Yaşanan ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte işçi sınıfına dönük hak gaspları, işten atma saldırıları hız kazanıyor. Yaşanan krizin faturası işçi sınıfının kazanılmış haklarının tırpanlanmasıyla, gasp edilmesiyle atlatılmak isteniyor. Gasp edilmek istenen kazanılmış hakların en başında kıdem tazminatı hakkı geliyor. Ekonomi Bakanı Berat Albayrak’ın her “ekonomi reform paketi” açıklamasında değindiği “kıdem tazminatının fona devri” konusu işçi sınıfının kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesi anlamını taşıyor. Bu saldırıya karşı konfederasyonlar ve sendikalardan tepkiler gelmeye devam ediyor. Kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesine karşı tepki gösteren sendikalardan Türk-İş Konferasyonu’na bağlı Petrol-İş Sendikası Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreteri Mustafa Mesut Tekik ile bir röportaj gerçekleştirdik. Mustafa Mesut Tekik ile gerçekleştirdiğimiz röportajda kıdem tazminatının gaspı, bu saldırı karşısında alınacak tutum ve Petrol-İş Sendikası öncülüğünde süren direnişler üzerine değiniler bulunuyor.
YENİ DEMOKRASİ- Ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik krizin işçileri daha da yoksullaştırdığını biliyoruz. Alım gücü azalırken işsizlik artıyor. İçerisinde bulunan durumdan kurtulmak için hükümet tarafından sunulan “ekonomi reform paketleri” ise işçilerin kazanılmış haklarına yönelmekten öteye gitmiyor. Berat Albayrak tarafından 10 Nisan 2019’ta açıklanan “ekonomi reform paketinin” içerisinde kıdem tazminatının fona devretmesi yer alıyor; “pakette” yer alan unsurları ise “2019 yılı içerisinde hayata geçirmeyi” istediklerini söylendi. Özetle kıdem tazminatı hakkı bu şekilde gasp edilmek isteniyor, bu konuda sizin düşünceleriniz neler?
MUSTAFA MESUT TEKİK- Hem dünyada hem de Türkiye’de kapitalizm büyük bir kriz yaşıyor. Kendisinin yarattığı bu krizden yegane çıkış yolunu da dünyanın enerji kaynaklarının ve rezervlerinin üçte ikisinin bulunduğu coğrafyaya müdahale etmekte arıyor. Önce maddi ve manevi değerleri yıkıma uğratmak, ardından da “demokrasi”yi götürmek gibi süslü laflarla içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi olarak krizi yolunu seçiyor. Kapitalizmin tarihsel misyonu bu şekildedir. ’91 Körfez işgalinden beri süregelen bir durum bu. En az 20 Ortadoğu ülkesine ve “kendini güvenlik zaafına uğramış hisseden” Avrupa ve Balkan ülkelerinin birçoğuna da milyarlarca doları bulan silah-mühimmat ve bunların yan sektörlerine dair birçok satış gerçekleştiriyor. Bu ölçeği küçültürsek durum Türkiye’de de aynı diyebiliriz. Özellikle AKP iktidara geldiğinden bugüne kamu varlıklarını, kamu kaynaklarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çeken özelleştirmeci bir politika izlemiştir. Bu özelleştirmeci politikaların maddi karşılığını ise AKP betona gömdü. AKP 17 yıldır bir ağaç bile dikmedi Türkiye’ye. Deyim yerindeyse AKP’nin, beton ekonomisi dışında bir ekonomi politikası olmadı. İşte gördük; yapımıyla böbürlendikleri ama uçakların iniş bile yapamadığı bir havalimanına, Türkiye’yi belki 5 yıl götürecek ekonomik kaynak gömüldü.
AKP elini nereye atsa kuruttuğu bir ekonomi politikası ve istihdam modeli izledi. Ben petrol, plastik, kimya ve enerji sektöründen birisi olarak çok rahat bir şekilde ifade edebilirim ki bu hükümet tek bir tane bile fabrika kurmadı. Adil paylaşıma değil de yandaşlarına rant olanağı sağlayan 17 yıl geçiridi. 2019 yılına geldiğinde ise işçi ve emekçileri inim inim inleten bir kriz patlak verdi. Bu süreçte ranta dayalı politikalar her tarafından patlar, dikiş tutmaz hale geldi. 6-7 yıl AKP’nin ayakta kalmasının temel nedeni Körfez’den gelen sıcak para akışıydı. Bu sıcak para akışı da kesildi. Şimdi ise kalan kamu kaynaklarını satma- ki biliyorsunuz %9 kamu kuruluşunu varlık fonuna devrederek uluslararası para tekellerinden kredi koparmanın peşine düşen- üretimle değil de sıcak parayla günü kotarmaya çalışan bir ekonomik plan peşinde.
Geçen günlerde bakan açıklama yapmıştı, ”yapısal reformlar yapıyoruz” diye. Siyasal iktidarın yapısal reform yapabilmesi için öncelikle ortada bir yapının olması lazım. Biz Türkiye’de ciddi bir yapı olduğunu düşünmüyoruz. Kendimizden örnek verelim; Petrol-İş Türkiye’de 100 işyerinde örgütlü, bunun 40-45’i yabancı sermaye! Siyasal gerekçelerle bir çekilseler, bizim 20 bin üyemiz işsiz kalacak. Tabii bu bütün sektörler için geçerli. Dolayısıyla bizim ülkemizde kolonları sağlam olmayan bir yapımız var. Kolonları sağlam olmayan bir yapıyı revize etmek mümkün değildir. Öncelikle o yapıyı yıkmak, yerle bir etmek, enkazını temizlemek, sterilize etmek ve ardından yeni bir şey inşa etmek gerekiyor. Bu da tabii ki Türkiye’de yaşayan, çalışan, üreten bütün sosyal, siyasal, sınıfsal katmanları sürece katarak, herkesin fikirlerini alarak mümkün olabilir. Bu da adalet ve üretim temelli olmalıdır. Ama AKP geldiğinden beri iki temel ilke üzerinde duruyor. Birincisi yerli ve yabancı sermayeyi korumak, ikincisi vergi yükü vs. ile halkın canını okumak. Bu politikaların Türkçesi bu!
AKP Demokles’in Kılıcı gibi kıdem tazminatını işçilerin-emekçilerin boynunda sallandırıyor. Avrupa’da kıdem tazminatı yok diye de örnek gösteriyorlar. Doğru Avrupa’da kıdem tazminatı yok ama kıdem tazminatına ihtiyaç duyacak bir sistem de yok. Çünkü burada 600 Euro’ya çalışan bir işçi, Avrupa da aynı işten 3000 Euro maaş alıyor. Bu sebeple kıdem tazminatı yerine geçecek parayı kendisi hayli hayli tasarruf ediyor. Bizim de içinde bulunduğumuz konfederasyon da (Türk-İş) kıdem tazminatına dokunulmasını kırmızı çizgimiz olarak kabul etti ve gerekirse genel grev kararı alacağımızı ifade ettik. Bu sözleri verenler –biz de dahil- sözlerini unutmayacak elbette. Sırf kıdem tazminatına dokunmak değil, işçi sınıfı üzerindeki ağır vergilerin daha da arttırılması durumunda, krizin boyutlanıp işsizliğin arttırılması durumunda, faturanın işçilere işsizlik ile kesilmesi durumunda birleşip, üretimden gelen gücümüzü kullanıp yaşamı durdurmamız gerekir. Sermaye kadar örgütlü ve cesur olmamız gerekiyor.
YD- Kıdem tazminatı hakkının engellenmesi işyeri sahiplerinin toplu işten atmalarının önünü açabilir mi? İşçiler için kazanılmış olan bu hakkın, işten atmaların önünde caydırıcı bir engel durumunda mı?
M. TEKİK: Elbette kıdem tazminatı bugün keyfi gerekçelerle işçilerin işten çıkarılmasının önünde engel olarak duruyor. Dolayısıyla kıdem tazminatının kaldırılması demek, sorgusuz-sualsiz patronların işçileri işten atabilmesi demek anlamına da geliyor. Kıdem tazminatının fona devredilmesi veya gün sayısının düşürülmesine bu sebeple de karşıyız. Amaç sermayeyi memnun etmek, yabancı sermayeye ülkeyi peşkeş çekmektir.
YD- Kıdem tazminatı hakkı yasal olarak işçi sınıfının bir kazanımı olmakla beraber bu hakka sürekli bir saldırı söz konusu. Patronlar birçok yerde işlerinden atılan işçilerin yasal hakkı olan kıdem tazminatını ödemiyor. Bugün yapılmak istenenin bu saldırıları yasal bir zeminde pekiştirerek uygulamak olduğunu söylemek mümkün mü?
M. TEKİK- Ben bu sorunla onlarca kez karşılaştım ki; örgütlü- örgütsüz, bize üye olsun-olmasın onlarca emekçi halkımız bizi arayıp “her yıl benim çıkışımı yapıp, tekrar girişimi yapıyorlar” dedi. Binlerce emekçi işten atılırım korkusuyla ses çıkaramıyor bu duruma. Dolayısıyla kıdem tazminatlarını gasp eden patronların bugün yasal güvence altına alınmak istendiğini söylemek gayet mümkün.
YD- Petrol-İş’in Gebze’de yapılan kurul toplantısında “kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir” ifadelerine yer verildi. Bu konuda yetkililer tarafından bir adım atılmaması durumunda genel greve gidilebileceği belirtildi. Genel grev bu aşamada gündeminizde aldığınız bir eylem biçimi mi?
M. TEKİK- Biz Petrol-İş olarak 2019 yılı içerisinde tüm kurullarımızda aldığımız karar sonucunda, kıdem tazminatına dokunulması durumunda Petrol-İş’in örgütlü olduğu tüm işyerlerinde bunu grev gerekçesi olarak görüp, üretimden gelen gücümüzü kullanacağımızı ve genel greve gideceğimizi deklare ettik. Tabii biz bunu Türkiye’deki 100 Konfederasyonun da deklare etmesini istiyoruz. Bir de özeleştirel yaklaşmak da lazım. Diyelim biz tüm konfederasyonlar birleştik, genel grev kararı aldık. Peki bunu uygulayabilecek miyiz? Slogan atmaktan ziyade gerçekten yaşamı durduracak mıyız? Geniş kitlelerin yaşamını gerçekten etkileyebilecek miyiz? Çöpler temizlenecek mi? Otobüsler, trenler, uçaklar kalkacak mı? Fabrikalar üretimi durduracak mı? Önemli olan budur! 3-5 sendika üyelerinin çalışmayı durdurması tek başına anlam ifade etmiyor. Geniş kitlelerin bu greve katılması gerekiyor.
Biz Petrol-İş olarak uzun zamandır bu konuyu gündeme aldık. Üyelerimizi psikolojik olarak hazırladık. Eğitim programlarımız çerçevesinde birçok toplantılar gerçekleştirdik. Bu irade üyelerimizde mevcut, hatta bu konuda bizi -yönetimi- motive ettiklerini rahatlıkla söyleyebilirim.
YD- Kıdem tazminatının gasp edilmek istenmesiyle birlikte işçi sınıfına yönelik çeşitli saldırılar ve hak gaspları da yaşanıyor. Son olarak TÜPRAŞ işçileri bu saldırıların hedefi olmuş, işyerinden çıkmama eylemi gerçekleştirmişlerdi. İşçi sınıfına yönelik bu saldırılara karşı sendikaların görevleri neler? Gerçekleşen saldırılar karşısında sendikalar görevlerini yerine getirebiliyor mu?
M. TEKİK- Emeğiyle geçinen 15 milyon insana layıkıyla öncülük edildiği bir sendikal yapı geleneği Türkiye’de yok maalesef. Çoğu zaman iktidarın kuyruğuna takılan, eylemi-örgütlenmeyi-iç eğitimi esasa almayan bir gerçeklik var. 15 milyon insanın emeğiyle üretim sürecine girdiği bir ülkede, 1 milyon 700 bin örgütlü işçi var. Bunlar da 100’den fazla sendikaya üye. Yani atomize olmuş, bölük-pörçük, darmadağın, ortak refleks veremeyen, birleşik mücadele yürütemeyen sınıfsal bir hareket var Türkiye’de. Yani sınıfsal hareket bile diyemeyeceğimiz bir yapı var.
Dayanışma, mücadele, örgüt, örgütlenme, adalet, direniş dendiğinde Anadolu insanının aklına direkt olarak ne gelir? “Terör(!)” Bunu sermaye ve sermayenin siyasal sözcüleri yaptı. Bu kavramlar terörize ederek insanları örgütlenmekten korkuttular. Sendikaların ilk görevi bu psikolojik ablukayı ortadan kaldırmaktır. Biz bunu kısmen Flormar’da ve Kalekayış’ta kırdığımızı düşünüyoruz. Çünkü bu direnişler başından beri “terör” ile ilişkilendirilmeye çalışıldı. Doğru argümanlarla biz bu yanılgılı durumunu kısmen kırdık.
Son olarak bir mesajla bitirmek istiyorum; sendikal hareketler olarak bizler sermayeye karşı, sermayenin saldırılarına karşı ortak mücadele zemininde birleşmeliyiz. Sınıftan yana olmanın ilk şartı budur!