Söz konusu sanat olunca, kitleler nezdinde bu konu birçok tartışmanın ürünü halinde vuku bulmaktadır. Zira sanat geçmişten bu yana kitleler üzerinde etkin bir araç olagelmiştir. Egemenler sanatı esasen ticarileştirerek, manipülasyon aracı haline getirirler. Toplumsal gerçekleri yansıtmayan, halkın çelişkilerinden koparılmış bir pazar nesnesi halinde piyasaya sunarlar. Devrimci ve komünistler için sanat ise; devrim mücadelesinde, halktan beslenerek ve halkı besleyen, karşılıklı etkileşimle eğiten, birleştiren, faşizme karşı savaşımın parçası haline getiren önemli bir yer teşkil etmektedir. Sanatımız, geniş halk kitlelerinde devrimci kültür yaratmanın bir aracıdır. Kültürel, sosyal, toplumsal çelişkilerin ele alınarak işlendiği mevzilerden biridir. Haliyle devrimci sanat üretenler egemenlerin baskı, yasak ve saldırılarına maruz kalmaktadır.
Tasfiyeciliğin TDH’de karşılık bulması, devrimci-militan çizginin terk edilmesini beraberinde getirmiştir. Reformist, revizyonist hat hakim hale gelerek saflarımızda ve TDH saflarında gerilemeye neden olmuştur. Bu durum sanat alanında da karşılık bularak üretemeyen, kitlelerde karşılıklar yaratamayan, sistemin saldırılarına yanıt olamayan bir biçimi hakim kılarak ilerlemiştir. Kültür- sanat çalışanlarının beslendiği alanlar daraltılarak devrimci mücadelenin gerilemesine paralel olarak içeriksizleşen bir hale gerilemiştir. Bu denli önem arz eden bir alan sistemin saldırıları karşısında değersizleşmeye yüz tutmuştur. Devrimciler-komünistler ise sanat alanının önemini teorik bir düzlem üzerinden kavradıklarını, pratik hatta yetersiz bir ele alışla, doğru bir temele dayanmadığını göstermişlerdir. Toplumun muhalif dinamiklerinin ciddi oranda gerilemiş olduğu aşikardır. Diğer yandan ise rüzgarın seyrinin bu gerilemeye bağılı olarak devrimciler lehine henüz çevrilemediği de açıktır. Haliyle muhalif, devrimci, demokrat olduğunu öne süren sanat “camiası”ndan dahi yükselen sesler cılız kalmaktadır.
Devletin saldırıları muhalif tüm kesimleri kapsayan bir silsile şeklinde tarihsel bir bağlam da taşımaktadır.
Sanat alanında ise; Şilili müzisyen Viktor Jara’nın elleri kesildikten sonra kurşuna dizilmesi, Bertolt Brecht’in sürgün edilmesi, eserleri nedeniyle 11 ayrı davadan yargılanan ve 12 yılın üzerinde hapis yatan Nazım Hikmet… Yalnızca birkaç örnek olarak hemen aklımıza gelen tarihsel örneklerdir. Yaşadığımız ülkede güncelliğini koruyan başlıca olgulardan biri olarak da karşımızda duran sanat üzerindeki baskıların gün geçtikçe katmerleştiği gerçeğidir. Kürtçe şarkılar okuduğu için gözaltına alınan, tutuklanan müzisyenlerden, Yılmaz Çelik’in konser sonrası tutuklanmasına ve hala tutuklu bulunan Grup Yorum üyelerinden, ölüm orucu direnişiyle Grup Yorum üzerindeki saldırıları göğüslemeye çalışan Helin Bölek ve İbrahim Gökçek muhalif, devrimci sanata dair saldırılara yakın zamandaki örneklerdir.
Grup Yorum’un konser yasakları ile başlayan süreç, çalışmalarını gerçekleştirdiği İdil Kültür Merkezi’nin basılması, grup üyelerinin tutuklanması ve Grup Yorum üyelerinin çeşitli taleplerle başlattıkları açlık greviyle devam etmiştir. Taleplerin karşılanmaması üzerine Helin Bölek ve İbrahim Gökçek açlık grevini ölüm orucuna çevirmişlerdir. Devletin bu sürece yaklaşımı ise hiçbir hukuki karşılığı bulunmayan, ki bulunsa da meşru hiçbir yan barındırmayan saldırılarla gerçekleşmiştir. Helin Bölek ve İbrahim Gökçek kaldıkları direniş evi basılarak zorla hastaneye götürüldüler ve zorla müdahale tehdidi ile karşı karşıya bırakıldılar. Kaldırıldıkları hastanede ve hastane önünde gerçekleştirilen sahiplenme pratiği ile bu saldırı geri püskürtülerek Helin Bölek ve İbrahim Gökçek’in kaldıkları eve geri dönmeleri sağlanmıştır. Açlık grevi ve ölüm orucu sürecinin muhalif ya da devrimci kamuoyu tarafından görmezden gelinen bir yanının olduğu bilinmektedir. Bu durumun çeşitli nedenleri olmakla birlikte en çarpıcı gerçek eylemlerin üzerinden yükseldiği çizgidir. Tam da bu durum kabullenilememiş, devrimci militan bir hatta yükselen eylemler sistem içiliğe bayrağı dikenlerce yok sayılmıştır.
Sorunun çarpıcı olduğu ortadadır. Devrimci dinamiklerin geriletildiği mevcut durum önümüze birçok görev de koymaktadır. Diğerlerinin yanı sıra bizim ele aldığımız Grup Yorum nezdinde sanat alanının süreçle ilişkisidir. Geniş kitlelerle buluşabilen, harekete geçirip, sevk edebilen bir alandır sanat alanı, düşmanında daha fazla baskı ve kuşatmaya çalışmasıyla karşı karşıyadır. Grup Yorum bu kuşatmayı parçalamak için girişmiş olduğu direniş mevzisinde her ne kadar küçük burjuva kurum, kişi ya da aydınları tarafından yalnız bırakıldıysa o ölçüde devrimcilerin sahiplenilmesi gereken bir direniş çizgisi ortaya koymaktadır. Yüzbinleri bir araya getirerek verdiği konserler devrimci saflara birçok militan, kadro katmıştır. Bugün de direnişle parçalanmaya çalışılan halka devrimci militan bir çizgide gelişmektedir.
Devrimci-komünistlerin kendilerine biçtikleri misyon gereği sistem karşıtı gelişen eylemselliklere güç katma görevi önlerinde durmaktadır. Haliyle Grup Yorum ile dayanışmak, Grup Yorum’u sahiplenmek bir görev niteliği barındırmaktadır.
Dünya ve ülke gündemini meşgul eden birçok sorun olduğu açıktır. Bu sorunlar nasıl ki devrimcilik iddiamızı askıya almamıza sebep olamıyor, aksine bu iddiayı güçlendiriyorsa, Grup Yorum üyelerinin başlattığı direniş de bu iddiayı güçlendirecek bir yer teşkil etmektedir. Devrimciler, komünistler direnişin olduğu her yerde olmalı, baskı, yasak ve engellemelere karşı tüm karşı çıkışları desteklemeli, devlete karşı çevrilen her silahı sahiplenmelidirler.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 19 Mart 2020 tarihli 57. sayısından alınmıştır.