Yakın zamanda DİSK’te yaşanan bir taciz olayı sosyal medya üzerinden gündem oldu. DİSK’te örgütlenme uzmanı olarak çalışan bir erkeğin, bir kadına taciz ve şiddet uyguladığı “iddiası”, araştırma komisyonunun (daha doğrusu üç kişilik komisyondan bir kişinin) raporu sonucu somutlanmış oldu. Bunun üzerine DİSK Genel Başkan Yardımcısı ve Genel-İş Sendikası Başkanı Remzi Çalışkan “Somut delil olup olmadığına bakılmaksızın taciz iddiasıyla gündeme gelen birinin DİSK’teki görevine devam etmesi mümkün değil. DİSK yönetimi konuyla ilgili bir açıklama yapacak” dedi. Bu konuda aylardır neden adım atılmadığı, belirlenen araştırma komisyonunun iki üyesinin ısrarla neden meselenin üzerini örtmeye çalıştığı gibi sorular orta yerde duruyor. Ancak özelde DİSK’te genel olarak tüm sarı sendikalardaki duruma vakıf olanlar için bu sorular da anlamını yitiriyor.
Hatırlanacak olursa iki ay önce de Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 Nolu Şube yöneticisi Savaş Doğan, DİSK Genel-İş üyeleri tarafından silahla yaralanmış ve DİSK Genel İş bu konuyu da sessizlikle unutturmaya çalışmıştı. Silahla yaralama olayından önceki iki yıl boyunca DDSB (Devrimci Demokratik Sendikal Birlik), İstanbul özgülünde yaşanan sorunlara dair birçok sendika, HDK ve HDP üzerinden DİSK Genel-İş Başkanı Remzi Çalışkan’la görüşmek istemiş ancak Çalışkan sürekli olarak görüşmekten kaçınmıştı. Genel İş yönetimiyle tartışılacak olan konu DİSK şubelerinin İstanbul’daki ilkesiz, kışkırtıcı ve fırsatçı politikalarıydı. Bu iki yıl boyunca görüşme yapılamadı ve Genel-İş İstanbul 2 Nolu Şube’nin marifetiyle silahla yaralama olayı gerçekleşti. Belediye-İş üyesi DDSB’liler tüm bu yaşananların arkasında CHP gibi düzen partileri ve sendika bürokrasilerinin olduğunu belirterek sendikaların düzen partilerinin arka bahçesi yapılmasına, işçileri birbirine kırdırma politikasına karşı bağımsız sınıf politikası vurgusu yaptı ve bu saldırının mahkûm edilmesini istedi. Ancak hem DİSK hem Genel-İş yönetimi “sessizliği”, başka bir deyimle unutturma, üstünü örtme yolunu tercih etti.
Benzer bir durum DİSK Tekstil Sendikası’nın Deriteks’in 2 yıldır örgütlü olduğu ve sözleşme imzaladığı bir fabrikada Deriteks’in örgütlülüğünü dağıtmak istemesi üzerine gerçekleşti. DİSK Tekstil tam da patronların ağzıyla “işkolu barajı” üzerinden kara propagandayla fırsatçılığa girişti ve DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “atılan işçiler” bahanesiyle bu fabrikayı ziyarete geldi ve DİSK Tekstil’in tasfiyeci saldırısına destek verdi. DİSK ve Çerkezoğlu, kendilerinin de çok iyi bildiği gibi patronların çanağından beslenen, sendikacılık hayatı para karşılığı işçileri satmaktan ibaret DİSK Tekstil Başkanı Kazım Doğan’a tutum almak bir yana onun yanında durmayı tercih etti. Devletin, sendikal örgütlülüğü tasfiye etmek için çıkardığı yasalardan; işkolu barajı ve yetki sorunlarından olumsuz anlamda en fazla etkilenen DİSK’e bağlı sendikalar olmasına karşın DİSK, kendisine bağlı bir sendikanın bu anti-demokratik yasalar üzerinden kara propaganda yapmasına ses çıkaramayacak hatta destek verecek noktaya geldi.
DİSK; konfederasyon yönetimi ve bağlı sendikalarıyla birlikte içte pragmatist bir ittifaka dayanıyor. Konumunu ve koltuğunu korumaya dayalı bu ittifak pragmatizmi, DİSK’in taciz, silahlı saldırı, tasfiyecilik gibi örneklerde olduğu gibi doğru tutum almak yerine gerici bir tutum benimsemesine zemin sağlıyor. Konfederasyonun kendine bağlı sendikalara, sendikaların şubelere, şubelerin temsilcilere “söz geçiremediği”, herkesin birbirinin sırtını sıvazladığı ya da ayıbını görmezden geldiği bir ilişki ağı DİSK’e hâkim durumdadır. Bu durum bir anlamda şaşırtıcı da yeni de değildir. Sarı ve bürokratik sendikacılığın pragmatist bir yönetim ittifakıyla yol aldığı, CHP gibi düzen partilerinin siyasetine göre sendikal çizgilerin benimsendiği koşullarda DİSK yönetiminin işçi sınıfına ait, onun asgari ilkelerini ve kültürünü yansıtan doğrularda neden ısrarcı olmadığı da kendiliğinden anlaşılmaktadır.
İşçi sınıfının sendikal mücadelesinde DİSK önemli bir örgütlülük ve mevzidir. Sınıf sendikacılığını benimseyen biz devrimcilerin ne DİSK’e ne de genel olarak sendikalara karşı işçi sınıfında güvensizlik örgütlemek gibi bir derdi olamaz. Ancak işçi sınıfının sendikalara güvensizliğini tam da böylesi pratiklerin geliştirdiğini, bu pratiklere sessiz kalmanın ve onları onaylamanın işçi sınıfı mücadelesine büyük zararlar verdiğini bilerek hareket etmek zorundayız. Tartışma konusu DİSK’i yaratan ve ayakta tutan işçiler değil DİSK’i yöneten sarı ve bürokratik anlayışlardır. Kuşkusuz DİSK’teki bu burjuva çizgi ve anlayışlara karşı gerçek eleştiri ve mücadeleyi geliştirecek olan da DİSK üyesi işçiler olacaktır.
Ortaya koyduğumuz sorunlar sadece DİSK’e ait sorunlar değildir. Bu anlamda Türk İş veya Hak İş gibi konfederasyon yönetimlerinin daha iyi bir noktada olduğunu iddia etmiyoruz. Bu konfederasyon yönetimlerinin durduğu yer ve temsil ettiği çıkarlar pratikleriyle ortadadır. DİSK’te “sol” bir görünümle kendini gösteren sarı, bürokratik sendikacılık bu konfederasyonlarda açık işbirlikçi, devletçi ve şovenist tutum ve beyanlarla kendini göstermektedir. Ne var ki DİSK’in “sol” kimliği, bugün artık iyice CHP’ye yaslanan siyasetiyle pek bir anlam ifade etmemekte ve özünde ona diğer konfederasyonlardan farklı bir nitelik vermemektedir. Eğer özü ve niteliği, söylem ve savunulan kimlikte değil sınıfın çıkarları ve sınıf sendikacılığında arıyorsak bu tartışmasız bir gerçektir. Eğer bir nitelik farkı varsa bu konfederasyonlarda, onlara hükmeden yönetimlerde değil konfederasyon fark etmeksizin işçi sınıfının çıkarlarını esas alan sendika ve şubelerde vardır.
DİSK’i bu kadar tartışma konusu yapan konulardan biri birçok sendikasına ve konfederasyon yönetimine hâkim olan anlayışların kendini ilerici, sosyalist, devrimci veya yurtsever kimlikle tanımlıyor olmasıdır. Bu “sol” görünüme yaslanarak sarı ve bürokratik sendikacılığın icra edilmesi, düzenin işçi düşmanı muhalefet kliklerine gösterilen hayırhah tutum, daha fazla üyeye sahip olmak için yapılan ilkesizlikler ve ayak oyunları DİSK’i her geçen gün daha da yozlaştıran ve işçi sınıfından uzaklaştıran etmenlerdir. Taciz, yaralama, adam kayırma, fırsatçılık ya da kara propaganda… Özünde hepsi aynı burjuva çizgiden beslenmektedir ve asıl mahkûm edilmesi gereken de DİSK yönetimine hâkim olan bu anlayışlardır. Sendikal bürokrasi ve yozlaşmaya karşı etkin mücadele edebilmenin yolu, işçilerin iradesini açığa çıkarmaktır ve kuşkusuz işçi sınıfı patronlara karşı mücadelesi, sendika bürokrasilerine karşı mücadelesiyle kopmaz bir bağ içindedir.