7 Kasım 2018’de DTK Eş Başkanı ve HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven’in başta Abdullah Öcalan olmak üzere tüm hapishanelerde siyasi tutsaklar üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlattığı açlık grevi, bugün 3000’in üzerinde devrimci, demokrat, yurtsever tutsağın katılımı ve kararlılığıyla, 15 tutsağın ise ölüm orucuna dönüştürerek sürdürdüğü direnişi devam ediyor.
Kürt düşmanlığı ispatlı Türk devletinin bu süreç boyunca, direnişi kırma ve görünmez kılma politikaları olmak üzere tutsaklar gibi tutsakların başlattığı açlık grevi direnişinin de tecrit edilmeye çalışıldığı, kamuoyunun burjuva medya eliyle algısal bir kontrol altında tutma politikaları sürüyor. Direnişin gelişimi içerisinde açlık grevinin yanı sıra yurtsever tutsakların tecrit, saldırı, teslim alma politikaları ve baskılara karşı geliştirdiği direngen tutum bedeni siperleştirme, fiziksel varlığını düşünsel varlığının ön koşulu haline getirmenin yansıması olarak feda eylemlerine dönüşmüştür. Direniş bu aşamada oluşan kamuoyu ile birlikte ağır tecrit koşullarında ölüm orucu boyutu da kazanmıştır. Faşist devletin tecrit altına alarak silahsızlandırdığını sandığı tutsakların eylemleri ölümü silaha dönüştüren direnişi, feda ruhuyla adanmışlıkta sınır tanımamanın örnekleriyle faşist devletin saldırı hamlelerini boşa çıkarmanın göstergesi olarak somutlaşmaktadır. Devletin mevzi kazandığını düşündüğü anda, psikolojik üstünlüğü eline aldığını sandığı böylesi süreçlerde hapishaneler cephesinde insanlığın onurunu ve kurtuluşunu yaşama sebebi sayan devrimci irade karşısında çaresizliğin vücut bulmuş hali olan zulme karşı bu eylemler tutsaklara psikolojik olarak önemli bir üstünlük kazandırmıştır.
Bütün bu süreç boyunca tecride karşı açlık grevi direnişinin alacağı boyuttan kaygılı olan ve aynı zamanda içte ve dışta politik, askeri, ekonomik kriz halinde bulunan Türk devleti bir yanda bilindik faşist politikalarına ağırlık verirken diğer yandan da yerel seçimler ekseninde halkı oyalama politikalarına da sarılmıştır. Demokrasi söylemleri eşliğinde, komedinin sahnelendiği oyuna bir figüran olarak halkı, devrimci, demokrat ve ilerici güçleri de katarak zaman kazanma hamlelerini geliştirmektedir. Halkın seçimlerle meşguliyeti sırasında ortaya çıkan tablo direnişin perdelenmesi özelliğini de kapsamaktadır.
Tam da bu eksende faşist Türk devleti grevin başladığı günden bu yana direnişin bitirilmesi için çeşitli hamleler yapmış ve girişimlerde bulunmuştur. Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan ile 12 Ocak 2019 görüştürülmesi bu hamlelerden birisiydi. Bu görüşmenin ardından kamuoyunda ve devlet bakımından açlık grevlerinin bitirileceği vb. beklentisi tam olarak gelişmese de hamlenin sonuçlarının görülmesi ve direnişin kapsamı ve kararlılığının ölçülmesi bakımından izin verilen bu görüşmeyi devletin bir taktiği olarak okumak gerekmektedir. Başta devrimci, demokrat ve ilerici güçler olmak üzere tüm kamuoyunda açlık grevlerinin Abdullah Öcalan’dan gelecek bir açıklamayla sonlandırılacağına ilişkin beklenti ya da “öngörü” olduğunu söylemek mümkün. Bunun altında yatan sebeplerden birisi daha önceki açlık grevlerinin bu biçimde sonlandırılmış olmasıdır. Bu eksende Abdullah Öcalan’dan gelecek açıklamanın bu yönde seyredeceğine olan “inanç” kuvvetle mümkün görülüyordu. Hatta söylenebilir ki bu beklenti genel kamuoyunda direnişin yeteri kadar sahiplenilmemesi biçiminde yansıyan sessizlik olgusunun da sebeplerinden birisi olarak okunabilir.
Direnişin bitirilmesi hamlelerinden bir diğeri ise 2 Mayıs günü Abdullah Öcalan’ın iki avukatıyla yaptığı görüşmedir. 6 Mayıs günü kamuoyuna açıklanan görüşme sonuçlarından bu ortaya çıkmıştır. Yapılan açıklama bir süpriz içermemektedir. Bilinenin tekrarı olan, kamuoyunda oluşan öngörünün haklılığını ortaya çıkaran açıklama Abdullah Öcalan ve imzacı üç tutsağın esas olarak açlık grevlerinin bitirilmesini istediğinin açık olmayan ifadesidir. Açıklamanın direkt Abdullah Öcalan tarafından yapılmaması İmralı F Tipi Hapishanesi’nde bulunan Abdullah Öcalan, Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş’ın imzasıyla yapılması ise Türk devletinin bir hamlesi mi yoksa görüşmenin politik bir şifresi olarak ulusal hareketin bir taktiği mi olduğu ise süreç içerisinde anlaşılacaktır. Abdullah Öcalan ise açıklamada özetle “toplumsal uzlaşıya ihtiyaç olduğu”, “kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç vardır” denilmektedir. Bunun için iki parametre öne sürülmüştür; bu da Ortadoğu ölçeğinde SDG (Suriye Demokratik Güçleri) kapsamında Suriye’nin bütünlüğünün korunması, çatışma kültüründen uzak durularak, bütünlüğün anayasal güvenceye alınması, yerel demokrasi perspektifinde çözüme kavuşturulması ve bu noktada diğer parametre olarak Türkiye’nin hassasiyetlerine duyarlı olunması vurgusu yapılmıştır. Bu çerçevede açlık grevi direnişine ilişkin saygı duyulduğunun ifade edilmesinin yanına ölüm haberlerinin alınmak istenmediğinin söylenmesi ve akli, fiziki, ruhi sağlıklarının her şeyin üstünde olduğunun şifresini en iyi ulusal hareketin çözümleyeceği gerçeği de ortadadır.
Kamuoyunda oluşan bir açıklamayla direnişin bitirileceği beklentisi taleplerin kabul edilmesi ve direnişin kazanımla sonuçlanması olgusunun nasıl oluşacağını da muğlaklaştırmaktadır. Bu muğlaklaştırmaya en net yanıtı tutsaklar vermiştir. Bu açıdan PKK ve PAJK’lı tutsaklar adına Deniz Kaya’nın yaptığı açıklama Kürt Ulusal Hareketi bakımından bir ilktir diyebiliriz. Yapılan açıklamanın açlık grevini bitirin anlamına gelmesine rağmen “açlık grevlerinin talepler kabul edilinceye kadar süreceği”, “hiçbir ikircik yaşamadan bilinçli bir şekilde eylemimizi sürdürürken büyük bir kararlılık sahibi olduğumuz bilinmelidir” diyerek tutsaklar adına yapılan açıklamayla Kürt Ulusal Hareketi bir ilkin altına imza atmıştır.
Deniz Kaya’nın yaptığı açıklamada görüşmenin olumlu olduğu söyleminin yanı sıra özellikle yapılan direnişin kırılmak istendiği olgusunun Abdullah Öcalan ve üç tutsağın açıklamasına verdiği yanıt açısından da ayrıca önemli bir gelişme olarak okunmalıdır. Ulusal hareketin politik taktik ve stratejik hamleleri, önderlik anlayışı ve geleneği açısından dikkat çekici olan bu yaklaşımı bugünü ve yarınıyla birlikte sürecin okunması bakımından farklı görüşlere yorumlanabilir. Açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştüğü bu aşamada taleplerin kabul edilinceye kadar direnişin süreceği kararlılığının göstergesidir. Açlık grevleri ile başlatılan esasta Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması hedefini içeren ancak alt metninde Türk devletinin Kürt düşmanı politikalarını geriletme ve bu açıdan da ulusal hareketin örgütlü gücünü toparlama, moral ve kitle gücünü koruma anlamlarını da içeren açlık grevi direnişi, kapsamına aldığı boyutu çoktan aşmıştır. Hem Abdullah Öcalan ve üç tutsağın ortak yaptığı açıklamada hem de hem de PKK ve PAJK’lı tutsakların yaptığı açıklamada Türkiye’nin sınırlarının ötesinde Suriye politikalarıyla da ilintileri ortaya çıkmıştır. Açıklamanın başında yapılan Suriye’nin bütünlüğü ve Türkiye’nin hassasiyetlerine karşı SDG’nin duyarlılığa çağrılması bunu açıklamaktadır ve çok su götürecek tartışmalara kapı aralamaktadır. Sonuç olarak Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmesi tecridin kaldırıldığı taleplerin kabul edildiği anlamına gelmiyor. Aksine ailelerin hapishane önlerinde başlattıkları nöbetlerle her gün saldırıya maruz kalma, gözaltına alınma pahasına direnişin dışarıda da örgütlenip geliştiği bir aşamada olması izlenecek yolu göstermiştir. Devlete geri adım attırmanın tek yolunun direnişten geçtiğinin ispatı niteliğindedir. Şimdi içerde tutsakların dışarıda ailelerin mücadelesine ikirciksiz katılmak, talepleri sahiplenme noktasında ailelerin eylemlerinin aktif öznesi olma ve direnişi omuzlama zamanıdır.