[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
6 Şubat depremleri ile doğal afetlerin nasıl felakete dönüştüğünün büyük kitleler tarafından fark edilmesi ve 14 Mayıs seçimleri işçi sınıfının temel iki gündemi. Doğal afetlerin yarattığı yıkımın altında kalan sistemin sadece emeğimize değil, canımıza da alenen nasıl kastettiğini geniş halk yığınları yaşayarak bizzat gördü. Ranta dayalı inşaat sektörünün çürümüşlüğü, sömürülen emeğimiz, ötekileştirilen inanç ve kimlikler, gasbedilen haklar, kadın ve iş cinayetlerinin katbekat artması, enflasyon, yoksulluk kıskacında açlık sınırının altında, kölelik ücreti ile sürdürülmeye çalışılan hayatların biriken öfkesiyle giriyoruz 2023 1 Mayısı’na.
Rantçı sömürü düzeninin yarattığı ağır yıkım deprem sonrası her alanda halk için değil rant için nasıl bir çarkın oluştuğunu ortaya çıkardı. Devletin tüm kurumlarının ardı ardına nasıl ve neye hizmet ettiği bir bir deşifre oldu. İmar afları, satılan çadırlar, ruhsatsız binalar, liyakatsiz mühendisler, denetimsizlik ya da rüşvetle aşılan denetimler, milyonluk mezar evler, on binlerce cana mal olan bu sistemin bütün ayaklarının bir kez daha çürümüşlüğünü gösterdi. Deprem altında kalan çürümüşlüğü, maket temel atma törenleri, kirli sakalla verilen yorgunluk görüntüleri, deprem alanında çizme şovları, medya gücü ile itibar kurtarma şovları, deprem bölgelerinden açıklamalar onları kurtaramadı. Halkın en yalın gerçeklerle sistemin kokuşmuşluğunu dile getirdiği röportajlara ve deprem sonucu ortaya çıkan gerçekleri dile getirenlere karşı baskı ve susturma politikası devam ediyor. Enkaz toplarken insan hayatını önemsemekten uzak tavır enkaz dökerken de depremde hasbelkader yaşama tutunmuş insanların bu sefer de asbest tehlikesiyle karşı karşıya bırakmak olarak vuku buldu. Sistemin insan yaşamına ne kadar değer verdiğinin de berrak ifadesi oldu bu.
Sistem yıllardır yaptığını yapmaya devam ederek hak gasplarına devam etti. Bir yandan adaletsizlik, ifade özgürlüğünün engelleri, doğanın talanı sürdü. EYT’lilerin sorununun sözde çözümündeki aldatmaca, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile emeklilik yaşının yükseltilmesi emekli olmayı zorlaştırdı. Emekli aylığı hesaplama ve bağlama oranlarında yapılan değişiklikler sonucunda emekli aylıkları düşürüldü.
Patronlarla pazarlık yapabilmelerinin ve ücretlerini yükseltebilmelerinin en temel aracı olan grev hakkı milli güvenliği tehdit ettiği iddialarıyla işçilerin ellerinden alındı. Kamuda taşeron işçi çalıştırma tırmanışa geçti ve 1 milyona yaklaştı. Taşeron uygulamaları özel sektörde de yaygınlaştı.
Saymakla bitmeyen emek karşıtı politikaların yanında, işçilerin mücadelesini engellemek için korku ve baskı politikaları devreye sokuldu. Hemen her grev ya da direnişte polis saldırısı yaşanır oldu. Örgütleme önündeki engeller artıkça arttı, sendikal örgütlemenin önünde yasal işlevsizlik patronların can suyu haline geldi, işçinin, çalışanın işi, ekmeği iktidarın ve patronların insafına terk edildi. KHK’lerle çalışma hakkı gasbedildi, Anayasa rafa kalktı, mahkeme kararları uygulanmadı. Tıpkı fabrika yönetir gibi yönettikleri ülkede önce salgında, şimdi depremde ve her ekonomik krizde en ağır bedelleri emekçiler ödedi. Ama patronların yani sistemden beslenenlerin geliri de serveti de katbekat arttı. Yani tüm dünyada işçi sınıfı sayısal olarak hızla büyürken, ücretli emek yaygınlaşırken üretenlerin toplumsal zenginlikten aldığı pay azalarak devam etti. Üreten işçiler-köylüler, milyonlar yoksullaştırıldı, güvencesizleştirildi, geleceksizleştirildi.
Her alanda ayrımcılık çoğaldı, toplumsal cinsiyet eşitsizliği derinleştirilerek ötekileştirilme siyaseti toplumun en derin noktalarına kadar nüfuz etti. Türkiye Kürdistanı’nda kayyım politikaları, Kürt düşmanlığı, işçileri asgari ücretin yarısına çalıştırma, sözde istihdam adı altında İŞKUR üzerinden aleni emek sömürüsü, patronlar arası dayanışma ile dar olan çalışma olanakları için kara listeye alınan işçilerin çalışma hakkından bile yoksun bırakılması, örgütsüzlüğe daha kolay itildiği için kadın işçiliğinin seçilmesi sistemin nasıl bir yıkım içinde olduğunu göstermektedir. İşçilerin bu yaşadıkları ülkemize özgü de değildi: Hâkim sınıfların emek ve hak karşıtı politikaları hemen hemen dünyanın her ülkesinde boy gösterdi. Zenginliği ve rahatlığı ile övünen ülkelerde bile çarkların yerinden oynadığı dünya işçi sınıfının müdahaleleriyle, direnişleriyle ortaya çıktı. İngiltere’de şoförler, sağlık emekçileri, telekomünikasyon ve üniversite çalışanları, itfaiyeciler ve liman işçilerinin grevleri, Fransa’da yığınların artan öfkesi ve direnişi, Almanya’da kamu emekçilerinin uyarı grevleri, Kazakistan’da yakıt zamlarına karşı sokak eylemleri, “Ey İran tarihinin korkakları! Vallahi devrileceksiniz” diyen İran halkının isyanı, Bangladeş bina güvenliği eylemleri, G20’ye karşı sendikaların duruşu, Hindistan, Sri Lanka, İtalya, ABD, İspanya, Yunanistan, Avusturalya, Güney Kore, Arjantin, Panama, Macaristan, Haiti, Güney Afrika, Sudan, Ekvador, Belçika, Çin, Moğolistan ve daha birçok ülkede meydanlar emekçilerin, Türkiye’de ezilen yığınların örgütlü mücadelesi ve direniş sesleri ile yankılandı ve yankılanmaya devam ediyor.
İşçi sınıfının gündemi bu kadar yoğun ve talepleri çok açık. Bunun yanı sıra başka özel bir gündem de 14 Mayıs seçimleri.
Seçim süreçleri pompalanan demokrasi vurgusu, seçme seçilme özgürlüğü safsataları, mevcut sistemi parti olgusuna sıkıştıran bir algı ile “partiyi değiştir sistem değişir” demeye getirilen üstü örtük politik acizlik, sandık ve parlamentoya aktarılmaya çalışılan umut diğer gündemlere oranla daha sıcak duruyor. Bu dönemlerin doğal özelliği olan işçilerin politikaya olan ilgisi işçi sınıfının geniş emekçi yığınların kendi gündemlerinden uzaklaştırmanın bir mekanizması haline getirilmek isteniyor.
14 Mayıs’ta gerçekleşecek seçimlerin sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda örgütlenen, 20 yıldır emek düşmanı politikalarıyla gırtlağına kadar halk düşmanlığına batmış AKP’ye yanıt olunması bakımından kimi tepki noktalarını verecektir. Bu bir önem taşısa da işçilerin önüne konan seçim sandığı emekçiler için kesinlikle bir çözüm alanı değildir. Tam tersine işçi sınıfı kendi gündemlerinde bu kadar dipten bir dalga yaratırken dalgayı kırma görevi sandığa verilmiştir. Sandık seçimle yumuşatılmaya, unutturulmaya çalışan işçi sınıfının sorunlarını pasifleştirecek bir kutudur. Hatta içinden çıkacakların herkesin malumu olduğu bir kutudur. Ne depremlerden kaybedilenlerin hesabını soracak bir sınıf gücü ne rant ve doğa katliamına dur diyecek bir politika ne de sermayenin çıkarına hepten karşı çıkacak bir değişime neden olacaktır.
Seçimi savunanların yegâne dayanağı değişim vurgusu olsa da değişimden asıl kasıtları demokratik birkaç kırıntı, parmağa sürülen baldan öte değildir. Unutulmamalıdır ki seçimin sonucu ne olursa olsun önümüzde duran mücadelelerle dolu günler ve sınıf kavgasının keskinleştiği bir gelecektir.
Asıl kazanım tüm süslü vitrin camlarının kırılıp işçilere sunulan ya da sunulacak olanı görmek, anlamak, kavramaktır. İşçi sınıfının, ezilen halkların, ötekileştirilenlerin, gerçek kurtuluşu işçi ve emekçilerin sömürü düzenine topyekûn karşı mücadelesiyle kazanılacağı kendi elleriyle dizayn ettiği bir dünyadır.
Bizim bu 1 Mayıs’ta görevimiz çok açık ve nettir. Bunca sorun varken ve sistemin tüm dişlileri, çarkları her an, her gün, her yıl daha fazla teşhir oluyorken başta kendimizi sonra sınıfın yaratıcı gücünü örgütlemek, dipteki dalgayı yüzeye çıkarıp sermaye duvarlarını parçalayacak sınıf tsunamileri yaratmak olmalıdır. Görevimiz bugünümüze ve geleceğimize büyük zararlar veren, bu ülkeye, bu halka zararlı olan bu sisteme karşı sınıf bilincini keskinleştirip doğru hedefe yönlendirmek olmalıdır.
Genel anlam açısından ise 1 Mayıslar işçi sınıfı için çok önemlidir; çünkü ayrı ayrı fabrikalarda ömür tüketen, yalnız olduğuna inandırılan işçiler, ne kadar büyük ve güçlü bir sınıfın parçası olduklarını 1 Mayıs alanlarında görürler. O alanlarda seslerini yükseltir, sorunlarını ve taleplerini sınıf kardeşleriyle birlikte daha yüksek özgüvenle ifade edebilirler. İşçiler o alanlarda sınıf kardeşliğinin farkına varır. On binlerin, yüz binlerin arasında işçiler kendi sınıfını bulur, kendinin yaratıcı, değiştirici, muktedir gücünün farkına varır.
1 Mayıs alanında işçi sınıfı başta olmak üzere toplumun ezilen, dışlanan tüm kesimleri güçlü ve bağımsız bir politik taraf olarak kendini gösterebilmelidir. Bu yanıyla 2023 1 Mayısı’nda yerellerde birleşik, güçlü 1 Mayıslar örgütlemek, sokağa, alana, fabrika önlerine çıkmak bu yönlü çağrıları işçilere yapmak, bulunduğumuz platformlarda bu çalışmaların ve anlayışın tartışmasını yürütmek en elzem görevlerimizdendir.