güçler bellidir. İnsanlık diz üstünde durdukça katliamlardan kurtulamayacaktır. Onun için de sınıf savaşımını büyüterek özgürlükler dünyasının kapılarının sonuna dek açılması mücadelesinin bir parçası olmak zorundayız. Yani geleceğimizin ve kaderimizin efendisi olarak özgürlük mücadelesini büyütmek zorundayız. Tüm insanlığa karşı suç işleyen karşı devrimcilerin yok oluşunun yolunu da bu mücadele hazırlayacaktır.