[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
14 Mayıs seçimlerine dair koparılan fırtınanın esas nedeni yönetme erkine hangi kliğin egemen olacağı sorunudur. Daha önce de ısrarla altını çizmiştik Millet İttifakı bu gayesini hem “Parlamenter Sisteme Geçiş Metni”nde hem de “Mutabakat Metni”nde açık bir şekilde ifade etmektedir. İlginçtir ki 14 Mayıs seçimlerine bunun çok ötesinde bir anlam yüklenmektedir. Kuşkusuz Erdoğan karşıtlığı bu tablonun oluşmasında belirleyicidir. Erdoğan karşıtlığını da belirleyen ama esasta kavranmayan şey mevcut toplumsal düzenin yaşadığı ve bir türlü aşamadığı yapısal krizdir.
Hâkim sınıflar kendi çıkarlarını halkın çıkarıymış gibi yansıtmakta pek mahirdirler. Yaşanan tartışmalar buna iyi bir örnektir. Halkın sorunlarının egemenlerin diline pelesenk olması meselenin özünü değiştirmiyor. Böylesi dönemlerde halkın yaşadığı sorunlar birer vaat olmaktan öte anlam kazanmıyor. Lütfettikleri sadece sorunları dillendirmek oluyor; ama sorunun özüne dokunmadan ve maniple ederek.
Son bir haftada yaşanan tartışmalar dahi ne Cumhur İttifakı’nın ne de Millet İttifakı’nın halkın çıkarlarını korumak ya da savunmak gibi bir gayesinin olduğunu anla(t)maya yeterlidir. Herkes yoksulluktan bahsedebilir. Özellikle muhalefet alım gücünün düşmesini, yoksulluğu diline dolar, doluyor da. Ama yoksulluğu, sefaleti yaratan iktisadi düzene dair tek cümle kurulmaz. Dahası aynı düzenin, aynı sömürü biçimlerinin, mülkiyet ilişkilerinin devamı/sürekliliği için onay istenmektedir. Reformist cenaha sorsanız bu gerçeğin farkında olduğunu iddia ederler. Dahası küçük burjuvazinin devrimci kanadından da benzer itirazlar yükselecektir. Fakat yaklaşan seçimlerde açık ya da utangaçça Millet İttifakı’nı desteklemek noktasında bir sakınca da görmemekteler.
Geçtiğimiz haftaya göz atmakta fayda var. Zira halka umut olarak sunulan dahası “kader seçimi” diye cafcaflı ya da korkuları besleyerek edilen sözlerin kodlarını anlamak pek mümkün görünmüyor. Başta belirtmekte fayda var, çok kifayetsiz bir siyaset sahnesine sahibiz. Yaşanan tartışmalar ne kadar abesse siyaset sahnesindeki karakterler de o kadar ucubeler. Başka bir deyişle tartışmalar ve karakterler birbirini tamamlıyor.
Erdoğan katıldığı bir televizyon programında Akşener’i hedef alıp “Benim adıma dikkat et, beni kendinle uğraştırma” diye tehdit etti. Akabinde İyi Parti İstanbul İl Başkanlığı kurşunlandı. İyi Parti ve bileşeni olduğu Millet İttifakı’ndan Erdoğan’ın sözleri hatırlatılarak saldırının failinin Erdoğan ve siyasal iktidar olduğunun altı çizildi.
Akşener de kadın kimliğini tüm sade kadınların kimliği ile birleştirip “Bana bunu yapanlar size neler yapmaz?” diye mağduriyet pelerinini sırtına geçirme fırsatı buldu. Yaşanan olayı ilk elden değerlendiren Soylu inşaata dadanan hırsızları kovalayan bekçinin sağa sola ateş etmesi sonucu kurşunların binaya isabet ettiğini belirterek çalakalem bir senaryoyu kamuoyunun bilgisine sundu. Dahası Akşener’in Cumhurbaşkanını tehdit ettiğini söyleyip onun bu tavrını yadırgadı. Konu ile ilgili açıklama yapan Bozdağ da Akşener’i, Erdoğan’dan özür dilemeye çağırdı. Ne de olsa mağduriyet pelerini Erdoğan’a aitti! Akşener bu defa Meclis kürsüsünden avucuna topladığı kurşunları fırlatarak Erdoğan’a yanıt verdi. Hevesini almadan sırtına geçirdiği pelerini çıkarmaya niyeti yoktu. Ülke gündeminin yepyeni ve pek dikkat çekici bir tartışma konusu olmuştu!
Kılıçdaroğlu bir iftar programı sonrası çektirdiği fotoğrafta seccadeye ayakkabılarıyla basmıştı. Seccade bir anda namaz kılınan halı parçası olmaktan sıyrılıp kutsal bir içerik kazandı. Halkın dini duygularını istismar etmekte ipi açık ara göğüsleyen siyasal iktidar can havliyle seccadeye sarıldı. Çünkü günahı büyüktü. Halka kutsalmış gibi anlattığı şey kendisi için bir örtüydü. Erdoğan elinde seccadeyle miting meydanlarında boy gösterip ima yollu ifadelerle Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğini hedefe koydu. Böylece siyasal iktidar için seccade zemindeki kirleri değil ama siyasal iktidarın beceriksizliği ve devletin çürümüşlüğünü örtmenin aracı oldu. Sefaleti yaratan düzenin çarklarını kusursuzca gizleyen bir örtü. Hem artık kutsal bir içeriğe de bürünmüştü! Ayakkabılarıyla bastı diye Kılıçdaroğlu’nu tefe koyan siyasal iktidar bu yolla seccadenin üstünde tepinmekte sakınca görmedi. Seccadeye kutsallık atfedenin rencide olması beklenirdi, ama görünen şey rencide olmaktan çok ağız dalaşıyla pervasız bir tüccarın oy kapma çabasıydı: şükür namazını bu seccadede kılacağız inşallah! Oylar, üzerinde şükür namazı kılınacak kutsal seccadeye…
Önceki seçimin hayal satıcısı haliyle kahramanı, bu seçimin taşlananı, haini İnce konu ile ilgili din alimine, başkaları Diyanet’in fetva hattına danıştı. Yılmaz Odabaşı’nın “Cehennem Bileti” şiirinden ödünç alıp sözcüklerle oynayarak “seccadeleri seccade yapan seccade imalatçılarıdır” diye not düşelim. Bu basit gerçek halkın çıkarlarını yansıtmayan konuların bir anda nasıl halkın sorunuymuşçasına bir içerik kazandığını görmek için yeterlidir.
Normalin, karanlığa karşı aydınlığın temsilcisi rolüne sayundurulan Kılıçdaroğlu Afgan göçmenlerle ilgili yaptığı paylaşımda orduyu göreve çağırdı. “Vatan hepimizin vatanı, hudut hepimizin namusu, gereğini yapın.” diyen Kılıçdaroğlu geleneksel devlet anlayışına ve ahlakına bulanmış şovenizmden mustarip ifadeleri paylaşmakta bir sakınca görmedi. Bu çağrının anlamı açıktır. Kaçak gireni vurun! İlginçtir Tayyip karşısında Kılıçdaroğlu’na ilericilik atfedenler bu çağrıyı duymazlıktan geldiler. Tabii ilgili çağrının bir de eril dil boyutu var. Tepeden tırnağa gerici şoven bir söylem söz konusu. Ama Erdoğan karşıtlığı Kılıçdaroğlu’nun ilericilik vasfı için yeterli bir karşıtlık! Alın size ilericilik! Erdoğan’ın ağzında nefret söylemi olan sözcükler Kılıçdaroğlu’nun ağzında ne yazık ki masumlaştırılıyor.
Cumhur İttifakı yeni dönemde de yönetme erkine egemen olmak istiyor. Temsilcisi olduğu sermaye kesimleri çıkarlarını, kazanımlarını ancak bu şekilde koruyabilir. Aynı durum Millet İttifakı için de geçerli. Yani ortada halkın çıkarına ait olan hiçbir şey yok. Bu durum bugüne ya da ülkemize özgü olan bir şey değil. Kuşkusuz Türkiye tarihi bu egemenlik kavgasına, haliyle halkın hâkim sınıflardan birinin yanında konumlanmaya çağrıldığı, zorlandığı örneklere her dönem tanıklık etmiştir.
Birinci klik esasta diğer kliğin şeriatı geri getireceği gibi gerekçeler öne sürüp emekçi halkı, kendi egemenliklerinin manivelası olmaya çağırmıştır. İkinci klik ise Kılıçdaroğlu’nun seccadeye basması sonrası yaşananlar gibi halkın dini duygularını maniple ederek yönetme erkine egemen olmak için halkın rızasına farklı anlatılarla talip olmuştur. Bu basit gerçeğin bu kadar kullanışlı olması dahası Türkiye tarihini özetlemesini ayrı bir tartışma konusu olarak not düşelim.
Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile bir anlamda sultanlığı geri getirdiği, getirmekte olduğu iddialarına kendi döneminde benzer iddialara değinen İbrahim yoldaşın ifadeleriyle yanıt verelim. “…Dünyada gelişmeler öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, yuvarlanan taçları kimse başına koymaya cesaret edememektedir. Taçlı bir yönetim artık hâkim sınıfların ihtiyaçlarını karşılayamaz, egemenliklerini koruyamaz…”
14 Mayıs seçimleri emekçi halka seçeneksizliği dayatmaktadır. Erdoğan karşısında Kılıçdaroğlu’nu desteklemek, Erdoğan öcüsü yaratıp tek kurtuluşun bu olduğunu iddia etmek mevcut sömürü ilişkilerini onaylamaktan başka bir anlam ifade etmemektedir. Emekçi halkın hâkim sınıflardan birinin yanında saf tutması için çalışmak onun ne özlemlerine ne heveslerine dokunmaktır. Aksine emekçi halkın özlem ve hevesleri yerine hâkim sınıflardan bir diğerinin çıkarlarını ikame etmektir.
Son sözü İbrahim yoldaşa bırakalım “Buhran, bugünkü iktisadi düzenin ve ona bağlı olarak sosyal ve siyasi düzenin bizzat yapısında mevcut olan çelişmelerden doğmaktadır. Bu yapı, muzaffer bir halk devrimiyle yıkılmadıkça, bu çelişmeler sona ermeyecektir; bu çelişmeler sona ermediği sürece de ne iktisadi ve ne de siyasi buhran sonuçlanır…”