Veysel Arslan- DERİTEKS Eğitim ve Örgütlenme Uzmanı
Çin’de vahim bir tablo yarattıktan sonra hızla dünyayı saran yeni tip koronavirüs, sınır tanımadan yayılırken birçok ünlüyü de etkisi altına aldı. Devlet başkanları, ünlü sporcular, sanatçılar ve daha birçoğunun pozitif çıkan test sonuçları günlerdir hem geleneksel hem sosyal medyayı meşgul ediyor. Bu haberler ve herkesin zorla ya da gönüllü ev hapsine girmesi; virüsün ırk, cinsiyet, sınıf ayrımı yapmadığı ve insanlığın tamamını eşit oranda tehdit ettiği yolunda yanlış bir söylemi besleyip durdu. Oysa tarih boyunca tüm savaşlar, çatışmalar, doğal felaketler ve ekonomik krizlerde olduğu gibi son yüzyılın en tehlikeli küresel sağlık krizinden en çok zarar gören yine işçi sınıfı ve emekçilerdir.
“Evde Kal” ve “Sosyal Mesafelenme” Kimin İçin?
Ülkemizde iktidar koronavirüs ile alakalı bolca önerilerde bulunuyor. Tabii ki gerekli tedbirleri reddetmiyoruz. Diğer yandan evde kal, sosyal mesafelenme, kişisel temizlik kuralları gibi tavsiyeler getirilse de işyerlerinde, fabrikalarda çalışan milyonlarca işçinin koronavirüse karşı nasıl korunacağına dair tutarlı bir politika yok. Önerilen tavsiyeler kendisi ile çelişen daha ağızdan çıkar çıkmaz çürüyen önlemler. Evde kal, yakın temastan kaçın, mesafeni koru diyor ama milyonlarca tekstil işçisi yüzlerce fabrikada harıl harıl, yığınlar halinde ve dip dibe çalışıyor. Sadece önerilen duruma uygun insanlara mı yapılıyor bu öneri ya da sağlık sadece zaten dikkat etme koşulu olanı mı kapsıyor? Başka bir deyimle bu önerilerin “işçiler dışındakiler” gibi gizli bir ibaresi mi var?
Bazı sınıf ve katmanlar için evlerden bakıldığında hayat durmuş gibi görünse de aslında milyonlarca işçi o evlerin içinde değil fabrikada. Evin geçimini sağlayıp hane içindekilerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için mecburi olarak çalışıyor. Hem kendilerinin hem ailelerinin sağlığından endişe etseler de işsizlik korkusundan gitmek zorunda kalıyorlar. Tabir yerinde ise “ölümden kaçıp sıtmaya razı” olmak yerine “sıtmadan kaçıp ölüme razı” oluyorlar. Evlerinden çıkarken birçoğunun aklından kriz nedeniyle işsiz kalabilecekleri geçiyor. İşi durduran işletmelerin ücretsiz izne çıkarılan çalışanları, ne kadar süreceğini bilmedikleri bu krizde hayatta kalmayı umuyor. Çoktan işsizler ordusuna katılan yevmiyelilerin, merdiven altı atölyelerde çalışanların, fason çalışanların, küçük atölye işçilerinin ise evlerinden başka gidecek yerleri zaten yok.
Deri ve Tekstil İşçileri de Tüm İşçi Kardeşleri Gibi Dertli
Deri ve tekstil isçileri de aslında birçok sektördeki işçi kardeşleri gibi temel sorunlarla karşı karşıya. Bu sorunları genelleştirecek olursak iki başlık çıkar, ilki sağlık diğeri ekonomik. Sağlık açısından ele aldığımızda birçok fabrikada sağlık kontrolleri yok ya da çok yüzeysel ve göstermelik. Hijyen noktasında kısmen bir hassasiyet oluşmuş durumda ama ne yazık ki bu da işçilerin kendi koşullarını zorlamaları sayesinde. Fabrikaların çoğunda hijyenden yoksunluk, dip dibe çalışma, sabuna bile ulaşmada zorluk, yüzlerce işçinin birkaç tuvaletle idare etmesi, yemekhanelerde neredeyse bitişik kuyruklar, tıkış tıkış servisler, işyeri hekiminin virüs ile ilgili bilgi dâhi vermemesi gibi temel sorunlar var. İşyerlerinde alınacak tedbirler örgütlü, sendikalı olmayan yerlerde ise tümüyle patronların insafına bırakılmış durumda. Ayrıca hangi işyerinde ne tür önlem alındığını denetleyebilecek bir sistem de yok.
Sendikalı işyerlerinde ise olması gereken ve kısmen de olan durumu fabrika bazında sendikalı olduğumuz bir yeri örnek vererek göstermek sanırım daha doğru olur. Fabrika içi tedbirler daha düzenli ve en azından sendika işyeri temsilcilerimiz aracılığıyla bu tedbirleri denetleme olanağına sahibiz. Sendika ve işyeri temsilcileri olduğunda daha hızlı ve sağlıklı tedbirler alınıyor. Örneklemek gerekirse temsilciler ve işyeri komiteleri hızlı bir şekilde fabrika yönetimine alınacak tedbirleri önerip takibini yapabiliyor. Bir fabrikamızda servislerin sabah ve akşam hijyeninin sağlanması ve tekli oturma düzeneği getirilerek servis sayısı artırılmış, fabrika içinde ateş ölçüm cihazı konulmuş, yemekhane oturma düzeni masalarda 4 er kişiden 2 şer kişiye düşürülmüş, yemekhanede ortak kullanılan malzeme (tuzluk, ekmek sepeti vb.) sayısı artırılmış, yemekhane, mescit gibi toplu giriş çıkışların yaşandığı yerlerde düzenleme getirilerek toplu giriş çıkışlar yasaklanmış, bu bölümlerin hijyenleri düzenli olarak sağlanmış, temizlik görevlilerin sayısı artırılmış, fabrika çalışma alanlarına her işçinin kolaylıkla ulaşacağı şekilde sık aralıklarla el dezenfekte malzemesi konulmuş, giriş çıkışlardaki ortak el temasının sağlandığı yerler sürekli olarak temizlenerek giriş çıkış planı getirilmiş, hamile, 65 yaş üstü ve kronik rahatsızlığı olanlar ücretli izne çıkarılmış, fazla mesailer durdurulmuştur. “Ücretli izin” esas olmakla birlikte bu asgari tedbirlerin alınması da bir gerekliliktir. Genel sektördeki duruma baktığınızda ise bu tedbirler maalesef çok alt düzeyde.
İkinci diğer temel sorun ise ekonomik demiştik. Bu bakımdan da işçiler en dipteler. Açıkçası salgından en çok etkilenen sektörlerden biri tekstil oldu. İhracatının yüzde 70’ini Avrupa Birliği ülkelerine yapan hazır giyim sektörünün bu ülkelerden aldığı siparişler bir bir ertelenince, bunun sonuçları emekçilere ödetildi. Küresel tedarik zincirinin bir parçası olan ve Avrupa için önemli bir üretici konumundaki Türkiye’de ihracata dayalı üretim ve fason fabrikalarda yaşanan üretim iptalleri nedeniyle birçok işyerinde işten çıkarma, ücretsiz izin, üretime ara verme gibi sorunlar ortaya çıktı. Bu durumda işsizlik tablosunun giderek artacağı aşikârdır. Özellikle emek yoğun sektörlerden biri olan hazır giyim sanayisi, işçilerin nicel anlamda en çok riski yaşayacağı alanlardan birisidir. Sektörün yarısının kayıt dışı olduğu düşünüldüğünde riskin boyutu daha da iyi anlaşılmaktadır.
Devletin uygulamaya soktuğu istikrar paketi işçilerin ihtiyacını karşılamaktan çok çok uzaktır. Bir deyimle özetlemek gerekirse bir kaz daha “üsttekilere han hamam alttakilere din iman artı kolonya” paketi çıkmıştır. Kaldı ki o kolonya da kriz fırsatçılığından kaynaklı fahiş fiyatlara satılmış buna ulaşamayan da yine işçiler olmuştur. Sınıf farkı kolonyada dahi belirginleşmiş stokçulara karşı işçiler “bu ne kardeşim” demekle yetinmiş marketten geri dönmüşlerdir. Patronlara ciddi destekler getirilmiş ama fabrikada çalışan milyonlarca işçi sanki yokmuş gibi davranılmış, yetkililerden yanıt istendiğinde ise “ücretsiz izin, yıllık izinlerin kullanılması” gibi fırsatçı yaklaşımlar kendini göstermiştir. Oysa en basitinden kamu çalışanları için verilen izinler özel sektör çalışanları için de geçerli sayılmalıdır.
Evde kalamayan ve çalışmak zorunda olan herkesin kendi olağanüstü şartlarını oluşturması da mümkün değildir. Bu ülkenin değer üreten asıl unsurları işçilerdir. Dertte sıkıntıda, krizde, bunalımda sürekli fedakârlık istenen, bu konuda ilk akla gelenler de işçilerdir. Fakat ne hikmetse sağlık, temel ihtiyaçlar, güvence istediğinde hiç görülmeyen, görülmek istenmeyen, dışarda tutulan da işçilerdir. Koç, Ciner, Enka Madencilik gibi holding ve şirketlere faaliyetlerindeki zararı karşılama sözü veren devlet zaten kölelik ücreti ile geçim savaşı veren işçilere duadan başka bir söz söylememiştir. Bu politika her türlü krizi yaratan ve adına “serbest piyasa ekonomisi” denen kapitalist mantığın ta kendisidir.
Ülkemizde salgın nedeniyle geçici olarak kapatılan Boyner, YKM, Mavi, Yargıcı, İpekyol, Beymen, Mudo, Kiğılı, Vakko, Faik Sönmez, M&S, D’S Damat, Ayva, Roman, Çift Geyik Karaca, Twigy, Desa, Sarar, Burberry, Sportife, Superstep, Gant, Nautica, Lacoste, ADL, Network, Calvin Klein, Adidas, Tommy Hilfiger firmalarının aldığı tebdirlere bir bakın “sağlığınız bizim için önemli” demekten başka tedbir var mıdır? Çalışanlara yönelik bir tek cümle çözüm bulamazsınız. Demokrasi ve ekonomik haklar konusunda görece daha iyi durumda dediğimiz Avrupa ülkelerinde kısmi adımlar atılsa da yapılan bir araştırma Avrupa ülkelerinin rengini de açık etmektedir. Araştırmanın sadece bir kısmını paylaşarak tablonun geneline dair bir yorum yapmamız mümkündür. Şöyle ki Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) koronavirüsünün küresel etkileri üzerine 86 ülkeden 109 sendikanın yer aldığı bir araştırma gerçekleştirdi. Bu araştırmaya göre.
OECD Bulguları
Virüsün ekonomik etkilerine karşı OECD hükümetlerinin uyguladığı ilk beş önlem:
* 28 OECD ülkesinden 14’ü işletmeler için vergi indirimi sağlıyor,
* 28 OECD ülkesinden 14’ü işletmeler için kurtarma fonu sağlıyor,
* 28 OECD ülkesinden 14’ü bireylerin kendilerini izole etmesi için istihdam güvencesi sağlıyor,
* 28 OECD ülkesinden 13’ü ücretsiz sağlık hizmeti sağlıyor.
* 28 OECD ülkesinden 11’i bakım için yarı zamanlı çalışma ödeneğini düzenliyor.
* 28 OECD ülkesinden sadece 11’i bireylerin izolasyon dönemi için ücretli hastalık izni düzenliyor ve sadece 10’u bazı işçiler için ücretli hastalık iznini sağlıyor.
* 28 OECD ülkesinden sadece 5’i tüm çalışanlara eve kapanmaları için gelir desteği, gıda ve elektrik desteği sağlıyor. Sadece 4’ü tüm çalışanlar için ücretli hastalık izni ve nakit transfer desteği sağlıyor.
Örnek verilen yerlerde bile hal böyleyken bizim gibi yarı-sömürge ülkelerin durumunun oldukça vahim ve içler acısı olduğunu yaşayarak görüyoruz. Aslında durum sadece bunlarla da bitmiyor. Sağlık sisteminin özelleştirilmesiyle kronikleşen sorunlar, özel sektör ve kamunun krizle de kötüleşen koşullarında, sadece korunma değil tedavi sürecinde de eşitsiz bir sürecin işlediğini gösteriyor. Parası olan ile yoksul hastanın sağlık hizmetlerine erişiminin eşit olması, gerçekçi olmayan bir temenni. Sermaye düzeni bir yandan insan hayatını grafiklerle gösterip bir yandan işçilerin yaşadığı riskleri görmezden gelerek sabır, sakinlik ve verimlilik telkin ediyor. Krizi fırsata çeviren saldırgan kâr döngüsü ve zararın faturasının emekçiye kesilmesi, sınıflar arasındaki eşitsizlik uçurumunu her geçen gün derinleştiriyor.
Yaşam; en iyi maskeleri, nerdeyse yıllık gıda ve hijyen maddesini, çerezini stoklayan, evinde yapabileceği eğlence etkinliğinin listesini dert edinen, online alışveriş sitelerine yüklenen, evine özel doktor çağırtıp tedavi gören mutlu bir azınlığın lüks evlerinden bakılan kadar kolay olsa keşke (!) Ah keşke ama gerçekler acıdır, acıtır.
Virüs krizinin etkilerini en çok hisseden işçilerin, kendi çektikleri dertler yetmiyor gibi bir de türlü mücadelelerle güç bela kazandıkları sendikalaşma ve TİS hakları törpülenmeye başlandı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından çıkarılan 98425987-045.03-805086 sayı ve 23.03.2020 tarihli Genelge ile “ ‘Toplu İş Sözleşmesi Yetki Tespiti İle Grev Oylaması Hakkında Yönetmelik’ ve ‘Toplu İş Sözleşmesinde Arabulucu ve Hakeme Başvurma Yönetmeliği’ çerçevesinde Bakanlık tarafından yürütülecek iş ve işlemlerin geçici süre ile durdurulmasına karar verilmiştir.” denildi. Sermaye ve temsilcileri tarafından virüs krizinden damıtılan yine işçilere ve örgütlenme hakkına saldırı oldu.
Tüm bu yaşananlarda sendikalara ciddi görevler düşmektedir. En önemli görev de kendilerini seçen işçilerin başta sağlığını sonra geleceğini korumak ve bunun için taşın altına elini sokmaktır. Gönül sıvazlayan cümleler değil derde çözüm arayan haykırışlar olmalıdır. Rica minnet eden değil üretimdeki gücünü hak almak için organize eden pratiklere yaslanımalıdır. İşçilerin dertleri sendikaların dertleridir, öyle olmak zorundadır.
Oysa her fırtına, kriz, bunalım döneminde olduğu gibi işçiler canları pahasına yine fedakârlığın en üst aşamasında olanlarıdır. Hayatı her gün yaşanabilir kılan, tüm maddi değerleri üreten işçiler kendi ürettikleri maskeleri, kolonyayı, belki o aşıyı bulamayacak erişemeyecek olanlardır. Krizin yarattığı puslu kaos ortamı dindiğinde berraklaşan sahnede kimin daha çok zarar gördüğü virüsün sınıfı olup olmadığını da göreceğiz. Sağ kalanların birçoğunun ağır yaralarla yani işini kaybetmiş, ekonomik ve psikolojik bunalımlardan çıkamamış, belki ailesini, evini kaybetmiş, köşede bucakta az da olsa birikimi varsa onları yitirmiş yığınlar göreceğiz.
İşçiler, sermaye düzeninin yani kapitalizmin işçi sınıfı için virüsten daha tehlikeli bir düşman olduğunu anladığı anda, adaletli, cinsiyetsiz, sınıfsız, sınırsız bir yaşamı kuracak özgücünü kavradığında ancak virüs ve benzeri tüm krizleri aşacak gücünün olduğunu anladığında mutlu sonu görecektir.
Bu gücü somutlaştırmanın ve hayal olmaktan çıkarmanın tek yolunun örgütlenmekten olduğu, sınıf dayanışmasının, geleceği kendi için inşa etmenin yolunun bu örgütlü mücadeleyi yükseltmekten geçtiği işçiler tarafından kavranmalıdır. Gelecek işçilerin sınıf bilinçli ve örgütlü gücü ile özgürleşecektir.