KDP (Kürdistan Demokrat Partisi), TC ve ABD’nin açık işbirliğiyle PKK’ye karşı Şengal ve Kandil odaklı başlatılan kuşatma ve saldırı planı, 4 Kasım’da Gare Kampı’na girmek isteyen KDP araçlarının PKK tarafından engellenmesi ve TC uçaklarının 8 Kasım’da Şengal’de bir köyü bombalamasıyla ivme kazandı. PKK’ye karşı ortak saldırı planı devredeyken ABD Başkanlık seçimlerini Joe Biden’ın kazanması ise bölgeye ve Kürt sorununa etkileri bakımından çeşitli değerlendirmelere konu oldu. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Ceffrey görevi bırakırken “PKK kadrosunun Suriye’den çıktığını görmek istiyoruz. Bu, Türkiye ile gerginliğin temel nedeni.” dedikten sonra birçok konuda Biden veya Trump yönetiminde bir değişiklik öngörmediğini belirtiyordu. Diğer yandan ABD’nin yeni başkanı olacak Biden’ın Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin politik ve askeri gücünü artırmak için somut adımlar atabileceği de belirtiliyor.
KDP’nin esasta Şengal’e yönelen ancak Kandil Dağı çevresine askeri güç yığmasıyla daha da belirginleşen PKK’ye karşı askeri planının arkasında ABD ve TC’nin olduğu biliniyor. ABD’nin bu temelde Irak, Kürdistan Bölge Yönetimi ve TC ile görüşmeler gerçekleştirdiği; yine TC’nin KDP ile açık ya da -MİT üzerinden- gizli bir biçimde anlaşmalara vardığı dillendiriliyor. PKK’ye karşı askeri saldırı planlarının bir ayağını Şengal diğer ayağını ise Kandil oluşturuyor. Şengal’e yönelik operasyonun hedefinde PKK bahanesiyle Şengal Özerk Yönetimi, YBŞ (Şengal Direniş Birlikleri) ve YJŞ (Şengal Kadın Birlikleri) bulunuyor. PKK cephesinde yapılan açıklamalarda ise Şengal operasyonu ile Gare saldırısının paralel yürütüldüğü; Şengal’e dönük operasyona karşı PKK’nin müdahale olanağının engellenmek istendiği yorumları öne çıktı. Plan kapsamında Şengal’in ardından Kandil üzerine daha yoğun operasyon ve tasfiye saldırıları da masada duruyor.
PKK’YE KARŞI ABD, TC VE KDP İTTİFAKI
Ağustos ayında Mustafa el-Kazımi, Irak Başbakanlığına seçildikten sonra ABD’yi ziyaret etmiş ve bu ziyarette ABD Dışişleri Bakanlığına bağlı Joey Hood; “PKK’nin Şengal’deki varlığı hakkında Irak ve Türiye’nin birlikte çalıştığını görmek istediklerini” ifade etmiş ve “Şengal gibi yerler, aralarında PKK’nin de bulunduğu düzensiz silahlı gruplardan arındırılabilir. Orada, sivil bir irade kurulabilir.” açıklamasında bulunmuştu. Yine 9 Ekim’de Kazımi başkanlığında BM’den temsilciler, KDP heyeti ve bazı Ezidi temsilcilerle Bağdat’ta Şengal toplantısı yapılmış, arka planda ise ABD, Almanya ve Fransa rol üstlenmişti. Bu toplantıda temel konu Şengal’deki PKK varlığına son vermek ve Şengal’e kaymakam atamaktı. Plana göre süreci Irak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Ninova Valisi’nin kurduğu bir komisyon yönetecekti.
Görüldüğü gibi birkaç yıldır hedefte olan, son aylarda ise yoğunlaşan trafikle birlikte somut adımlara dönüşen Şengal saldırısı aslında diğer saldırı planlarıyla birlikte yürüyor. Saldırıların bir ayağını az önce de belirttiğimiz gibi Kandil’e dönük saldırılar ve PKK’nin Irak Kürdistanı’ndaki gücünün zayıflatılması oluşturuyor. Diğer ayağını ise aslında Suriye Kürdistanı’na ve PYD’ye dönük saldırılar oluşturuyor. Ancak PYD’ye yönelik saldırı yöntemleri farklılık arz ediyor. Suriye süreci kendi içinde farklı bir özgünlük taşıyor ve ABD’nin PYD’ye duyduğu ihtiyaç devam ediyor. Bu nedenle PYD’yi ideolojik ve stratejik bakımından PKK’den koparmak asıl hedef olarak kendini gösteriyor.
Irak Kürdistanı’nda PKK’ye dönük saldırıların arka planında bölge gerici devletleri ve emperyalist güçler olmakla birlikte saldırıların bugünkü sivri ucunu KDP temsil ediyor. TC, KDP ile yaptığı anlaşmalar kapsamında Irak Kürdistanı’nda üs bölgelerini her geçen gün genişletir ve askeri operasyonlarını yoğunlaştırırken KDP’nin işbirlikçi politikaları Kürt halkı nezdinde tepki topluyor. Bu şartlar altında PKK’nin varlığı KDP için ciddi bir tehlike arz ediyor çünkü halkın farklı arayışlara girmesi KDP’yi korkutuyor. KDP’nin PKK’ye açık askeri saldırıya yönelmesinin arkasındaki önemli bir etkeni ise ABD, TC ve Irak devletinin KDP üzerindeki yoğunlaşan baskısı oluşturuyor. Hatırlanacağı gibi KDP; Irak, TC ve ABD’nin tehdit ve “uyarılarına” rağmen 2017’de bağımsızlık referandumuna gitmiş, bunun bedelini ağır bir biçimde ödemiş ve direnmeden Kerkük’ten çıkmıştı. Bu dönem aynı zamanda KDP üzerinde Irak, TC ve ABD’nin baskı ve kontrolünün daha hâkim hale geldiği, KDP’de ciddi bir irade kırılması yaşandığı dönemdi. KDP’nin bu devletler karşısındaki “iradesizliği” ve işbirlikçiliği kuşkusuz Kerkük meselesiyle başlamadı ancak söz konusu kırılmanın KDP’nin Kürtler arası bir savaşa yönelmesine yol açacak kadar korkularını ve işbirlikçiliğini derinleştirdiği söylenmelidir.
’92 SAVAŞI VE DEĞİŞMEYEN TARİHSEL GERÇEKLER
KDP, geçmişten beri PKK’ye yönelik saldırılarına bahane olarak ‘Irak Kürdistanı’nı TC’nin askeri saldırılarına açık hale getirmeyi’ ileri sürmektedir. Son açıklamalarında da Şengal’in peşmerge güçlerinin “kahraman operasyonuyla” kurtarıldığını iddia eden KDP, PKK’nin Şengal ve çevresine gelerek parçayı kopardığını ve kanton ilan ettiğini; Haşdi Şabi ile kol kola girerek Ala Rengin yerine kendi bayrağını çektiğini, böylelikle de Şengal’i Türk ordusunun uçaklarına hedef yaptığını öne sürdü. İŞİD’in Şengal’e yönelik saldırısında KDP’nin halkı katliamla yüz yüze bırakarak kaçtığı, PKK’nin ise olası bir katliamın önüne geçtiği bilinmiyor değil. Hatta PKK, bu direnişle KDP’nin onurunu da kurtardıklarını belirtiyor. Fakat tüm gerçeklere rağmen KDP’nin yalanları ve işbirlikçi pratikleri bitmiyor. Bunun tarihteki en önemli örneklerinden birini; PKK’nin ’92 Savaşı olarak adlandırdığı; KDP, KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği), TC ve ABD ittifakı, bölgedeki diğer gerici güçlerin dolaylı desteği ile PKK’ye karşı yürütülen savaş teşkil ediyor.
O dönemki KYB Xakurk komutanı “Dünyanın tüm yardımları Türkiye sınırından geliyor. PKK bizi zor durumda bırakıyor. Bölgeyi terk etmedikleri takdirde zor kullanıp çıkaracağız. Türkiye için değil kendimiz içindir.” diyor hatta KDP ve KYB, PKK’nin Saddam’la iş birliği yaptığını iddia ediyordu. Mesut Barzani radyo ve televizyonlarda “Kürt halkının düşmanı PKK’dir. Onlara defalarca söyledik ama gitmediler. Türkiye en büyük dostumuzdur. Dostlarımıza karşı bizim topraklarımızdan terörist saldırılar yapmaktadırlar.” minvalinde propaganda yürütürken PKK’ye karşı savaşın ABD boyutu yine apaçık ortadaydı. PKK’ye karşı Xakurk saldırısı başladıktan üç gün sonra Kürdistan Parlamentosu federasyon ilan etmiş, federasyon ilanı, o tarihlerde Washington’da bulunan Talabani ve Barzani tarafından dünyaya duyurulmuştu. Federasyon ilanıyla PKK’ye karşı operasyonun aynı tarihlere “tesadüf” etmesi, federasyon karşılığında ABD’nin ve ABD üzerinden Türkiye başta olmak üzere bölgedeki ilhakçı güçlerin, KDP ve KYB’den ne istediğini de ortaya koyuyordu.
Neticede ‘92 Savaşı adı verilen ve esasta PKK ile KDP ve TC güçleri arasında yaşanan çatışmalarda her iki taraf da ağır kayıplar vermiş ve 28 gün sonra PKK ile KDP-KYB arasında anlaşma imzalanmıştı. Anlaşma sonrası da kimi çatışmalar yaşanmış ve özellikle TC anlaşmayı boşa düşürmek için bombardımanlarını sürdürerek Barzani ve Talabani üzerindeki baskılarını yoğunlaştırmıştı. TSK Generali Eşref Bitlis makamına çağırdığı KDP ve KYB’nin Ankara temsilcilerini “Sizlerle bir anlaşma yapmıştık. PKK yok edilecekti. Oysa şimdi siz PKK’yla anlaştınız. Aramızdaki anlaşmayı ihlal ettiniz. Gerekirse 36. paralelin güneyine ineriz.” diye tehdit ediyordu. TC Irak Kürdistanı’nda işgalci varlığını derinleştiriyor, KDP ve KYB’yi Irak ordusuyla baş başa bırakacak şekilde Çekiç Güç şantajı yapıyordu. Neticede ’92 Savaşı PKK’ye karşı askeri amaçlarına ulaşamadan sonuçlanmış; KDP ve KYB, PKK’yle savaşmakla Kürt halkı nezdinde olumsuz tepkilerle karşılaşmış ve ipleri TC’nin eline daha fazla kaptırmıştı. Gelişmelerin bu yönde olmasında, PKK’nin o yıllarda savaşa ve ulusal bağımsızlığa odaklı devrimci çizgisinin rolü belirleyiciydi ve daha saldırılar başlamadan bu durum A. Öcalan tarafından şu şekilde ifade ediliyordu: “Güney’e yönelik planımız ve geliştirilecek saldırılar, tümüyle işbirlikçilere karşı bağımsızlık cephesinin savaşı temelinde ele alınmalıdır. (…) Bir iç savaş durumuna dönüştürülmelidir.”
ULUSAL BİRLİKTEN BİRAKUJÎYE…
Uzun zamandır ülkemizdeki Kürt Ulusal Hareketi’nin Kürtlerin ulusal birliği temelinde yoğun çabalar harcadığı, özellikle Irak Kürdistanı’nda bu temelde bir siyaset geliştirdiği biliniyor. Ne var ki daha dişe dokunur, somut bir sonuç ortaya çıkmadan KDP ve PKK’nin çatışma olasılığı, bir anlamda da Kürtler arası bir savaş gerçeği ortaya çıktı. Tarihten bu yana Kürtlerde birakujînin dayandığı tarihsel gerçekler aşiretçilik, farklı devletlere bağlı olma, uluslaşma ve devletleşme sorunları olarak yaşam buldu. Hiçbirini tümden reddetmeksizin, çağımızda tüm bu engelleri yaşatan ve besleyen temel aktörlerin, emperyalizm ve onun kurduğu düzen içerisinde bölgedeki faşist, gerici devletler olduğu belirtilmelidir. Kürtlerin yaşadığı coğrafyayla ilgili olarak söz konusu statüko gerçeğinin tartışılması ve Kürtlerin temel gündeminin statü meselesi olması bu gerçeğin diğer bir ifadesidir. Dört parçaya bölerek Kürdistan’ı ilhak eden bölgenin gerici, faşist devletleri ve onların efendileri emperyalist devletler, yüz yıldır kurulu bulunan bu statükonun değişmesinden yana değillerdir. Zaman zaman kimi emperyalist devletler ve bölge devletleri arasında farklı yaklaşımlar ortaya çıksa da bu hiçbir zaman Kürtleri esas alan bir siyasi tutuma dönüşmemiş tam tersine oyalama, engelleme, birbirine kırdırma, çatışma ve kaostan yararlanma biçimlerinde cereyan etmiştir. Kısacası emperyalist güçler hiçbir zaman Kürt ulusal sorununun çözümünden yana olmamış, çıkarlarını esas olarak bölgedeki gerici, faşist devletler üzerine kurmuşlardır. Farklı ülke sınırları hatta kimi zaman aynı ülke sınırları içerisindeki Kürt ulusal hareketleri de ortak bir ulusal siyaset etrafında birleşememiş, çoğu zaman birbirleriyle savaşa yönelmiş ya da çatışmaya çekilmişlerdir.
Tarihsel deneyimler de göstermektedir ki emperyalizme ve onunla ilintili olarak bölgedeki gerici, faşist devletlere karşı ulusal devrimci bir çizgiden beslenmediği müddetçe farklı parçalardaki Kürtlerin ortak bir ulusal siyasette birleşmeleri olanaklı değildir. Bugün Kürt Ulusal Hareketi dahi ulusal reformist çizgisiyle, çoğu kez hedefi olduğu emperyalist “reel politik” karşısında net bir tutum takınamamaktadır. Bu koşullarda KDP ve KYB gibi emperyalizmin açık işbirlikçisi güçlerle ulusal bir birlikte buluşmak ise hiç mümkün gözükmemektedir. Emperyalist devletler her bir parçadaki Kürt ulusal hareketlerine farklı politikalarla yaklaşarak onlar arasındaki çıkar farklılıklarını ve çelişkileri sürekli olarak diri tutmaktadır. Bölgenin gerici, faşist devletleri (Türkiye, İran, Irak, Suriye) ise Kürtlerin devletleşememesi mümkünse hiçbir ulusal hak ve statü elde etmemesi için ortak bir siyaset izlemektedir. Bu siyaset ise kendi devlet sınırları içerisindeki Kürtleri tasfiye politikasını esas almaktadır. “Kendi” Kürtlerine karşı izlenen faşist siyaset, gerektiğinde diğer parçalardaki Kürtlere el uzatma, satın alma, taviz verme veya onları teslim alma gibi biçimlere bürünebilmekte, Kürtler arasındaki çıkar farklılığı ve politik çelişkiler aktif bir biçimde kullanılmaktadır. Her bir parçanın, bağlı bulunduğu devlet sınırları içerisindeki özgünlükleri; belirlenen esas düşmanın ve aynı zamanda dost-ittifak güçlerinin farklılığı Kürt ulusal hareketlerinin siyasi farklılıklarının ve çatışmalarının da nesnel zeminini teşkil etmektedir. Doğal olarak örneğin ülkemizde Kürt Ulusal Hareketi’nin kararlı dostları, aynı devlet sınırları içerisindeki farklı uluslardan emekçiler, ezilen toplumsal kesimler, devrimci-demokratik güçler olurken diğer parçalardaki Kürt hareketleri kararsız dostlar hatta kimi zaman düşmanlar olabilmektedir. Ya da KDP gibi Kürt halkının üzerindeki sömürü ve baskıdan beslenen işbirlikçi güçler, kendi dost-ittifak güçlerini emperyalistler ve bölgedeki gerici güçler olarak belirleyebilmekte, fırsatını bulduğunda ‘birakujî’ye yönelebilmektedirler.
BARZANİLEŞMEK YA DA BERİTANLAŞMAK…
KDP, sadece bugün değil uzun bir tarih boyunca kendini emperyalizmin ve bölge gerici devletlerinin işbirlikçisi olarak konumlandırmış ve çokça örneği olduğu gibi gerektiğinde diğer Kürt hareketlerine savaş açmaktan geri durmamış bir harekettir. KDP’nin Kürt halkı karşısındaki sınıfsal ve siyasal konumlanışı onun bu işbirlikçiliğinin de özünü teşkil etmektedir. Barzani ailesi ve onla özdeşleşmiş olan KDP, Irak Kürdistanı’nda hâkim sınıfların en öndeki temsilcisi ve ABD emperyalizminin işbirlikçisi konumundadır. Kuşkusuz KDP bu konumda tek başına değildir. Ancak Irak Kürdistanı’nda ve aynı zamanda Suriye Kürdistanı’nda emperyalistler ve gerici devletlerle iş birliği içerisinde üstlendiği roller Barzani ailesini ve KDP’yi özel bir konuma getirmektedir. Bu özel konum emperyalist güçlerin ulusal hareketlere dayattığı siyasal rolde ifade bulmakta ve ‘Barzanileşmek’, emperyalizmle açık işbirlikçiliğin ve ezilen Kürt ulusuna ihanetin de adı olmaktadır.
Bugün farklı dozaj ve biçimlerde tüm Kürt hareketlerine dayatılan şey Barzanileşmek ya da kuşatma ve saldırılarla tasfiye edilmektir. PKK’ye ve farklı yöntemlerle YPG’ye dayatılan budur. Ancak başka bir seçenek daha vardır. Bu seçenek ise ’92 Savaşı’nda devrimci savaşın sembolü olarak tarihe geçen Beritan’ın direniş çizgisidir.
Emperyalizmin birebir kendi güçleri ve yarı sömürgeleri üzerinden at koşturduğu Kürdistan ve Ortadoğu gerçekliği, emperyalizmi, özellikle ABD emperyalizmini nesnel bir veri olarak kabul etmekte ve kabullenmektedir. Bunun sonucu olarak ABD’nin veya başka bir emperyalist devletin onayı, desteği ya da göz yumması söz konusu olmadan başarılı olunamayacağı genel kabul durumundadır. Bu ‘genel kabul’, Rojava ve Başur Kürdistan’da olduğu gibi farklı parçalarda aynı zamanda iki farklı tutumu ortaya çıkarabilmektedir. PKK, Şengal ve KDP saldırılarında her şeyin arkasında ABD’nin olduğunu ifade ederken SDG Genel Komutanı Mazlum Ebdi, ABD’de Başkanlık seçimlerini kazanan Biden’ı tebrik ediyor ve “ABD ile yakın işbirliğini sürdürmeyi dört gözle bekliyoruz.” diyebiliyor. Bu durum ister istemez PKK’ye yönelen tasfiye saldırısı karşısında SDG’nin nasıl bir pratik tutum sergileyeceğini de sorgulatıyor.
Emperyalizm ve proleter devrimler çağında ezilen ulus hareketlerinin karakterini; devrimci veya reformist niteliğini belirleyen temel öğe emperyalizm karşısındaki tutumu ve onunla bağlantılı olarak proleter harekete yaklaşımıdır. Bugün neredeyse tüm ulusal hareketlerin emperyalizmle doğrudan, dolaylı ya da kısmen iş birliğine yönelmeleri; -geriye dönüşleri ve sosyalist devletlerin yokluğunu da içine alır bir biçimde- dünya proleter hareketinin zayıflığıyla ilgilidir. Ulusal hareketlerin dünyadaki güç dengelerine meyletmesi aynı zamanda ona karakterini veren sınıfsal özün de bir ifadesidir. Bu özellikler ezilen ulus hareketlerini ve onların politik yönelimlerini analiz etmede temel verilerdir. Diğer yandan ulusal sorun ve ezilen ulus hareketleri karşısında belirlenecek tutum, nesnel durumun tespiti ile yetinemez. Bu nesnel durumu değiştirmek için devrimci çizgiyi, devrimci savaşı, halk savaşını esas almak zorundadır. Devrimci savaş ve direniş zorunluluğu bugün Kürt Ulusal Hareketi için de kaçınılmaz bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.
*Saman yığını altında gizli kalmış ateş. Soranca’da kin veya ihanet anlamına gelen bir deyimdir.
[Heta wek agirî bin kan le gel yek / Eger tofan bé leşkir tan, bi pûşek (Birbirinize saman yığını altında gizli kalan ateş gibi kinli olduğunuz sürece / Ordularınız fırtına da olsa kâğıttan bir kaplan olarak kalır.)]
Brakujî: Kardeş katilliği, ihanet…
Akt. Faysal Dağlı, Birakujî-Kürtlerin İç Savaşı, Belge Yayınları
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 12 Kasım 2020 tarihli 74. sayısından alınmıştır.