[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Son birkaç yıldır, emperyalistlerin geniş çaplı bir savaşa hazırlandığına dair kamuoyuna dahi yansıyan bir tartışma mevcuttur. Ukrayna işgalinden hemen önce bu kanı güçlü bir şekilde savunulmuştu. Geniş çaplı bir savaş henüz yaşanmamış olsa da, bu duruma dair işaretlerin güçlendiği görülmektedir.
Bu algının oluşmasına yön veren birçok olgu vardır. Bunlardan bir tanesi emperyalistlerin karşılıklı açıklamaları, gerginliği artırıcı söylemlerdir. Günaşırı biçimde emperyalistlerin birbirine yönelttiği savaş tehditleri ile sınırlı kalmamakta, yer yer karşılıklı pratik adımların da atıldığı görülmektedir. Emperyalistlerin çıkar çatışmaları ve güç gösterileri düne oranla daha sert biçimde karşılık bulmaktadır. Artık gerginlik yalnızca uşaklar ve pazar alanları üzerinden daraltılmış çatışmalar ile değil, emperyalistlerin kapısının önünde sürmektedir. Pazar çekişmesinin ve emperyalist rekabetin daha sert bir zeminde yürüyor oluşu, bu vesileyle de emperyalistlerin birbiri ile olan çelişkilerinin derinleşen bir yönde ilerliyor oluşuna işaret etmektedir.
1991’de Rus Sosyal Emperyalizminin yıkılması sonrası geniş çevrelerce dile getirilen ABD liderliğindeki “Tek kutuplu Dünya” veya Kautsky’den miras alınan “Ultra Emperyalizm” benzeri teorilerin tarihin gerçek akışı içerisinde hiçbir karşılığının olmayacağı, 2000’li yıllar ile birlikte yeniden test edilmiştir. Sermaye yoğunlaşmasının farklı alanlarda bir biçimde yeniden sağlanması çok kutuplu düzenin ve tekeller arası rekabetin yeniden görünür olmasını sağlamıştır. Kaldı ki ‘90’lı yıllarda da tekelci rekabet bitmemişti, devam etmişti. Ancak emperyalistler arası çelişkilerin ve çekişmenin daha tolere edilebilir seviyelerde seyrettiği bir süreç olmuş, ABD emperyalizmi başat emperyalist güç pozisyonu belirgin hale getirmişti. Bu durum ABD’li tekellerin diğer tekeller ile çelişkilerinin bittiği anlamı taşımaz, yalnızca bir süreliğine ABD’li tekellerin büyük ölçüde lehine işleyen bir süreç yaşanmış olmasını anlatır. Ancak 2010’lu yıllar ile birlikte sermaye yoğunlaşmasının farklı alanlarda da devasa boyutlara ulaştığı gözlemlenmiş, yoğunlaşan sermayenin ihraç edilmesi ve çıkarların geliştirilebilmesi adına pazar ihtiyacı doğmuştur. Emperyalist tekeller açısından bir varlık sorunu olan pazar çekişmesinin bu yıllar ile birlikte yeniden alevlenmeye başladığı görülmüştür. Aynı zamanda dünya genelinde geniş çaplı ve süreklileşen krizlerin hasıl oluşu, rekabeti kızıştıran ve çelişkileri derinleştiren faktörlerden biridir. Bu kriz durumlarından doğan yeniden yapılanma adımları ise yine emperyalist çekişmeyi sert bir zemine taşımaktadır.
ABD liderliğindeki Batılı emperyalistler tarafından esasta Çin ve Rus emperyalizminin pazara girişini kısıtlamak ve etki alanlarını daraltmak için birçok adım atılmaktadır. Geçmiş süreçte sömürge, yarı sömürge ve yarı feodal ülkelerde dolaylı mevzi savaşı yürüten emperyalistler artık birebir karşı karşıya gelebilecek duruma gelmiştir. Esasta NATO üzerinden Rusya ve Çin’in kapısı olarak adlandırılacak bölgelere doğru gerilimin kaydırıldığı görülmektedir ve bu alanlar üzerinden ciddi gerilimler yaşanmaktadır. NATO’nun yayılmacı ve savaş kışkırtıcı açıklamalarına karşılık Rusya Ukrayna işgaline girişmiş, Çin ise Tayvan’ı işgal tehditleri ile yaratılan gerginliğe pabuç bırakmayacağını göstermiştir. Ordulara “savaşa hazırlanın” çağrıları, silaha, savunmaya ayrılan bütçelerin hemen her emperyalist devlet bünyesinde artırılması, ordusu lağvedilmiş olanların bugün güçlü ordular inşa etmiş olmaları sürecin askeri eksende atılmış adımlarıdır.
Karşılıklı askeri adımların yanı sıra ekonomik alanda da çatışmalar etkisini gün geçtikçe artırmaktadır. Durumun esas olarak ne yönde ilerleyeceğini de ekonomik alandaki bu çatışmanın seyri belirleyecektir. Bu alandaki çatışma pandemi sonrası daha açık adımlar ile yürütülmektedir. Çeşitli alanlarda ABD önderliğinde özellikle Çin’e karşı geliştirilen yaptırım ve uluslararası pazardaki etkisini kırma adımlarına karşılık, uluslararası üretimin en önemli lokomotiflerinden olan Çin ve Rusya tarafından emtia ve enerji alanları da dahil olmak üzere arz kısıtlamasına yönelik adımlar atılmaya başlandı. Bu durum dünya çapında ciddi krizlere yol açmakla birlikte tedarik zincirlerinin kopan halkalarının yerine alternatif üretilmekte ciddi zorluklar yaşanmaktadır. Yakın zamana kadar sıkı ve iç içe geçmiş ekonomik ilişkiler ayrıştırılmaya ve karşılıklı ekonomik çıkarların baltalanma adımlarının daha ciddi şekilde atılmaya başlandığı görülmektedir. Fed (Amerika Merkez Bankası) tarafından uygulanan, yakın zamanda yaşanan faiz artışı yolu ile daralma politikaları da bu minvalde gerçekleşmektedir. Fed tarafından enflasyonu engelleme amaçlı bu politikanın izlendiği belirtilse de bu aslında niyetin küçük bir yönünü kapsamaktadır. Bu politika emperyalist çekişme ve geniş çaplı kriz ile doğrudan bağlantılıdır. Devam eden enerji ve tedarik zinciri krizlerinin kış sonrası dünya ekonomisinde geniş etkilerinin yaşanacağı ve bu krizlerin başkaca alanlarda da hissedileceği öngörülürken, dünya çapında bir finans krizinin de kapıda olduğu belirtilmektedir. Fed politikası bir yandan özellikle dış borcu yüksek yarı feodal ve yarı sömürge bağımlı ekonomiler için balyoz etkisi göstererek birçok alanda bu yönlü bir krizi beslerken, diğer yandan da iç tüketimi ve likiditeyi azaltarak bu finansal krizi karşılamayı amaçlamaktadır. Fed merkezli dolar politikasının etkisi, bağımlı ülkelerin dış borcunun ve rezerv para ihtiyacının artmasına, böylece kendisine daha da bağımlı hale gelmesine yol açmaktadır. Bir nevi ABD, bu politika ile safları sıklaştırmaktadır. Aynı zamanda diğer emperyalist rakiplerinin rezervini eritmeyi de amaçlamaktadır. Dünya çapında ticaretin esas unsurunun dolar oluşunun ve izlenen sıkı para politikasının, diğer emperyalistlerin rezervinde bir erimeye ve rekabet gücünde zayıflamaya yol açması beklenmektedir. Buna karşı ticari faaliyetlerinde Rusya rubleyi yaygınlaştırmak, Çin ise altın stoğunu artırmak gibi adımlar atmaktadırlar. Çin para birimi yuanın son 14 yılın en düşük seviyelere gerilemesi ve Çin’in iç likiditesinin artması, finansal kriz riskleri taşırken, Rusya’nın ruble ağırlıklı ticaret politikasının da kısa vadede kurtarıcı bir unsur olmadığı görülmektedir. Ruble ağırlıklı ticaretin geliştirilmeye çalışıldığına yönelik açıklamalar çoklu rezerv para dönemine geçileceği tartışmalarını da beraberinde getirmektedir. Ancak ne rublenin ne de yuanın uluslararası ekonomide henüz bu biçimde bir karşılığı mevcut değildir. Rezerv para birimi sorunu bir itibar sorunu değildir, rezerv paranın ekonomik düzlemde hem genel sermaye açısından hem de işlevsel olarak bir karşılığının olması gerekmektedir. Bu da ülkelerin veya tekellerin niyetleriyle, günlük açıklamaları ile değişebilecek bir durum değildir, geniş bir çatışma ve yeniden yapılanma getirecek ve gerektirecek bir durumdur. Çin ve Rusya genel dolar krizinin etkisinin hafifletilmesi amacı ile bu gibi politikalara sığınmaktadır. Şu an için bu politikalardan bundan öte bir anlam çıkarmak oldukça zordur. ABD için daralma politikasının resesyon riski yarattığı savunulmaktadır. Amerikan sanayisinin şu an için bu politikayı karşılayabilecek güçte olduğu ve resesyon derecesinde bir durgunluk öngörülmediği söylense de enflasyonun yüksek seyretmesi ve faiz yükseltme zorunluluğuna kadar bunun devam etmesi işlerin pek de “sağlıklı” gitmediğine işaret etmektedir. İstihdamda kısmi daralmaların olabileceği ve ekonomik büyümede yavaşlama beklentisi sürmektedir. ABD’nin bu politikalarının esasta dünyanın geri kalanı için daha ağır sonuçları olmakta ve emperyalistlerin birbiri ile olan çelişkileri de dahil olmak üzere tüm çelişkilerde derinleşen bir seyir almasına yol açmaktadır.
Tüm bu gelişmeler ışığında daha geniş çaplı politik, ekonomik ve askeri krizlerin olası bir emperyalist pazar paylaşım savaşını getirip getirmeyeceğine dair de tartışmalar geniş çevrelerce yürütülmektedir. Bu tartışmada ilk etapta emperyalizmin karakteristik olarak böyle bir savaşa yol açmaktan kaçınmayacağı, bazı durumlarda böyle bir savaşın emperyalistler açısından tercih değil zorunluluk olabileceğini belirtmek gerekmektedir. Ancak bu gibi durumlar emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerinin artık herhangi bir ortaklığa veya toleransa müsaade etmeyecek bir evreye girmesi ile olasıdır. Bugün için, çelişkilerin bu zemine doğru sadece ilerlemekte olduğunu söyleyebiliriz. NATO tarafından iki emperyalist ülkenin kapısına savaşın taşınması, ekonomik alanda sert müdahaleler, pazar alanlarının ve ihtilaflı alanların her an alevlenmeye müsait hale gelmesi, emperyalist kutupların belirginleşmesi böylesi bir sürece doğru ilerlendiğini göstermektedir. Ancak henüz bir emperyalist paylaşım savaşı sürecine girildiğini net biçimde belirtmek de doğru olmayacaktır. Süreç ve tüm taraflar için de atılan adımlar, düşmanlık hukukunun oturmaya başlamasına rağmen, “köprüden önceki son çıkış” mahiyeti taşımaktadır.
Bu süreçte ABD emperyalizminin güdümündeki batılı emperyalistler de bir biçimde yeni sürece adapte edilmektedir. Özellikle ABD’nin baskısı ile NATO içindeki askeri katılımın artırılması, Rusya ve Çin’e karşı ekonomik ve politik açıdan daha sert politikalar izlenmesine yönelik adımlar atılmaktadır. Bu etkiyi özellikle Almanya üzerinde görmek mümkündür. Avrupa sınırlarında askeri varlığın artırılması ve özellikle Ukrayna Rusya’ya karşı savaşında daha fazla destek için baskı altında tutulmaktadır. Bu sebeple savunma bütçesinin artırılması ve askeri faaliyetlere ağırlık vermesi konusunda bir yol izlenmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca Fransa ile birlikte Almanya, geçmişte yürüttükleri müzakereci rolden vazgeçmiş ve daha net biçimde Rusya karşısında pozisyon almaya başlamışlardır. Asya Pasifik’te ise esasta ABD ve İngiltere öncülüğünde Çin’e karşı bir hat tutulmaya çalışılmakta ve AUKUS gibi anlaşmalar üzerinden bu alanda Çin baskılanmaya çalışılmaktadır. Buna karşılık Çin ise Tayvan üzerinden işgal tehditlerini sıklaştırmakta, bu alandaki gerilimin Ukrayna’dakinden daha ciddi sonuçları olabilecek bir krizi tetikleyeceğine dair işaretler vermektedir.
Kamuoyuna da yansıdığı gibi, tüm dünyada savaşa hazırlık çağrıları yapılmakta ve askeri harcamalar tüm diğer kalemler arasında en büyük alanı kaplamaya başlamıştır. Emperyalistlerin bugün, geçmişe göre daha ciddi bir teknolojiye veya konvansiyonel silahlar dışında ciddi etkileri olacak kitle imha ve “şehir katili” silahlara sahip olmaları, kendi emperyalist çıkarları ve varlıkları söz konusu olduğunda bir savaşa engel olmayacaktır. Silahların caydırıcı etkisi ile savaşa duyulacak siyasi ve ekonomik ihtiyaç arasında sıkışan teorilerin gerçekliği kavrama şansı yoktur. Yani bugünlerde konuşulduğu biçimde en net hali ile nükleer silahların varlığı, emperyalistler arası çelişkilerin derinleşmesi ile birlikte bir denge faktörü olmaktan çıkıp, insanlık ve tüm dünya için ciddi bir kitlesel yok oluş tehlikesini barındırmaktadır. Emperyalizm kendi varlığı ve çıkarları uğruna dünya halklarına karşı katliam ve kitlesel imhalar gerçekleştirmekten çekinmeyecektir. Ancak olası bir savaş dışında zaten halihazırda güçleşen yaşamsal koşulların dünya halkları için gün geçtikçe daha da ağırlaşacağı da görülmektedir.