Özelleştirme kavramı popülerliğini T. Özal ile N. Calp arasındaki “Boğaz Köprüsü” tartışması ile kazanmış olmalı. 1983 genel seçimi T. Özal’ın, “Boğaz Köprüsünü satarım”, M. Calp’in ise “sattırmam” tartışmalarıyla geçmişti. Bu tartışmadan bugüne geçen otuz beş yıl içerisinde Türk hakim sınıfları biraz mübalağayla eline ne geçirdiyse sattı. Buna rağmen sata sata bitirememişler ki mezata şeker fabrikalarını çıkarmak üzereler. Türkiye’de 33 tane şeker fabrikası bulunmaktadır. Bunlardan 25’i devlete, 5 tanesi PANKOBİRLİK’e, 3 tanesi ise özel şirkete aittir. Bu fabrikaların tamamı sakaroz denilen kristal beyaz şeker üretiyor. Türkiye’de ayrıca Cargill ile birlikte beş fabrikada da hammaddesi mısır olan nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretilmektedir. NBŞ’ler doğrudan tüketilmiyor. Bu tatlandırıcı helva, reçel, dondurma, marmelat ve alkollü, alkolsüz içeceklerin yansıra şekerli unlu mamullerde kullanılmaktadır. Sakaroz (kristal beyaz şeker) ise şeker pancarı ve şeker kamışından üretiliyor. Dünya şeker üretiminin yüzde 77’si şeker kamışından, yüzde 23’ü ise pancardan karşılanıyor. Türkiye’de şeker kamışına dayalı bir şeker üretimi yoktur. Dünya şeker borsası fiyatlarını daha ucuz ve piyasaya hakim olduğu için şeker kamışı belirlemektedir. Türkiye yüzde 7’lik payla dünya şeker pancarı üretiminde 5. sıradadır.
Neo-liberalizm, şeker üretimini Şeker Kurulu’nun yanı sıra kota sistemiyle de vurdu. Kotanın uygulandığı tarih olan 2001 yılına dek yaklaşık 500.000 aile pancar üretiyordu. Kota, yurtiçi talebine göre ve satış yılı içerisinde pazara sunulacak kadar şeker üretmekti. Neo-liberal politikalar gereği bir dünya şeker borsası oluşturulduğu ve düşük maliyetli şeker kamışı fiyatı borsayı belirlediği için kota sistemiyle birlikte Türkiye’nin ihracatçı kimliği de ortadan kalktı. Bu durum geçimini Pazar üretiminden sağlayan köylü sayısının 500.000’lerden bugün 105.000’lere düşmesine yol açmış, yüzbinlerce küçük köylü ailesi kota nedeniyle pancar üretemez olmuştur.
Feodalizmin çözülmesi yani iç pazarın genişlemesi doğrudan üreticinin üretim araçlarından kopması, işgücünün ve üretim araçlarının sermayeye dönüşmesiyle ilgilidir. Böylece geçimlik üretimin sağlandığı üretim araçları köylüden ve zanaatkardan çıkar sermayenin elinde toplanır. Türkiye ve benzer ülkelerde iç pazar kapitalist bir devinimden ziyade emperyalist sermayenin politik kararlarıyla ve yukarıdan dayatmayla ucube biçimde gerçekleşmiş bu anlamda feodalizmde bir tasfiye yaşanmamıştır. Kırsal alana köylülüğe yönelik geliştirilen her yıkıcı, yok edici politika ulusal bir kapitalizmin gelişme dinamiklerinin dayatmasıyla değil emperyalist sermayenin birikim sorunlarıyla ilişkili geliştirilmiştir. Dolayısıyla şeker pancarı üreticisi küçük köylünün yıkımı da şeker pancarı ve şeker üretimindeki emperyalist tekellerin eliyle olmuştur. Aşağıdaki karşılaştırmalar gelişmenin kapitalist biçimiyle emperyalist sermayeye bağımlı biçimi arasındaki farkı gösteriyor.
Toplam yirmi sekiz ülkeden oluşan ve 500 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip AB’de 154 bin pancar üreticisi bulunmakta ve toplam 15.8 milyon ton şeker üretilmektedir. ABD de ise toplam 11 bin pancar üreticisi mevcuttur. Bu ülkede şeker pancarı üretimi ise 4.6 milyon tondur. Türkiye’de pancar üreticisi aile sayısı on beş yıl önce 500 bin, bugün ise 105 bin; şeker üretimi ise 2.7 milyon tondur. Toplam üretici ve üretim miktarları sayısı kapitalist-emperyalist ülkelerle yarı sömürge yarı feodal bir ülke arasındaki farkın anlaşılmasına katkı sunar niteliktedir. Türkiye’de bugün pancar üretimi büyük oranda orta ve zengin köylülükle birlikte büyük toprak sahiplerince yapılmaktadır. Fakat şeker fabrikalarının satılması şeker pancarı üretimine dolayısıyla şeker üretimine büyük darbe vuracaktır.
KOLİN-LİMAK-CENGİZ VE DİĞERLERİ PALAZLANSIN DİYE…
Binali Yıldırım “şeker fabrikaları özelleşince kapatılacakmış, şeker pancarı üretimi azalacakmış. Bütün bunlar yalan dolan… Bu fabrikalar daha fazla kapasiteyle çalışacak” diye bir açıklama yaptı. Fakat özelleştirme gerekçesi maliyet fiyatlarıydı. Maliyet rakamlarına göre dünya ortalaması ton başına 400-450 dolarken Türkiye’de 800-830 doları buluyordu. Aradaki yüzde 100’lük fark şekerin pancardan üretilmesinden geliyor. Hammadde değişimi mümkün olmayacağına göre özelleştirme gerekçesi varlığını koruyacaktır. Bu durumda zarar ettiği söylenen fabrikaları kim neden alsın?
Başta Et ve Balık Kurumu, TEKEL olmak üzere satışa sunulan ve çok ucuza elden çıkarılan kurumlar üretimlerini sürdürememiş değerli arazileri üzerinden büyük rantlar elde edilmiş, özelleştirmeler zenginleşme ve talanın aracı olmuştur. Buna şeker fabrikalarının önceki özelleştirmelerinden tanığız. Şeker fabrikaları son sekiz yıl içerisinde iki kez satılığa çıkarıldı. Gösterilen yüksek tepki ve hukuki engeller bu satışların iptalini getirmişti. Fakat iptal edilse de bu satışlar ‘gerçek bir yağma nasıl yapılır’ onu göstermeye yetmişti. Örneğin, 2011 yılında Erzincan, Elazığ, Elbistan, Malatya fabrikaları satışa çıkarılmış ve 266 milyon dolara KOLİN-LİMAK ortaklığına satılmıştı. Oysa yalnızca Malatya Şeker Fabrikası’na ait araziler bu satış bedelini karşılayacak değerdeydi.
Şeker-İş Turhal Şube Başkanı N. Alpat devletin “özelleştirme olsa bile üretim devam edecek” demagojisine yanıt olarak özelleştirilen Turhal Sigara Fabrikası’nı örnek gösteriyor? “Sigara fabrikasına beş yıl çalıştırma şartı konmuştu ama bir yıl zor dayandı” diyor. Birgün gazetesinden N. Gökdemir de “satıldığında sözde çalıştırılacak, seçim süreci atlatıldıktan sonra fabrikalar kapanacak” diyor.
Özelleştirmenin gerçekleşmesi halinde bugünkü fabrikaların yerlerinde ve arazilerinde beton yığınları yükselecektir. Buna önceki özelleştirmelerden tanığız. Tayyip- AKP’nin temsil ettiği klik bu özelleştirmeden de büyük vurgunlarla çıkacak. Öte yandan fabrikaların kapanmasıyla şekke talebi ithalatla karşılanacak, sakaroz şekerde dünya sıralamasında beşinci olan Türkiye ithalatçı bir ülke konumuna düşecektir.
CARGİLL GERÇEK EGEMENİN KİM OLDUĞUNU GÖSTERİYOR
Bir de nişasta bazlı şeker üreticisi (NBŞ) sermaye var. Bunların en ünlüsü Amerika merkezli Cargill firmasıdır. Cargill ‘in Türkiye serüvenine baktığımızda uluslararası tekelci sermaye olmanın hakkını verdiğini görüyoruz. Şöyle ki Bursa İdare Mahkemesi Cargill ‘in yapı ruhsatını durdurur ancak karar uygulamaz. 1999’da ikinci kez durdurma kararı alınır. Buna rağmen Cargill 2003 yılında faaliyete geçer. 2004’te mahkeme Bursa Valiliği’nin verdiği ruhsatı iptal eder. Vali iptal kararını uygulamaz. Mahkeme İçişleri Bakanı A. Kadir Aksu’dan soruşturma izni ister, vermez. Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Yasası çıkarılarak Cargill işgalci fabrikasına af getirilir. 2005 yılında kararnameyle Cargill fabrikasına ait arazi özel endüstri bölgesi ilan edilerek sorun kesin biçimde çözülür vs. (Siyasi Forum)
Cargill genetiği değiştirilmiş mısırdan NBŞ üretiyor. Türkiye’de şeker üretimi ve şeker fabrikaları gibi konuları içeren Cargill imzalı iki ayrı raporun yayınlanmasıyla R. Tillerson’un Türkiye ziyareti ve şeker fabrikalarının özelleştirileceği haberi aynı günlerde arka arkaya çıktı. Bugüne kadar NBŞ lehine atılan adımlar (yüzde 10’luk NBŞ kotasının önce yüzde 30’a sonra yüzde 50’ye çıkarılması gibi) özelleştirmelerle birlikte meydanın NBŞ’ye ve üreticisi Cargill’e bırakılacağı açık.
Tayyip Erdoğan bir son dakika “milli ve yerli” çıkışı yapıp –tabi danışıklı- özelleştirme kararını geri çekmezse eğer halk sağlığı, gıda güvencesi ve güvenliği büyük bir darbe alacaktır. Geriye başta şeker işçisi, şeker pancarı üreticisi ve hayvan besicisi olmak üzere halk kitlelerinin sorunu sahiplenme ve mücadele düzeyi kalıyor. Şeker işçisi ve pancar üreticisi iki kez başardı, üçüncü kez de başarabilir. Yeter ki direnişe tutunsun… Bu şeker fabrikaları için son direnme olacaktır. Kazanan bu defteri kapatacaktır. İşçi sınıfının, şeker üreticisinin yanında, direnişin yanında olalım.