[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Dinle “]
Ulusal meseleler, tarihsel süreçleri ve gelişimleri içerisinde nitelikleri gereği ciddi tartışmaları ve politik saflaşmaları da beraberinde getirmeye devam ediyor. Ulusal meselede berrak bir yaklaşıma sahip olmayan esasta da Lenin’in bu konu özgülündeki en ileri teorisinden beslenmeyen reformist, küçük burjuva akımların yalpalamaları, ezen ulus şovenizminde demirlemeleri kaçınılmaz olmaktadır. Filistin direnişi özgülünde Hamas’ın niteliğiyle ulusal meselenin niteliğini eşitleyen tutumlardan, ezilen ulus şiddetinin meşruluğunu sorgulayan yaklaşımların objektif olarak Siyonizmin değirmenine su taşıdığını söylemiştik. Yine güncel olması bakımından Şeyh Said tartışmalarında da benzer kimi veçheler söz konusu. Tartışmaları yeniden körükleyen gelişme ise Amed’de Şeyh Said isminin bir bulvara verileceği haberi oldu. Faşist muhalefet partilerinden, kalemşorlara, reformist partilere uzanan geniş bir yelpazede Şeyh Said ve önderlik ettiği isyan tartışma konusu haline geldi.
ŞEYH SAİD: KÜRT İSYANI ÖNDERİ Mİ, CUMHURİYET DÜŞMANI MI?
Şeyh Said’e dair tartışmalarda faşist düzen partilerinden T’K’P’ye uzanan genişçe bir cenahın ortaklaştığı ve sesini yükselttiği ana vurgu, Ş. Said’in “azılı bir cumhuriyet düşmanı” olduğuydu. T’K’P Şeyh Said meselesinde bilindik tavrını sürdürmesi bakımından yine şaşırtmasa da açıklamasındaki satır başları ezen ulus şovenizminden malul reformizmin ne denli pespayeleştiğini de gözler önüne serdi. Suphi ve yoldaşlarını katleden faşist cumhuriyeti sahiplenmede Kemalistlerden daha gayretkeş olan T’K’P açıklamasında, “Şeyh Sait, Cumhuriyet’e karşı saltanatı Laikliğe karşı hilafeti savunmuş, bu nedenle de ‘isyan’ etmiştir. Şeyh Sait Kürtler adına değil, halifelik adına, yurttan kovulmuş saray adına, Vahdettin adına, İngiliz emperyalizmi yararına ‘isyan’ etmiş bir figürdür. Bugün AKP’li kayyumun yeni yapılacak olan yola Şeyh Sait’in ismini vermesi AKP’nin gerici ve Cumhuriyet düşmanı karakterini gözler önüne sermektedir” ifadeleriyle tutumunu özetlemiştir. Ezen ulus şovenizminin ısrarla sürdürüldüğü bu açıklama elbette şaşırtıcı değildir. Değildir çünkü İbrahim Kaypakkaya yoldaş da bu tartışmanın muhatabı olmuş, aldığı tutumla o güne değin hâkim olan şoven yaklaşımlarla arasına kalınca bir çizgi çekmiştir.
Kaypakkaya yoldaş bu konuya, şovenizme ödün vermeksizin yaklaşmış, ayaklanmanın, ulusal niteliğe işaret ederek her koşulda milli demokratik bir muhtevaya sahip olduğunu vurgulamıştır. İsyanın milli demokratik muhtevasını anlamak ve Kaypakkaya yoldaşın berrak komünist görüşlerini kavramak için, “Türkiye’de Milli Mesele” adlı Aralık 1971 tarihinde kaleme aldığı broşürde özellikle bu yazının 8. bölümündeki “Kürt Milli Hareketi” adlı kısma bakmak gerekir. Kaypakkaya’ya göre: “Kürt isyanlarının yeni Türk devleti tarafından vahşice bastırılmasını ve peşinden yapılan kitle katliamlarını feodalizme karşı yönelmiş ‘ilerici’, ‘devrimci’ bir hareket diye alkışlayanlar, sadece ve sadece iflah olmaz hâkim ulus milliyetçileridir.” (Seçme Yazılar, s. 199). “İngiliz Emperyalizminin, Şeyh Said hareketinde parmağı olduğunu iddia ederek Türk hükümetinin, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını çiğnemesini, kitle katliamlarına girişmesini vs. haklı ve ilerici göstermeye çalışanlar, bir kere daha tekrarlayalım, iflah olmaz Türk şovenistleridir… Bir milletin kendi kaderini tayin hakkı, emperyalizme alet oldukları veya olabilecekleri iddiasıyla kısıtlanamaz veya ortadan kaldırılamaz. Böyle bir iddiayla ‘bir milletin ezilmesi ve gadre uğraması’ savunulamaz. Kaldı ki söz konusu dönemde bizzat Türk hükümeti, İngiliz ve Fransız emperyalistleriyle iş birliği halindedir.” (a.g.e)
Kaypakkaya yoldaşın bu meseleye, geniş bir çevreden ayrışarak baktığını söylüyoruz. T’K’P’nin o dönemki çıkan yayınlarına baktığımızda isyana dair burjuva-feodal basında çıkan söylemlerden esasta kopmadığını görüyoruz. Orak-Çekiç adlı yayınında Ş. Said’den “eşkıya, yobaz” diye bahsetmesi ve isyanı “uzantılı” olmakla suçlayarak UKKTH (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) ilkesine sözde bağlı olduğunu tarihsel örnekler bakımından da gözler önüne sermiştir. Reformistlerin ve ezen ulus şovenistlerinin isyana dair yaklaşımlarının fikri anlamdaki hegemonyası öylesine etkilidir ki İsmail Beşikçi gibi Kürt meselesinde yetkin aydınlar dahi hâkim söylemlerin etkisinde kalmıştır. Doğu Anadolu’nun düzeni kitabında Beşikçi, isyanı “yobaz, gerici ve feodal” olarak nitelemiş, milli yönü ıskalamıştır. Beşikçi sonrasında ayaklanmanın, özünde ulusal meseleye ilişkin olduğunu belirterek düzeltmeye gitmiştir. Bu bakımdan Kaypakkaya yoldaşın Lenin’de ifadesini bulan ulusal meseleye dair en ileri teoriyle kurduğu bağ onu Ş. Said meselesinde doğru komünist tutuma götürmüştür.
İSYAN “MİLLİ HAREKET” KAPSAMINDA
Kaypakkaya yoldaş, Kürt Milli Hareketini bir süreç bağlamında ele almış isyanı da bu süreç içerisinde konumlandırarak değerlendirmiştir. Bu isyanlar sürecini de Lozan Anlaşmasındaki gasp ile ele almak gerekliliği üzerinde duran Kaypakkaya, Ağrı-Zilan, Koçgiri ve Dersim isyanlarının milli karakterine değinirken onun feodal yönünü de yine bu nitelik içerisinde kavramak gerektiği üzerinde durmuştur: “Bu hareketlerin ‘milli’ karakterlerinin yanında, bir de feodal karakterleri vardır: O zamana kadar kendi başlarına hükümran olan feodal beyler, merkezi otoritenin bu hükümranlığı tehdit etmeye başlaması üzerine, bu otoriteyle çatışmışlardır. Feodal beyleri merkezi otoriteye başkaldırmaya iten esaslı etken budur. Kürt burjuvazisinin ‘kendi’ iç pazarına hâkim olma arzusu ile feodal beylerin kendi başlarına hükümranlık arzusu, Türk hâkim sınıflarının elinde tuttuğu merkezi otoriteye karşı birleşmiştir. Köylü kitlelerinin geniş ölçüde bu hareketlere, katılmalarının sebebi ise, amansız milli baskılardır.”
Kaypakkaya’nın bu noktada bir ayrıma gittiğini görüyoruz. Hareketin milli yönünün desteklenmesi, bu hareketin ezilmesine karşı durmasını komünistlerin görevi olarak koyarken salt feodal ağaların hükümranlığına ve ulusal burjuvazinin egemenliğine karşı olduklarını dile getirir. T’K’P bu ayrımı yapmak yerine Şeyh Said İsyanı’nı gerici değerlendirmiş o dönemki tüm isyanlarda da Türk hâkim sınıflarının ulusal baskısını desteklemiştir. Güncel tartışmalarda da T’K’P ve türevlerinin benzer tavırlarını sürdürdüğünü görüyoruz. Kaypakkaya yoldaş bu tutumdaki T’K’P’yi, “Kürt köylülerinin milli baskılara duyduğu kuvvetli ve haklı tepkiyi proletarya önderliğiyle birleştirmek yerine, Türk burjuva ve toprak ağalarının peşine takıldı, böylece de iki milliyetten emekçi halkın birliğine büyük zarar verdi. Kürt emekçileri arasında Türk işçilerine ve köylülerine karşı güvensizlik tohumları saçtı” sözleriyle eleştiriye tabi tutmuştur.
Kaypakkaya ulusal meseleye, ufkunu Lenin’in bakışıyla birleştirerek yaklaşmış aynı zamanda Kürt Milli Hareketini de bu perspektifle değerlendirmiştir. Kürt milli hareketini tarihsel diyalektik gelişim içerisinde değerlendirmeye tabi tutarak diğer isyanların ortak yönünü ve birbirleriyle ilişkilerini irdelemiştir. İbrahim yoldaş bunları yaparken aynı zamanda bir cerrah titizliğiyle de milli hareketin içerisindeki sınıfları ve bu sınıfların hangi şartlarda savunulacağını hangi şartlarda savunulamayacağını da ortaya koymuştur. Bu bakımdan o, dönemin reformistlerinin düştüğü ezen ulus şovenizminden değil proletaryanın bilimsel ufkundan bakarak Ş. Said meselesinde özgün ama doğru bir pozisyon almasını bilmiştir.