8 Mart’ta Ayferleşmek…. Kapitalist ülkelerdeki kadının ikincil konumu, ülkemiz gibi yarı-feodal, yarı-sömürge ülkelere doğru gelindiğinde çok daha çarpıcı ve çelişkilerin yoğunlaştığı, eşitsizliğin daha da arttığı bir tabloyu karşımıza çıkarmaktadır.
Kapitalizmde kadının elde ettiği sınırlı hakların yerini, ülkemizde ağır bir feodal baskı, devlet baskısı kısacası ulusal, cinsel ve sınıfsal olarak ağır bir baskıya bırakır. Ülkemizde yıllardan beri devrim mücadelesinin içerisinde yer alan kadınlar, kadınlara gerçek kurtuluşun yolunu göstermiştir. Ancak az önce sözünü ettiğimiz üç katlı baskı kuşağı kadınların sınıf mücadelesinde yer almasının önünde büyük bir engeldir. Bu baskıları aşıp sınıf mücadelesinin engin okyanusunda kulaç atan kadınlar da, yılların getirdiği ezilmişlik ve baskı sonucu daha yavaş ilerleyebilmekte, gelişimi oldukça zor ve sancılı olmaktadır. Ancak tarih göstermiştir ki, değişirken değiştirmenin pratiğine girenler, kısa sürede bu edilgen kişiliği üzerinden atabilmekte, mücadele içerisinde ön saflarda yer alabilmektedir. Kuşkusuz bunu sağlayacak olan, örgütlü yaşamdır, kolektif iradedir.
Ülkemizde sınıf mücadelesi içinde toprağa düşen pek çok devrimci kadının bu anlamda arkadakilere bıraktığı oldukça zengin bir miras vardır. Proleter devrimci kadınlar, Krupskaya’dan, Zetkin’den, Kollontai’den, Çiang Çing’den öğrendiği gibi; Sabahat Karataş’tan, Ayçe İdil Erkmen’den, Hatice Yürekli’den, Sibel Sürücü’den, Lale Çolak’tan ve adını burada sayamayacağımız binlerce devrimci kadının mücadele pratiğinden öğrenmek zorundadır. Proletarya Partisi’nin tarihine baktığımızda ilk kadın şehit Meral Yakar’dan, Ölüm Orucu şehidi Nergiz Gülmez’e ve Halk Ordusu’nun komutanı Ayfer Celep’e, Dilek’e, Mehtap’a, Beşler’e, Çiğdem’e, Gamze’ye, Esrin’e, Hatayi’ye, Gül’e ve Hasret’e kadar onlarca partili kadın militanın mücadeleyi her yerde ve her aşamada omuzladığını görüyoruz.
Ülkemiz gibi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde kurtuluşun Halk Savaşı’yla mümkün olduğunu bilen proleter devrimci kadınlar, dağlarda yerini almış ve bu onurlu mücadelede ölümü kucaklamışlardır. İşte 8 Mart 1999 tam da bunun en somut örneğidir. Gerilla birliği böylesi bir günde, mücadele ve direniş ruhunu dağların doruklarına taşımıştır. Komutan Ayfer’in öncülüğünde toplanmıştı birlik. Kadının köleleştirilmesinin tarihini, özgürleşmenin yolunu anlatıyordu komutan Ayfer. Gerillalar, komutanlarını dinlerken “Ayfer gibi olmalıyız” diyordu. O gün akşam köye inildi. Birliğin komutanı Ayfer Celep, köyde 8 Mart vesilesiyle özellikle köylü kadınlarının sorunları üzerinde duracaklarını söyledi.
Köylülerin yüreğinde taht kuran komutan Ayfer ve yoldaşları Münire Sağdıç, Kemal Tutuş ile birlikte 8 Mart’ta gittikleri bu köyde düşman pususuna düşerek sonuna kadar çatıştılar. 8 Mart’ı ölümleriyle daha da anlamlandıran komutan Ayfer, Münire ve Kemal yaşamlarıyla olduğu gibi ölümleriyle de gerçek kurtuluşun yolunu işaret ediyorlardı giderken… Evet, önümüzde sayısız örnek var ve biz Ayfer’in, Münire’nin cesaretini kuşanarak yürüyoruz ve onlara layık olmanın, kadınların gerçek kurtuluşunu sağlamanın proletaryanın bayrağını daha da yükseklere taşımakla olacağını biliyoruz… Şan olsun 8 Mart’ı yaratanlara ve yaşatanlara!