Salvador Allende: “Yaşamım pahasına da olsa direneceğim”

1917 Ekim Devrimi ve 1949’da gerçekleşen Çin Devrimi ezilen halklara umut ve coşku aşılamış, dünyanın pek çok yerinde gerek sınıf savaşımı yürüten halklara gerekse ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten uluslara büyük bir moral/motivasyon sağlamış, geniş halk yığınlarının sosyalizme desteğini ve sempatisini sağlamıştı. Başını

ABD’nin çektiği emperyalist ülkeler ise; sömürgelerini kaybetmemek, bölgesel çıkarlarının sürekliliğini sağlamak için hem sınıf hareketlerini hem de ulusal kurtuluş hareketlerini bastırabilmek için her türlü yol/yöntem ve araca başvurmuşlardır. Kimi zaman kendine bağımlı bir kukla yönetimi destekleyen ABD emperyalizmi böylelikle o ülkeyi “demokratik sayarken”, kimi zaman da çıkarlarının zarar göreceğini anladığında yerli uşaklarını harekete geçirerek askeri darbelerle “demokrasiyi” sağlama gereği duymuştur! 

Latin Amerika’yı arka bahçesi olarak gören ABD, bu kıtada kontr-gerilla örgütleri oluşturarak, halka karşı giriştiği katliamlarla ezilen halkın mücadelesini bastırmaya, korku iklimi oluşturarak sisteme karşı çıkmanın önünde tıkaç vazifesi görmeye çalışmıştır. 

ABD’nin entrikalarının sergilendiği onlarca ülkeden biri de fiili’dir. 1970’te halkçı lider Salvador Allende, ABD’nin kazanmasını engellemek için çevirdiği onca oyuna rağmen başkan seçilir. CIA direktörü Richard Holmes’in yıllar sonra yaptığı açıklamaya göre, öncelikle muhalefete para yardımı yapılmış ve medya satın alınmıştır. Faşist bir örgüt olan “Patria Y Libertad” (Vatan ve Özgürlük) elemanları eğitilerek sokak gösterileri ve grevler örgütlenmiştir. 

Salvador Allende Gossens, 1970 sonbaharında Latin Amerika’da seçimle yönetime gelen halkçı ilk başkan olma özelliğine sahiptir. 1961’de Che Guevara “Gerilla Savaşı” adlı kitabını Allende’ye armağan ederken, “Aynı sonucu başka yollarla gerçekleştirmeye çalışan Allende’ye” diye yazmıştı. Bu yollar, toplumsal dönüşümlerin geleneksel demokrasi kuralları içerisinde gerçekleştirilmesiydi. Yani Allende, devrimi işçi ve köylüleri, ezilen yığınları komünist partisi altında örgütleyip halk savaşı vererek ya da toplu ayaklanma yoluyla değil, seçimlerle işbaşına gelerek yapacağını düşünüyordu. Yine de, devrimi başka yollardan sağlamaya çalışanlarla dayanışmasını her zaman sürdürdü. Senato başkanı olduğu sıralar Che’nin ölümüyle biten olaylardan sonra Şili’ye sığınan Bolivyalı devrimcileri, sınıra kadar gidip bizzat karşılamıştı. Allende’nin yaşamına baktığımızda katıksız ve net bir şekilde şunu görebiliriz: savunduğu görüşlerinde tutarlıdır her ne kadar düşünceleri devrimin gerçekleşmesi için imkansız olsa da! Yaşamı boyunca kendi ilkelerine sadık kalmış, dürüst ve onurlu bir profil çizmiştir. Ancak sınıf mücadelesi keskindir ve “iyi niyet” bir sınıfın diğer sınıfı alt etmesinin yani devrim için yeterli değildir. Marx, “Paris Komünü işçi sınıfının hazır bir devlet makinesini ele geçirip onu kendi hesabına kullanmakla yetinemeyeceğini tanıtlamıştır” derken kuşkusuz ki haklıdır ve fiili’de yaşananlar da bunu bir kez daha tanıtlamıştır. Allende’nin şiddet karşıtlığı, devrimci şiddete de karşı olduğu için ne yazık ki ancak ölümüyle direnerek silahıyla şehit düşmüştür. Şili’de “zengin ve fakir arasında hiçbir farkın olmadığı bir ülke yaratmak”, “çocukların hayatlarına eşit şartlarda başlayacakları bir ülke yaratmak” gibi amaçları savunurken, Allende’nin en çok güvendiği silah “inanç”tır. Ama emperyalizme ve onun yerli uşaklarının saldırılarına karşı savaşmak için öncelikle halkı örgütleyecek bir komünist parti ve silahlı örgütlenme gereklidir. 4 Eylül’de Santiago’da 800 bin kişi Allende lehinde büyük gösteriler yapmıştı, ama kitle silahsızdı. Üstelik kitlenin silahlandırılmaması bir ihmal, bir tedbirsizlik değil, tersine Allende’nin yaşamı pahasına savunduğu ilkelerinin bir gereğiydi! Allende, silahlı mücadeleyi yadsıyıp barışçı yöntemleri savunmayı hem hayatı pahasına, hem de halkı askeri cuntaya karşı silahsız bırakarak savunmasız hale getirterek ödemiştir. Kuşkusuz fiili halkı için oldukça acı bir deneyim olmuştur bu, binlerce evladını bırakmıştır çünkü cuntanın kurşunlarına… Aslında Salvador Allende daha önce bir darbeyle saf dışı bırakılmak istenmiş ama bunu kabul etmeyen General Rene Sehneider CIA denetimindeki bir grup tarafından öldürülmüştür. %36 oy alarak yönetime gelen Allende’nin devrilmesi için ABD Başkanı Nixon hiçbir girişimden kaçınılmaması talimatını vermiştir. 

Allende’nin partisi “Unitad Popular” içeride çok homojen olmadığı gibi, net bir program da oluşturamamamıştır. Yine de ilk yıl ücretler diğer fiyatlardan daha hızlı artmış ve üretimin artmasıyla geniş kitlelere görece bir rahatlık sağlanabilmiştir. 

İkinci yıl ekonomik sıkıntıların artmasıyla birlikte ABD’nin de parmağı devreye girmiştir. Yangınlar ve bombalamalar birbirini izliyordu. Bankaların % 90’ı, büyük işletmelerin % 70’i millileştirilmiştir. İstikrarı sağlamak için uğraşan Allende 1972 ve 73’te bazı generallere bakanlık vererek onları hükümete aldı, ancak bu durum hiçbir işe yarayamazdı/yaramadı da. Ancak karar çoktan verilmişti, dünyanın en önemli bakır madenlerinin millileştirilmesinden “zarar” gören ABD menşeili çokuluslu maden şirketleri Kennecott ve Anaconda, muhalefete para akıtan ITT ve diğer ABD şirketlerine katılarak darbeyi desteklemişlerdi. 

ABD’nin yanı sıra Dünya Bankası ve Inter-Amerikan Bank gibi uluslararası ekonomi kuruluşlarının ablukası altına alınan Allende yönetimi hükümet olarak tek kuruş kaynak alamazken, Şili ordusu 1972’de 10,9 milyon dolar almaktaydı çeşitli kuruluşlardan. Tabi bu sadece görünen kısımdı… 

Ülkedeki devrimci örgüt MIR faşistlerle sokak çatışmalarını yükseltirken, hükümete kitlelere silah dağıtmayacak kadar utangaç davranarak faşizme karşı mücadeleyi baltaladığı eleştirisini getiriyordu. Gerçekten de darbe hazırlıkları yapılırken Allende halkı faşistlere karşı silahlandırmak, silahlı güç oluşturmak çabasına girişmemişti, bu da ileride onun elini kolunu bağlayacaktı. Nitekim MIR gibi devrimci örgütlerin ellerindeki silahları toplamak için genel arama operasyonlarını başlatan ordu, kendisine karşı koyabilecekleri tasfiye etme işini hızlandırmıştı. 

11 Eylül 1973 sabahı beklenen darbe gerçekleşti. Darbeyi kabul etmediği için 22 Ağustos günü ayrılan General Prats’ın yerine Augusto Ramon Pinochet Ugarte başkanlığındaki cunta, başkanlık sarayını kuşattı. Askeri cunta Allende’ye görevinden çekilmesi için 24 saat süre tanıdı. Eşi ve çocuklarıyla ülkeyi terk etmesine izin verilecekti. Ancak Allende buna şu yanıtı verdi: “İstifa etmeyeceğim. Yaşamım pahasına bile olsa direneceğim.” Allende’nin 8:30’da radyodan halka çağrı yapmasını engelleyemediler. Bu ilk seslenişte Allende, işçileri ve öğrencileri direnişe çağırıyordu. 10:15’teki ikinci seslenişte, aynı dakikalarda askerler verici antenin yerini tespite çalışıyorlardı… 

Sonunda uçaklar başkanlık sarayını bombaladılar. Daha sonra başkandan haber alınamadı. Allende dediğini yaptı: inandığı yolda yaşamını yitirdi. Bu saatlerde Allende’nin elinde otomatik tüfekle çekilen son fotoğrafı, onun cuntacılara karşı direnerek öldüğünü gösteriyor. Allende’yle birlikte 3 bin 100 kişi daha aynı akıbeti paylaştı. Bir kısmı Santiago Stadyumuna toplanıp orada öldürülenlerdi. Ayrıca 130 bin kişi tutuklanarak işkence gördü. 

Pinochet’in dokunulmazlığı kaldırıldı ve göstermelik olarak yargılandı. Ancak ceza alsa da almasa da Şili halkı için o zalim bir diktatör ve sonsuza dek bir faşist olarak kalacak.