[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Artık her gelişmenin ana bağlamı Haziran 2023’te gerçekleşmesi beklenen seçimler olmaktadır. Bu, devrim hareketinin yetersizliğinin olağan bir sonucudur. Afrika özdeyişinde dendiği gibi Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça avcıların hikayeleri dinlenirmiş! Egemenlerin seçim hikayesinin ana bağlam olması halkın kendi hikayesini yazmaktan henüz uzak olmasındandır. Gündemi seçim şamatasının belirlemesi kurtuluş için kendi gücüne dayanmak zorunda olan halkın çaresizliğine işaret eder. Gelişmelerin seyrinin seçimlerin olası sonuçları ekseninde değerlendirilmesi kadar farklı gündemlerin hızla seçimlere bağlanması da politik çıkmazın egemenliği olarak görülmelidir. Bu, kitlelerin bloklar arasında taraf olarak şekillenmesine hizmet eden bir durumdur. Bu sıradanlık içerisinde gerçeklerin kavranması da hiç kuşkusuz imkânsıza yakındır.
14 Aralık’ta Ekrem İmamoğlu’nun 2 yıl 7 ay 15 gün cezaya çarptırılarak siyasi “yasak” alması “büyük” olasılığı seçim bağlamlı bir gelişme olarak gündeme oturdu. Bu kararla birlikte 6’lı masanın Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı tartışması ve de yarışı yeni kapsamlarda değerlendirilmeye başlandı. Karar bir anda çok boyutlu, çok denklemli kapışmanın düzeyini ve sertlik derecesini ortaya koydu. Zira 6’lı Masa’nın en güçlü adaylarından birisinin hem devre dışı kalması hem de en güçlü aday olarak ortaya çıkmasına imkân sunan bir gelişme söz konusu. Bu gelişmenin 6’lı Masa için sancılı bir mücadeleyi ya da tercihi dayatacak bir yol ayrımı eşiği olduğu dahi söylenebilir.
Meselenin bir boyutu yargının siyaseti dizayn eden gücü veya yetkisidir. Faşist diktatörlüğün tarihinde yargı bürokrasisinin siyasal yaşamla ne kadar iç içe geçtiği bir kez daha görüldü ve bu geleneğin sürdürülmesi aşıldığı söylenen eşiklerin henüz aşılmadığını gösterdi. Ayrıca bunun darbelerin tarihte kalmadığının da bir verisi olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Osmanlı’dan bugüne yargı bürokrasisi siyasal hayatı, ilişkileri ve bu bağlamda güç dengelerini etkileyen, yönlendiren ve yer yer de dizayn eden güç ve olanaklara sahip olmuştur. Ekrem İmamoğlu kararında da bu bürokrasinin ne kadar güçlü bir yapı olduğu teyit edildi. Bu kararın kimin işine yaradığından çok faşist bloklar arasındaki mücadeleyi keskinleştiren, bloklar içindeki mücadeleyi boyutlandıran, bu bağlamda taşları yerinden oynatan bir süreci başlatmış olmasıdır. Bu müdahale bir devlet geleneğine işaret etmektedir. Güç dengelerinin kurulması arayışlarının tıkandığı, zorlu etaplara girildiği koşullarda geleneksel bir aracın işlevlendirilmesi ile karşı karşıyayız. Bunun doğuracağı sonuçlar ise güçlerin durumu ele alışına, mücadele düzeylerine, destek güç edinme kabiliyetine bağlıdır.
Meselenin diğer bir boyutu ise 6’lı Masa’nın adayını açıklamaya zorlanmasıdır. AKP-MHP faşist blokunun Ekrem İmamoğlu’nu tasfiye operasyonundan söz edilse de 6’lı Masa’nın adayının bilinmemesinin bu blokta neden olduğu belirsizliğin aşılmak istendiğini konu etmek daha akla uygundur. Bu kararla birlikte aday açıklanma sürecinin hızlanması ve bir an önce seçimlerin belirlenmiş adaylar üzerinden başlatılması sağlanacak; böylece iktidar olanaklarına dayanan müdahalelerin de amacı ve biçimi netleşmiş olacaktır.
Üçüncü boyut 6’lı Masa içindeki çatlakların, çatışmanın belirginleşmesini sağlamasıdır. Bu çatlakların ve mücadelenin ne kadar büyüyeceğini ya da bu yeni durumun çatlakların üstünde daha güçlü bir irade ortaya çıkarma olasılığını yaşayarak göreceğiz. Geçici de olsa çatlakların üzerini kapatma rolünü belirleyecek bir ortaklaşma her zaman mümkündür. Şu var ki CHP içinde de ve CHP ile İYİP arasında da “aday kim olacak” konusunda süren mücadele bu gelişmeyle yeni bir zirve kazanmıştır ve hatta bu mücadele gözle görünür derecede somutlaşmıştır.
Dördüncü boyut, bu gelişmenin AKP-MHP bloku içinde daha kaynaşmış, bütünleşmiş bir politik zemin yaratmamış olmasıdır. Bu bloktan gelen tek şey CHP ve İYİP arasındaki çelişkiyi körüklemek ve elbette adayları Tayyip Erdoğan’ın daha güçlü bir siyasi figür olarak çıktığı koşulları “ilk ve biriciklik” üzerinden bir seçim malzemesine çevirmek ve politik güç devşirme çabasıdır.
Son olarak ise bu gelişmenin geniş kitleleri seçim girdabına dolayısıyla sisteme daha güçlü yedekleyerek, sistem içinde saflaştırarak, kenetleyerek ve gerici partiler lehinde militanlaştırarak dahil etmesidir. Bizce en önemlisi de budur. Bu türden kararlar, durumlar ve gelişmeler kitlelerin sisteme olan tepkisini yine sistem içi güçler etrafında kenetlemeye çok güçlü şekilde hizmet eder. Şu anda olan budur. Olabildiğince seçimlere ve seçimlerdeki değişime endekslenmiş kitleler böylesi durumlarda bu beklentiye daha güçlü şekilde sarılmak eğilimi gösterir. Bu eğilim ise sistemin iki kutba ayrılmış güçleri tarafından örgütlenir.
Bu kararla birlikte 6’lı Masa’nın “Kim aday olacak?” mücadelesi ivme kazanacaktır. Seçim bağlamlı bu karar süreç boyunca gündemi işgal edecek, güç dengelerinin değiştirilmesi mücadelesi için politik bir argüman olarak kullanılacaktır. Bunun egemen sınıfların geniş kitleleri saflaştırmasında, bu saflaştırmayla sisteminin sigortasını pekiştirmesinde oldukça işlevli bir durum olduğunu da belirtmeliyiz.
Seçim bağlamına oturtulan diğer meseleler ise halkın yaşadığı sorunların niteliğine, boyutuna ve kapsamına işaret eden esas meseleler olmaktadır. Ekonomik kriz ve krizin halka yansımaları öne çıkanlardandır. Halkın yaşadığı ekonomik sorun AKP-MHP blokunun beceriksizliğiyle, özgün ekonomi-politikalarıyla açıklanamaz. Bu anlamda faşist kliklerin bu eksende ortaya koydukları çözümler, vaatler seçim denklemine hapsedilemez. Zira emperyalizme göbekten bağlı yarı sömürge yapı ve ona sosyal-ekonomik dayanak oluşturan yarı feodal sistem krizde bir sürekliliğe işaret eder. Krizin derinliği, halkın yaşamındaki yıkıcı sonuçları ve etkileri kökünden kazınması gereken bir sistem gerçekliğine işaret eder.
Benzer şekilde faşist diktatörlüğün şovenizm histerisi, Kürt düşmanlığı ve yönelimi, çeşitli milliyetlere ve inançlara yönelik saldırganlığı dümende kimin olduğundan bağımsız olarak onun kurucu felsefesinde ve ihtiyaç duyduğu siyasal niteliklerde aranmalıdır. Bu noktada atılan adımlar, hayata geçen saldırılar, ortaya çıkan yumuşamalar seçimlere bağlanmış kararlardan ibaret değildir. En fazla seçimlerde de kullanılabilecek meselelerdir. Bunun dışında bir ele alış ve yaklaşım devlet gerçekliği, devletin tüm kliklerinin bu meseleyi bir varoluş sorunu olarak tanımlama tutumunu karartmaya hizmet edecektir.
Seçimler bağlamına oturtulan ya da sadece AKP-MHP faşist blokunun boynundaki değirmen taşıymış gibi sunulan bir başka mesele de İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in, 6 yaşındaki kızını müridi Kadir İstekli ile “evlendirmiş olmasında” gördük. Bu durumun bir istisna olmadığı da gerici bir kliğin cemaatleri güçlendiren siyasetinin ürünü olarak ortaya çıkmadığı da açıktır. Bu, egemen sınıfların üzerine oturduğu sosyal-toplumsal-ekonomik sistemin dini ve feodal yapısının kadına ve çocuğa bakış açısının uç vermiş bir sonucudur. Faşist diktatörlük feodal yapının en barbar biçimlere bürünmüş erkek egemen bakış açısından beslenen bir felsefeye sahiptir. Toplumsal yapının bu gerici yanını ekonomik ve sosyal ilişkilerle besleyen, hukuk ve yargı sistemiyle koruyan ve onu yeniden üreten bir siyasal iktidardır söz konusu olan. Bu toplumsal yapının gerici yanı kadınlara yönelik aşağılık bir baskıcılıkla, dolayısıyla bir düşmanlıkla kodlanmıştır. Kutsanan aile yapısı, korunan ve desteklenen tarikat ve aşiret hiyerarşisi, eğitim sistemi, hukuk mekanizması ve bir bütün topluma empoze edilen ve siyasallaştırılan değer yargıları bu yapıyı koruyan sert bir kabuk gibidir. Feodal ilişkilere dayalı mülkiyet ilişkileri ve sömürü biçimleri ise bunun özüdür. Bu öz ve kabuk cinsiyetler sorunu ve cinsiyetler arası çelişkide “ufağın rızasını”, “babanın onayını” almayı yeterli olarak tanımlar. Kız çocuklarına yönelik cinsel suçların gizlenmesini toplumsal açıdan zaruri bir durum olarak değerlendirir. Kadına şiddeti, taciz ve tecavüzü esasta tahrikle açıklar. Bu yaklaşımların tarihsel bir arka planı, mide bulandırıcı bir serüveni ve durmaksızın hayata geçen bir sürekliliği vardır. Klikler arası mücadelenin bu argümanının da seçimler bağlamına oturtulamayacak bir toplumsal ve siyasal karakteri vardır.
Kökünden parçalanması gereken, ortadan kaldırmak zorunda olduğumuz bir sorundan söz ettiğimiz kuşkusuzdur.
Kuşkusuz bu ancak örgütlü bir mücadele, hak arayışını içeren bir hareket ve tüm dayançları yıkacak bir devrim sorunu olarak görülmelidir. Sorun laiklik-şeriat tartışması, ilişkisi ya da ilericiliği ve gericiliği denkleminde değildir. Bu kadına yönelik şiddeti, cinsel suçları ve erkek egemen baskıyı hafifleten bir yaklaşım oluşturulmasını getirecektir. Ancak devrim ve devrim için örgütlenme bilinciyle doğru hedefe yönelmek olanaklıdır. Seçimleri aşan sorunların ve çelişkilerin seçim mücadelesine ve seçimlere payanda yapılması halkın değişim arayışlarını karartıp dağınık ve örgütsüz, yanlış hedefler ve yönelim belirlenmesini sağlayacak durumlar yaratacaktır. Buna izin vermeyelim, halkın gerçek kurtuluş mücadelesini yükseltelim.