“Sendikalar işçi sınıfının tek örgütü müdür?” sorusuna cevap vermek için sendikaların çıkış tarihine bakmak ve gelinen noktada sendikaların işlevi ve amacını irdelemek gerekir. İşçi sendikaları 1650’li yıllarda İngiltere’de gerçekleşen Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıktı. İşçileri tek çatı altında örgütlenmeye ve mücadeleye iten şeyler, çok ağır çalışma koşulları ve buna karşılık aşırı düşük ücretlerdi.
İşçilerin ilk örgütlenmeleri yardım dernekleri altındaydı. Aynı meslekte çalışan işçiler yardım dernekleri kurarak birbirleriyle dayanışma sağlıyordu. Sanayi Devrimi’nden sonra makineleşmeyle birlikte sömürünün yoğunlaşması, çok uzun süren çalışma saatleri, kadın ve çocuk emeğinin azgınca sömürüsü işçiler de kendiliğinden gelişen öfke eylemlerine dönüşüyordu. İşçilerin oluşturdukları yardım dernekleri giderek güçlenerek sendikalar biçimini aldı.
İşçilerin ilk örgütlü eylem biçimleri makineleri kırma şeklinde ortaya çıktı. İşçiler, işsiz kalmalarının sebebini makineler olarak görüyor ve öfkesini makineleri parçalayarak ortaya koyuyordu. Ama makineleri parçalamak ne işsizliği ortadan kaldırıyordu ne de sömürüyü azaltıyordu. Bundan sonra işçiler gerçek düşmanının makineler değil, makinelerin sahibi olan kapitalistler olduğunu kavramaya başlamış ve sendikal örgütlenmelere yönelmişlerdir.
Sendikaların ilk ortaya çıkış amacı; işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve burjuvaziye karşı örgütlü bir biçimde karşılık vermektir. Geçmişten günümüze gelinen bu noktada genel karakter değişmemiştir. Sendikalar kuruluşundan bu yana sistemin hedefi haline getirilmiş, burjuvazi, işçileri pasifize etmek ve kontrol altına alabilmek için sendikalar üzerinde bir dizi politikalar uygulamıştır.
İŞÇİ SINIFINA BİLİNÇ DIŞARIDAN TAŞINIR
İşçilerin, kapitalist sistem içerisinde belli haklar kazanması, çalışma koşullarının ve ücretlerinin daha iyi olabilmesinde sendikalar önemli bir yer tutmaktadır. Aynı zamanda işçilerin birlik olabildiği, dayanışmayı ve birlikte mücadeleyi öğrendiği bir yer olarak da sendikalar sınıf mücadelesinde önemli bir noktadadır. Ama şüphesiz ki işçilerin tek örgütü değildir. Çünkü işçiler sendikalar aracılığıyla çalışma koşullarını ve ücretlerini iyileştirebilirler ama sömürüyü ortadan kaldırmış olmazlar. Bunu yapabilmek için burjuvaziyi ortadan kaldırmak gerekmektedir.
İşçiler kendiliğinden bir biçimde sınıf bilincine ulaşamaz. Bu dışardan işçi sınıfına taşınmalıdır. Lenin’in bu konudaki sözleri geçerliliğini korumaktadır: “Bütün ülkelerin tarihi göstermektedir ki, işçi sınıfı, salt kendi çabasıyla yalnız sendika bilincini, yani sendikalar içerisinde birleşmenin, patronlara karşı savaşım vermenin ve hükümeti gerekli iş yasalarını çıkarmaya zorlamanın vb. gerekli olduğu inancını geliştirebilirler.”
İşçilerin kendiliğinden hareketleri de kendi içerisinde belli bir bilinç taşımaktadır. Ama bunu bir sınıf bilincine, komünist bilince dönüştürmek Komünist Parti’nin görevidir. Ve bu bilinç işçi sınıfına KP aracılığıyla dışarıdan taşınır.
KENDİLİĞİNDENCİLİK, EKONOMİZM VE REFORMİZM
İşçi sınıfının kendiliğinden hareketine çok büyük umutlar bağlayan ekonomizm ve reformizm, kendiliğindenciliğe saplanarak işçilere sınıf bilinci taşımak yerine kendiliğindenliği yüceltmişlerdir. Ekonomistlerin yücelttiği trade-unionculuk (sendikalizm) de kendiliğindenciliktir. Sonuçları itibariyle yine düzen içerisine hapsolmaktır. Kendiliğindencilik, işçilerin öfkesini doğru yöne kanalize edemeyerek onları pasif kitleler yığınına dönüştürür. KP’nin görevi kendiliğinden harekete bilinç yüklemek, onu devrimci mücadeleye yöneltmektir.
Sendikalar ilk çıktığı tarihlerde işçilerin hem ekonomik hem siyasal anlamda önemli bir örgütüydü. Bugün gelinen noktada özellikle 1950’li yıllardan sonra çoğu zaman sendikalar ekonomizmin bataklığına saplanmış, işçilerin siyasal taleplerini göz ardı ederek, sistem içerisinde patron ve işçiler arasında uzlaştırma kurumları haline gelmişlerdir. Marx’ın dediği gibi “Sendikalar sermayenin saldırılarına karşı direniş merkezleri olarak yararlı iş görürler. Güçlerini pek yerinde olmayan bir biçimde kullandılar mı kısmen hedeflerini gözden kaçırırlar. Aynı zamanda mevcut düzeni değiştirmeye çalışacakları ve örgütlü güçlerini, işçi sınıfının kesin kurtuluşu, yani ücretlilik sisteminin kesin olarak kaldırılması için bir olanak olarak kullanmaya çalışacakları yerde, düzenin sonuçlarına karşı gerilla savaşı ile yetindikleri anda hedeflerini büsbütün yitirirler.”
ANARKO-SENDİKALİZM
Kuşkusuz sendikalar içinde hakim olan tek anlayış sağ ekonomist anlayış değildir. Sendikalar içerisinde bir dönem etkin hale gelmiş, anarşizmden beslenen anarko-sendikalizm anlayışına değinmek gerekir. Anarko-sendikalistlere göre toplumsal devrimin büyük bir aracı olan sendikalar geleceğin her türlü otoritesinden soyutlanmış toplum düzeninin temel taşı olacaktır.
Anarşizmin kurucusu Prouhdon ilk başta işçilerin siyasal taleplerle uğraşmaması gerektiğini öne sürmüştür. Daha sonraları anarşizme “katkı”lar sağlayan Bakunin işçi sınıfını hem cahil hem kahraman görmüş, genel greve yüklenen aşırı anlamlar yine Bakunin’le anlamını bulmuştur. Özünde küçük burjuva ideolojisi olan anarşizm ve anarko-sendikalizm anlayışı, işçilerin sınıf mücadelesinde radikal bir arayış içerisinde olduğu dönemlerde etkisini göstermiştir. İdeolojik olarak işçi sınıfını temsil edememekle birlikte ondan kopuk sol oportünist bir anlayıştır. Sol çizgisine karşın sistem karşısında özünde sağ bir ideolojiye denk düşmekte, ona dönüşmektedir.
İŞÇİ SINIFININ SİYASAL ÖNCÜSÜ VE ÖRGÜTÜ KP’DİR
Sendikalar içerisinde bir dönem etkin hale gelmiş bu anlayışlar işçi sınıfını gerçek kurtuluşa, sınıfsız topluma götüremezler. Bu yanlış anlayışlar özünde küçük burjuva ideolojisinin sınırlarını aşamamış ve işçi sınıfının tarihsel rolünü kavrayamamıştır. İşçi sınıfını kurtuluşa götürecek olan yine kendisidir. Bu da ancak Komünist Parti altında örgütlenmiş devrimci bilince sahip öncü işçiler sayesinde gerçekleşecektir.
Sendikalar işçi sınıfının öz örgütlülükleridir ancak tek örgütleri değildir. KP’ler, işçi sınıfının siyasal örgütleri olarak sendikalar ve işçilerin ekonomik-demokratik mücadelesi üzerinde yön gösterici ve işçi sınıfının tarihsel kurtuluşu için zorunlu örgütleridir. KP’nin siyasal öncü rolü olmaksızın sendikaların ve işçilerin mücadelesinin nihai amacına ulaşması ve hatta günümüzde ciddi kazanımlar dahi elde etmesi mümkün değildir.
Komünistlerin ekonomik mücadeleye bakış açısında dair Lenin şunları ifade etmektedir: “Ekonomik mücadele, bir sosyalist için, işçilerin devrimci partide örgütlenmesine, onların tüm kapitalist sisteme karşı sınıf mücadelelerinin güçlenmesine ve gelişmesine temellik ettiği için önemlidir. Eğer ekonomik mücadele tamamen kendi başına bir şey olarak alınacak olursa bunun sosyalizmle bir alakası yoktur… ‘Proletaryanın ekonomik mücadelesine yardımcı olmak’ burjuva politikacısının işidir, sosyalistin görevi, ekonomik mücadeleyi, sosyalist hareketin ve devrimci işçi sınıfının partisinin başarılarının ilerletilmesine bağlamaktır. Sosyalistin görevi, ekonomik ve siyasal mücadelenin ayrılmaz birlikteliğini sosyalist işçi sınıfı kitlelerinin tek sınıf mücadelesine dönüştürmektir.”
İşçilere devrimci bilinci dışarıdan taşıyacak olan komünistler, bu bilinç ve sorumlulukla hareket etmek zorundadırlar. İşçilerin kendiliğinden hareketleri karşısında KP’nin öncü rolünü silikleştiren her türden kendiliğindenciliğe karşı mücadele etmeksizin işçi sınıfının devrimci rolü yerine getirilemez. Görevimiz işçileri, sınıf bilincine sahip işçiler haline getirmek, onları kendiliğinden hareketin sınırları dışına taşımaktır. İşçi sınıfı ve KP tarihsel devrimci rolünü ancak bu şekilde oynayabilecektir.
*Bu yazı 25 Ekim tarihli Yeni Demokrasi gazetesinin 21. sayısında yayımlanmıştır.