Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) ile sistemleştirilen sosyalizmin “sınıflı bir toplum olduğu” gerçeğine ve “yeni burjuvazi”nin gelişimine dair fikirler, sınıf olgusuna dair Marksizm içerisinde nitelikli bir tartışmanın da kapısını aralamaktadır. Marksist birçok çevre ve akademisyenin ‘sınıf’ üzerine çalışmalarına baktığımızda; üretim ilişkileri, siyaset, örgüt ve kültür gibi birçok başlığın birbirleriyle ilişkileri bağlamında tartışıldığını görebiliriz. Sınıfı hem üretim ilişkileriyle tanımlanan bir ‘konumlanış’ hem de canlı bir ‘varoluş’ süreci olarak ortaya koyan tartışmalar da yok değildir. Ancak genellikle, bu tartışma sosyalizm şartlarında sınıf olgusunun niteliğine ve aldığı biçimlere taşınmadığı için kendi içinde güdük kalır. Bunun en temel nedeni sosyalizmin sınıflı bir toplum olduğu gerçeğini reddeden dogmatik görüşler ve sosyalist toplumda yeni burjuvazinin oluşum koşullarına dair kavrayışsızlıktır. Hal böyle olunca sosyalizmden geriye dönüşler sorunu bir bilinmezliğin içine sürüklenir ve sosyalizm deneyimlerinden ileriye yürümek gerekirken tartışma çok daha gerilere çekilerek revizyonist görüşlere kapı aralanır.
“BURJUVA KARARGAHLARI BOMBALAYIN”
Sosyalist toplumda yeni burjuva güçleri ortaya çıkaran belli başlı çelişki ve ilişkiler vardır. Gelirdeki farklılıklar, bireylerin üretimde meşgul oldukları uzmanlık pozisyonları, kişilerin yönetimde ve önderlikte aldıkları özel roller, kır ve kent arasındaki fark gibi sosyalist toplumun çelişkileri yanında genel meta-para ilişkileri yeni burjuvazinin ortaya çıkma zeminleridir. Bu zeminler varlığını koruduğu müddetçe toplumsal yapıdaki burjuva nüvelerin gelişme ve merkezileşme olasılıkları vardır. Bu merkezileşmenin odak noktası ise partide ve devlette yönetici mevkilerdir. Mao, parti ve devlette gelişme gösteren bürokrasiyi basitçe idari büyüme, yozlaşma ve elitizm sorunu olarak ele almamış, yeni burjuvazinin kendisini yeniden ürettiği bir örgütlenme ve kontrol biçimi olarak değerlendirmiştir. Bu sebeple “burjuva karargahları bombalayın” sloganı esas olarak parti ve devlette yönetici mevkilerdeki bulunan kapitalist yolcuları hedefleyen siyasi bir yönelim, bir sınıf mücadelesi pratiği olarak ortaya çıkmıştır. Mao, 1976’da şöyle söylüyordu: “Sosyalist devrimi yapıyorsunuz ve hala burjuvazinin nerede olduğunu bilmiyorsunuz. Burjuvazi tam da Komünist Partisi’nin içerisindedir –kapitalist yolu tutan iktidardakilerdir. Kapitalist yolcular hala kapitalist yoldadırlar.” Benzer bir biçimde Lenin de şu belirlemede bulunur: “Revizyonizmin iktidara gelmesi, burjuvazinin iktidara gelmesi demektir.”
Marksizm-Leninizm-Maoizm, sosyalist toplumdaki temel çelişmelerin halen üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki, ekonomik temel ile üstyapı arasındaki çelişmeler olduğunu ortaya koyar. Üretim ilişkileri; üretim araçlarının mülkiyet biçimini, insanların üretimde karşılıklı ilişki ve konumları ve aynı zamanda ürünlerin bölüşüm biçimini kapsar. Bu anlamda Mao, Sosyalist Çin’in eski toplumdan pek az farklı olduğunu belirterek, Çin’de sosyalizm şartlarında bile sekiz kademeli ücret sistemi uygulandığını, çalışmaya göre bölüşüm yapıldığını ve değişimin para vasıtasıyla yapıldığını belirtir. Farklı olan mülkiyet sisteminde yapılan değişikliktir. Mülkiyet sistemi artık tüm halkın mülkiyet sistemi biçimini almıştır, proletarya ve emekçi halka hizmet etmektedir. Ancak bu mülkiyet sistemi aynı zamanda sosyalist devlet mülkiyetidir ve sosyalist devlet Lenin’in işaret ettiği gibi bir anlamda “burjuvazisiz burjuva devleti”dir, başka bir deyişle ‘burjuva hak’ sınırlansa dahi varlığını korumaktadır. Meta sistemi, para yoluyla değişim, işe göre bölüşüm ve meta sistemindeki eşit haklar halen burjuva haklardır. Tüm halkın sosyalist mülkiyeti sistemi daha da gelişerek komünist mülkiyet sistemi haline geldiği an, ancak o zaman toplumda kapitalist lekeler ve sınıfsal farklılıkları ortadan kalkacaktır. Tüm halkın sosyalist mülkiyeti sistemini sağlamlaştırma ve sürekli olarak ilerletme uzun bir süreci kapsar. Sosyalist mülkiyet sisteminin ilerleyeceği mi gerileyeceği mi meselesi, sosyalizm şartlarında iki sınıf, iki yol ve iki çizgi arasındaki mücadelenin ana odağı olmaya devam edecektir.
“KAPİTALİST YOLCULAR KAPİTALİST ÜRETİM İLİŞKİLERİNİN TEMSİLCİLERİDİR”
Mao, Lenin’e atfen şu belirlemede bulunur: “Lenin, ‘küçük üretim, günbegün, saat başı, kendiliğinden ve büyük ölçüde kapitalizmi ve burjuvaziyi üretir’ der. Bunlar aynı zamanda, işçi sınıfı ve Parti üyelerinin belirli bir kesimi arasından da türerler. Hem proletaryanın saflarında hem de devletin ve diğer organların elemanları arasında burjuva hayat tarzını benimseyenler mevcuttur.” Ki sosyalist toplumun gözeneklerinde halen varlık bulan kapitalist öğelerin kendini geliştirebilmesi ve merkezileşmesinin yolu parti ve devletin yönetim kademelerindeki “kapitalist yolcular”dan geçmektedir. Parti önderliği bu bakış açısından koptuğunda, üretimdeki gelişme ve “en verimli yöntemler” en önemli unsur olarak ele alındığında komünist amaçlardan kopuk keyfi üretimin ve ölü emeğin (üretim araçları) canlı emek üzerindeki hakimiyetinin gelişmesi kaçınılmaz olur. Sosyalist üretimin en temel özelliklerinden biri olan planlama, teknik bir yönetim ve denetleme faaliyeti olarak anlaşılırsa, planın kendisi işçi sınıfını hakimiyeti altına almaya başlar ve kapitalist yolun önünü açar. Planlama, bir ideolojinin, sınıfın hedefleri ve dünya görüşünün ifadesidir. Toplumsal gerçekliğin sınıf temelinde yansımasıdır ve gerçekliği etkileme gücüne sahiptir. Şanghay Ders Kitabı’nda bu konu şöyle ifade edilmektedir: “Üretim araçlarını düzenleme ve yönetme gücü ve ürünleri bölüştürme gücü yoğunlaşmış bir biçimde politik önderliğin gücü olarak ifade edilir. … Bireyler olarak onlar (kapitalist yolcular) zorunlu olarak eski kapitalistler gibi sermayeye sahip olmayabilirler, fabrikalar ve bankaları işletmeyebilirler fakat enerjik bir şekilde kapitalist üretim ilişkilerini destekleyen politik çizgileri, yoğunlaşmış bir biçimde bir bütün olarak burjuvazinin ekonomik çıkarlarını ve politik arzularını yansıtır.” (Çuang Lan, “Kapitalist Yolcular Kapitalist Üretim İlişkilerinin Temsilcileridir”) Maoizm, Sovyetler’in ve Çin’in deneyimlerine dayanarak planlamanın, basitçe teknik bilgi toplama ve ekonomik gelişim meselesi olmadığını, ideolojik alanda toplumun amaçları ve yönü üzerine bir sınıf mücadelesi pratiği olduğunu ortaya koyar. Sosyalizm, bir tür ekonomik makine ya da politik kurumlar dizisi değildir. Sosyalizm, komünizme giden yolda bir sınıfların halen varlığını koruduğu bir geçiş toplumudur ve bu özelliğiyle de özgün bir sınıf mücadelesi pratiğidir.
“HERKESTEN YETENEĞİNE GÖRE, HERKESE EMEĞİ KADAR”
Engels, toplum üretim araçlarının mülkiyetini ele geçirip onları dolaysız toplumsallaştırılmış halde üretim amacıyla kullanmaya başladığı anda özgül yararlılığı ne kadar farklı olursa olsun her bireyin emeğinin “başından itibaren ve doğrudan toplumsal emek” haline geldiğini belirtir. Ancak sosyalist emek ürünü, hem doğrudan toplumsal üründür hem de halen bir metadır. İşgücü artık bir meta olarak alınıp satılmamakta, kendisine yabancı bir güç tarafından denetlenmemekte, hakimiyetin ve köleliğin devam etmesini sağlayan ekonomik ilişkileri yeniden üretmemektedir. Bu anlamda sosyalizmde sömürü ortadan kalkmış; “herkesten yeteneğine göre, herkese emeği kadar” sloganı yaşam bulmuştur. Artık ekonomik ve toplumsal sistem halk kitlelerinin karşısına “dışsal, yabancı ve hükmeden” bir şey olarak çıkmayacak; kitlelerin her geçen gün daha bilinçli bir şekilde kendi çıkarları doğrultusunda onu dönüştürdükleri ve üzerinde hakimiyet kurdukları bir şey haline gelecektir.
Diğer yandan meta üretimi ve değişimi, değer, para ve fiyat ilişkileri varlığını korumakta, sosyalist inşa özgülünde yapıcı bir rol kazanmaktadır. Sosyalist toplumda meta halen kullanım değerine ve değere yani ikili bir niteliğe sahiptir. Meta üretiminin ekonomik yasası değer yasası olarak devam etmektedir. Meta üretiminin varlığı nedeniyle para da genel eşdeğer olarak iş görmeye devam etmektedir. Bunlar her ne kadar sosyalist toplumun hizmetine sokulmuş olsa da “burjuva hak”ı koruyan ilişkilerdir ve toplumsal üretime kumanda eden siyasetin etkisine maruzdurlar.
Sosyalist toplumda üreticinin emeği ikili bir biçim kazanır; emeğin bir kısmı sosyal fonu diğer kısmı üreticinin kişisel tüketimini oluşturur. İşçi artık sömürülmez, emeğin yarattığı değerin tümü emekçi sınıfların hizmetindedir. Bu anlamda sosyalizmde değer yaratma süreci kapitalist toplumdaki değer yaratma sürecinden farklıdır. Çünkü kapitalist toplumda sermayenin amacı belli gereksinimleri karşılamak değil kâr üretmektir. Üretimin hem çıkış hem sonuç noktası, itici gücü ve amacı sermayenin kendini genişletmesidir. Oysa sosyalist devlet mülkiyeti emekçi sınıfların üretimin efendileri olmalarını mümkün kılar, toplumsal üretim bütünüyle halkın ihtiyaçlarını karşılamaya hizmet eder. Bu temelde planlı bir tarzda kullanım değerleri yaratan bir doğrudan toplumsal emek süreci sosyalist üretimin esas yönüdür. Değer yaratma süreci ise kullanım değerleri yaratan doğrudan toplumsal emek sürecine tabidir. Sosyalizmin emek üretkenliğine verdiği değer ancak bu amaç doğrultusunda anlam kazanmaktadır.
Toplumsal emeğin ürünü olarak, komünizme giden yolda, sosyalizmin gelişimine ayrılan sosyal fonun ne yönde ve hangi sınıfsal çizgide kullanılacağını pratikte belirleyen kuşkusuz ki parti ve devlette cisimleşen ideolojik-politik önderliktir. Bir anlamda “burjuvasız burjuva devleti” niteliği gösteren sosyalist devletin, emekçi sınıfların çıkarlarıyla ters düşen uygulamalara yönelmesini engelleyecek, kitlelerin doğrudan katılımı ve denetimini açığa çıkaran devrimci siyasi çizgisinin korunmasıdır. Aksi halde, üretim ve planlamadan, değişim, bölüşüm ve tüketim ilişkilerine kadar irili ufaklı sayısız çelişkiyi içinde barındıran toplumsal üretim sürecinde yeni burjuvazinin gelişmesinin önüne geçmek mümkün olmayacak ve burjuvazi alaşağı edilemeyecektir.
“DEVRİMDE YÜKLENİLEN İŞLER FARKLI DA OLSA DÜŞÜNÜŞÜMÜZ AYNI PARALELDE OLMALIDIR.” (ŞANGHAY RIHTIM İŞÇİLERİ)
Sosyalist üretimin en temel özelliklerinden birisi de işletmeler, sektörler ve bölgeler arasındaki sosyalist işbirliğidir. Şanghay Ders Kitabı’nda somut örneklerle açıklandığı gibi; bir işletme katılırken, yüz işletme işbirliğine gider; her bir işletme bir taneyken yüz işletme bir üretim çizgisine dönüşür. Ve bu üretim çizgisinin belirlenmesinde kitlelerin çıkarları ve inisiyatifi belirleyici olandır. Mao, “Hiçbir durumda tarih, kitlelerin yerine planlamacıların yarattığı bir şey olarak görülemez.” “Sosyalizmde sistemler kitlelere uygun olmalıdır.” derken haklıdır. Tarım ve sanayi, ağır ve hafif sanayi, merkez ile yerel, denge ve dengesizlik vb. arasındaki birlik ve mücadelenin doğru ele alınabilmesi; yeni değer ve tutumların geliştirilmesi ve sosyalist toplumdaki tüm kurumların ve toplumsal ilişkilerin devrimcileştirilmesiyle mümkündür.
Kadroların kolektif üretici faaliyete katılmaları sistemini sürdürmenin zorunluğu olduğunu belirten Mao, bürokrasi ve revizyonizmin önlenebilmesi için kadrolarla ilgili ise şunları belirtir: “Partimizin ve devletimizin kadroları normal emekçilerdir, halkın ensesine binen ağalar değillerdir. Kolektif üretici çalışmaya katılarak kadrolar emekçi halkla geniş, sürekli ve yakın ilişkileri sürdürürler. Bu, bir sosyalist sistem için temel önemde bir ölçüttür; bu, bürokrasiyi alt etmeye ve revizyonizm ve dogmatizmi önlemeye yardım eder.” Marksizm-Leninizm-Maoizm ve özelde Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin öğretileri; sosyalizmde sınıf mücadelesinin gerçekliğini olduğu kadar proleter ideoloji ve doğru siyasetin belirleyiciliğini ortaya koyar. Sosyalist toplumda uzun bir dönem kitleleri ve kadroları kapsayan proleter kültür devrimlerinin zorunluluğu BPKD teorisiyle somut ve canlı bir anlatıma kavuşmuştur. Sınırlı tartışma başlıklarıyla özetlemeye ve tartışmaya çalıştığımız Şanghay Ders Kitabı bu tarihi ve somut teorinin temel eserlerinden biri ve BPKD’ye dair bir başucu kitabı olarak günümüz Marksist-Leninist-Maoistlerine ışık tutmalıdır.
BİTTİ
https://www.yenidemokrasi33.net/sanghay-ders-kit…e-bpkd-uzerine-i.html
https://www.yenidemokrasi33.net/sanghay-ders-kit…e-bpkd-uzerine-2.html