[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Birliğin zemini hakkında yaptığımız değerlendirmelere dair arkadaşlarımız “Maoizmi savunmakla birlikte Kaypakkaya yoldaşın genel siyasi çizgisinde hiçbir değişikliğe gitmemişken” de kendileriyle birlik siyaseti izlenmediğini, dolayısıyla meselenin bu olamayacağını belirtiyor. Bu zemin kavrayışının ciddi bir probleme işaret ettiğini vurgulamıştık. Devam edelim:
PARÇADAN BÜTÜNE, BÜTÜNDEN PARÇAYA BİR YOL VARDIR
Birliğin zemini, daha önce de açıkladığımız gibi “sınıf bakış açısından ileri gelen gelişmiş bir ideolojik tutum”, “doğru bir genel siyasi çizgi” ve “iki çizgi mücadelesi ile sürekli tamamlanan, eksilen ve gene tamamlanan bir örgütsel birlik” zeminidir. MLM, İbrahim Kaypakkaya tarafından teorik-politik içeriği oluşturulmuş genel siyasi çizgi ve bunların meydana getirdiği zeminde gerçekleşmekte olan iki çizgi mücadelesi komünistlerin birliğinin temelidir. Arkadaşlarımız, lafzı yeterli gördüklerinden ya da yüzeysel bir kavrayışa sahip olduklarından olabilir iki çizgi mücadelesi ile sürekli tamamlanan örgütsel birlik maddesini ihmal etmişler. Oysa bu “örgütsel birlik” anlayışı olmadıkça MLM ve Doğru Genel Siyasi Çizgi (DGSÇ) için somut bir zemin yok demektir. Lenin’in RSDİP için yaptığı çalışmaların mihenk taşı tam da bu örgütsel birlik değil midir? Önce Bund ile ardından Menşeviklerle yapılan tartışmada işin özü sıkı disiplinli, demokratik merkeziyetçi örgütlenme hakkındaki görüş ayrılıkları değil miydi? Hatırlansın Lenin üyelik kıstasları konusunda Menşeviklerin “gönüllülük” ile sınırlı üyelik anlayışına “bir komitede aktif olarak çalışmak” anlayışıyla karşı koyduğunda çoğunluk sağlayamaz ve tüzük bu konuda Martov’un savunduğu gibi düzenlenir. Bu, birlik zemininde gerçekleşen iki çizgi mücadelesinde Leninist anlayışın o kongre için yenilmesidir. Kongre devam etmiştir. Lenin’in çizgisi Merkezi Organın seçiminde çoğunluk haline geldiğinde Menşevikler bu organda yer almayacaklarını, dolayısıyla yeniden ve kendileri tarafından belirlenecek bir Merkezi Organ oluşturulmasını savunarak birlik zeminini reddederler. Lenin bu anlayışla sonuna kadar, uzlaşmadan mücadele eder. Plehanov gibi “Marksizmin Rusya’daki babası” kabul edilen bir liderden ayrılmak pahasına birliğe yapılmak istenen darbeyi kabul etmeyen Lenin, kendi yolunda Bolşevikler olarak yalnız yürüyecek olmakta hiçbir tereddüt göstermez.
Bu süreç RSDİP için Leninist Parti anlayışında gelişmenin, belli bir nitelik edinmenin dönemeçlerinden biridir. Bilindiği üzere bu süreç 1911-12’de tamamlanacaktır.
Arkadaşlarımız bu dönemeçteki derin tartışmayı “birlik içinde çözümlenebilir” bir sorun olarak değerlendirirler mi bilmiyoruz. Bu özel konuyu tartışmadık. Bununla birlikte yaptığımız tartışmada darbeciliği birlik zemininde gerçekleşebilir, çözümlenebilir bir sorun olarak gördüklerini söyleyerek bu konuda Lenin’in anlayışına sahip olmadıklarını göstermiş oldular. İdeoloji ve DGSÇ’nin ancak iki çizgi mücadelesinin somut sahnesi olan örgüt zemininde gerçekleşebilir yöntemler, teoriler, politikalar, ilkeler olduğunu bu arkadaşlarımız anlamamışlardır. Bu bizim için yadırgatıcı değildir. Darbeye, darbeciliğe tavırlarının kökeninde bu kavrayışsızlık vardır. Sıkı bir disiplinle, demokratik merkeziyetçilikle örgütlenmiş bir partinin MLM ve DGSÇ için bir zorunluluk olduğunu ihmal eden birinin Leninist anlayışta olduğu söylenemez.
Arkadaşlar bizi yer yer “mutlakçılıkla” itham ediyorlar. Her defasında da baltayı taşa vuruyorlar. Bu noktada şunu ifade edelim de balta bir kere işe yarasın. Bu mutlak bir kuraldır! Burada bize mutlakçı diyebilirsiniz. Leninist bir parti anlayışınız yoksa MLM ile, DGSÇ ile bir yere varma olasılığınız olamaz; çünkü MLM ve DGSÇ Leninist parti anlayışının kaynağıdır. Bunlar, aralarındaki bağlar olmaksızın, bir bütünü meydana getirmek üzere gelişmediklerinde var olamazlar. Birini ihmal etmek bütünü yok etmektir.
Bu nedenle biz dağıtıcı ve bozguncu pratiklerin, devamla sınıf bakış açısından uzaklığın, halkın çıkarlarına ve taleplerine vakıf olamamanın komünistlerin birliğine de, dolayısıyla halkın birliğine zarar verdiğini ifade ediyorduk muhatabı olmadığınız o yazıda.
İdeoloji, politika, teori arasında aşılmaz duvarlar yoktur. Aksine birbirlerini besleyen alanlardan söz ediyoruz. Politikasız ideoloji de ideolojisiz politika da yoktur ve teori olmadan ideolojik mücadele vermek de olanaksızdır.
Darbecilikle hesaplaşmak bu nedenle belirleyici derecede önemlidir. Ancak bu sayede ideolojinin, politikanın, teorinin gereği yerine getirilmiş olacaktır. MLM ve DGSÇ savunusu tam da darbe niteliğindeki çıkışlara, anlayışlara karşı tavırdadır. Bu ne kadar doğruysa MLM ve DGSÇ’nin dağıtılmasının da darbeciliğin işi olduğu o kadar doğrudur. Bu ilişkiyi Lenin daha işin başında açıklamıştır. Kuşkusuz bunu Marks ve Engels’in güçlü, yetkin bir öğrencisi olarak yaptı. Zira onlar devrimin işçi sınıfının kendi eseri olacağını tartışmasız netlikte söyleyen ilk komünistlerdi. “Biz baştan beri işçi sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olmalıdır’ görüşünde olduğumuzdan…”, “biz daha o zamandan, büyük bir kesinlikle, işçi sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olmalıdır görüşünü benimsediğimizden…” (Engels, Komünist Manifesto’ya önsözlerden)
Engels’in gerçek işçi sınıfı hareketine dayanan komünist hareketi öncesi sosyalist sekterlik diye tanımladığı darbecilikle aynı öze sahip hareketlerden nitel düzeyde ayırt etmesi de bu bakımdan dikkate değerdir:
“Enternasyonal, sosyalist ya da yarı sosyalist sekterlerin yerine işçi sınıfının gerçek militan örgütlenmesini koymak için kurulmuştur. İlk tüzüğe ve kuruluş bildirgesine bir göz atmak bunu görmeye yeter. Öte yandan tarihin izlediği yol sekterliği ezip geçmiş olmasaydı Enternasyonal, davasında dirençli olmazdı. Sosyalist sekterliğin ve gerçek işçi sınıfı hareketinin gelişimi, her zaman birbiriyle ters orantılı olmuştur. İşçi sınıfı bağımsız tarihsel bir hareket için yeter olgunluğa erişmedikçe sekterler tarihsel olarak haklıydı. İşçi sınıfı bu olgunluğa erişir erişmez bütün sekterler özünde gerici bir konuma girmişlerdir.” (Engels, Seçme Yazışmalar, sf. 54)
Evet, darbeciliğe karşı duruşumuzun en temelindeki şey “işçi sınıfının kurtuluşunun onun kendi eseri” olacağı tezidir. Leninist parti anlayışının sıkı disiplinli ve demokratik merkeziyetçi niteliğinin kökeninde bu tez vardır. Biz tarihin birçok döneminde bu tezle sınanan bir örgütsel anlayışın savunucusuyuz.
İSTİSNA İLE KAİDE BELİRLENMEZ
Bu teze bağlı kalarak bir örgüt inşa etmek için hareket edildiğinde Leninist parti anlayışına ulaşılır. Eğer bu tezi Halk Savaşında, Maoizm’de somutlaştırıyorsak ve GSÇ dediğimiz çizgi halkın birliğini sağlamak üzere doğru bir çizgiyse, halkın devrim yapma hakkını onunla buluşturan örgüt de biricik olmalıdır! Devrimi halkın eseri kabul eden biricik tavır burada en kalabalık birliğin temeline işaret eder.
Devrimlere önderlik etmiş önderler olarak Lenin, Stalin ve Mao bize doğrunun bir ve bu birin de bütün olduğunu öğretirler. Doğrunun tekliği yukarıda değindiğimiz bütünlüğün getirdiği bir sonuçtur. Doğrunun gerçekliğin tam olarak kavranması değil; ama yaklaşık kavranması olabileceğini ve gerçekliğin de bir olduğunu ve bunun kavranmasının çok yönlü, bütünlüklü incelemeye dayandığını “mutlak” bir doğru olarak benimsiyoruz. Arkadaşların yazdıklarında bu anlayışın çoğunlukla belirsizleştirildiğini ve temelde reddedildiğini görüyoruz. Bize “mutlakçılığın” yanlış olduğunu açıklamaya yöneliyorlar ve hiç olmazsa “istisnalar” vardır, diyorlar mesela! İstisnalar elbette vardır. Ne var ki istisnalar gerçekliğin tekliğine karşıt durumlar değildir. İstisnaların kavranmaları sorunundan söz edilebilir sadece; ama bu durumlarda da “kaide bozulmaz” denmiştir.
İstisnaları reddeden bir anlayışta olmadık. Buna rağmen istisnalara göre değil genele göre fikir oluşturma anlayışında olduk. Neye istisna deneceği incelemekle olanaklıdır ve asla “iddialarla” yetinilemez. DABK çıkışı bir ölçüde istisna olasılığı içeren bir olaydır örneğin. Bunun genel özelliğine geçen yazıda değinmiştik. Bu olayın istisna olasılığı gerçeklik içinde kayboldu ve bu çıkış darbeci karakterinin onu götürdüğü yere vardı… Şimdi arkadaşlarımız “kendilerinin de komünist olma olasılığını” düşünmek gerektiği konusunda bizi uyarıyorlar. Biz de onlara her zaman olduğu gibi darbeciliği kavrama olasılığını sunuyoruz. Buradan başlamak gerektiğini, “işçi sınıfının kurtuluşu onun kendi eseri olacaktır” tezini takip eden bir parti anlayışı öğrenilebilir, kavranabilir ve her türden hatadan, dolayısıyla darbecilikten de arınmanın mümkün olduğunu söylüyoruz. Durduğumuz yer böyle bir yerdir ve bunu savunmakla, aynı zamanda ileri sürmekle yükümlü olduğumuzu düşünüyoruz. Bunun bir “kibir” duygusu verdiğinin farkındayız. Böylesi anlarda gerçeklik karşısındaki öğrenciliğimizi hatırlamalıyız. Düşüncemizin kaynağının durduğumuz yer olduğuna bu nedenle dikkat çekiyoruz.
İstisna olasılığının DABK çıkışının gelişimi içinde kaybolduğunu, darbeciliğin bu çıkışın devamında tamamlandığını söylüyoruz. Değerlendirmelerimizin ve durduğumuz yerlerin “apayrı” olmasının temeli bu süreçtir. Sürecin bu niteliğinin kavranması için ‘94 darbesinin yaşanması bizim için acı bir deneyimdir. Buna rağmen bildiğimiz şey her zaman şu olmuştur: Leninist parti anlayışı doğru genel siyasi çizgi temelinde sıkı disiplinli olmayı ve demokratik merkeziyetçiliği şart koşar. Partide darbeciliğe, nihayetinde halkın devrimci iradesine karşıt bir çizgiye izin verilmez. Bu türden bir çizgiye karşı mücadele iki çizgi mücadelesinin zorunlu gereğidir. Darbeciliğe karşı tavrın temeli bunlardır. Bunlarsız bir komünist parti zemini oluşturmak, düşünmek, tartışmak aklı başında olmamak değilse eğer bilindik oportünizmin ta kendisidir.
İstisnaları gözeterek değil de genel durumu dikkate alarak tartışmaya devam edelim. Darbeciliği mahkûm etmenin onunla olan bağı koparmak ve “zemini” ondan arındırmak olduğunu savunuyoruz. Komünist parti zemininde darbecilik sıkı disiplini ve demokratik merkeziyetçiliği ortadan kaldıran, genel siyasi çizgiyi kendi çizgisine kurban eden bir anlayışa sahiptir. Fırsatçı olduğu kadar halkın birliği amacına da karşıdır.
İdeolojinin, teorinin ve örgütsel ilkelerin bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gereken darbecilik salt örgütsel bir veya birçok kuralın çiğnenmesine indirgenirse onun mahkûm edildiğinden söz edilemez. Kural çiğnendiğinde bunu düzeltmek kuralın çiğnenmesiyle oluşan sonuçla ilişkiyi kesmektir ya da sonucu düzeltmektir. Sonucu sindirmekten söz etmek disiplin ihlalini kural düzlemine getirmek, dolayısıyla meşrulaştırmak istemek anlamına gelir. Bu durumlarda gündeme gelen özeleştiri mekanizmasının işlevlerinden biri sonucun etkilerini açıklığa kavuşturmak, böylece hatayı kavramaktır. Darbecilikte ise söz konusu olan disiplinsizlik değil sıkı disiplinin ve demokratik merkeziyetçiliğin ortadan kaldırılmasıdır. Genel siyasi çizginin belirlediği İradenin başka bir irade tarafından ele geçirilmesidir. Örgüt zemininde bunu tartışma konusu yapmaktan söz etmek ya da arkadaşların söylemiyle tartışarak halletmek seçeneğini dile getirmek örgüt zeminini bile bile kaybetmek ve birlikte aramak savunusudur! Oysa örgüt zeminini kaybetmemek, korumak bir komünist için seçenek değil görevdir…
SAF TUTMADA ÖNDERLİK
Darbeciliğin daha başlangıçta ve açıktan mahkûm edilemediğine dikkat çekildiğini hatırlatmıştık. “Hizipçi” bir görünümle hareket edilmesinin darbeciliğin yeterince kavranamaması ve aynı zamanda komünist partisi zemininin korunması ve geliştirilmesi görevinin de yerine getirilmemesinden kaynaklanan bir zaaf olduğunu vurguladığımız hatırlansın. Bu konuda şunu da eklemeliyiz: Darbeciliğin safında yer alan önemli bir kesimin bu safta yer almasında söz konusu mücadelenin bu önemli zaafla sergilenmesinin payı büyük olmalıdır. Bunun bir önderlik yetersizliği olduğuna dikkat çekilmesi bu bakımdan da dikkate değerdir. Her mücadelede olduğu gibi iki çizgi mücadelesinde de amaçlar belirgin olduğunda saflar daha net ayrışır. Başlangıçtaki “gizlilik” saflaşmayı olumsuz etkilemiş olmalıdır. Bu yorumun benzerini DABK çıkışına karşı mücadelede de yapmak olanaklıdır. DABK darbeciliğinin sağ tasfiyeci çizgi karşıtlığından evrilmesi mücadelenin keskin ve açık olması gereğini zayıflatmıştı. Bu salt bir objektif durum değerlendirmesi olarak anlaşılmamalıdır. Mesele esasen komünist partisi zemininde darbeciliğin gereğince kavranamamasıdır. Lenin’in “Bir Adım İleri İki Adım Geri” broşüründe detaylarıyla anlattığı keskin ve açık mücadele bu yorumun dayandığı örnek olarak değerlendirilebilir.
Darbecilik safında yer alan önemli bir kesim DABK çıkışından önce oluşan ve ondan sonra da devam eden önderlik bunalımının ve dolayısıyla dağınıklığın sonucunu da yaşadılar. ‘94 darbesinde de benzer bulanıklığın sürdüğünü bu tartışmada ve deneyimde vurgulamak yerinde olacaktır. Elbette bu, sonuçta kabul edilen darbecilikle bağın ideolojik olduğunu ortadan kaldırmaz. Darbecilik, o safta yer alanların ideolojik bir sorunudur. Hele ki adı konduktan sonra bile safların “aynen” korunması söz konusudur ki bir tartışmaya değmez bir iflah olmazlık halinde mümkündür.
Arkadaşlarımızın ‘94 darbesi sonrası için “… bu dönem Maoizm’i savunmakla birlikte, Kaypakkaya yoldaşın genel siyasi çizgisinde hiçbir değişikliğe gitmemiştik.” dediklerinde bunun bir gerçeklik olduğuna tam inandıklarından bizim de öyle algıladığımızı varsayıyorlar. Biz bunu bir gerçeklik olarak değil bir iddia olarak algılıyoruz. Bu bir iddiadır. Evet, Maoizmi savundunuz ve doğru genel siyasi çizgiyi değiştirmemiştiniz. Ne var ki herkes savunduğu gibi olmaz. Bir şeyim dediğinde o şey olmazsın. O şeyin gerekleri vardır. Tartışma konumuz olduğundan ve elbette belirleyici özelliğinden de ötürü belirtiyoruz ki darbeci anlayıştasınız ve darbecilik zemininde Maoizmi savundunuz, doğru genel siyasi çizgiyi henüz değiştirmemiştiniz! Cümle böyle kurulduğunda iddianın ne derecede seviye kaybettiğini fark ediyor olmalısınız. Şöyle de söylenebilir aynı şey: Bir seçme durumu ile karşılaşıldığında parti ilkeleri olarak sıkı disiplinli ve demokratik merkeziyetçi parti anlayışı değil dar grupçuluk tercih edildi. Marksizmin tarihinde ezilmiş olan işçi sınıfı hareketinin yerine kendi hareketini koyma tavrı üstün kabul edilmişti. Proletarya Partisi tarafından reddedilenin nihayetinde bu olduğunu söylüyoruz…
Böylece o dönem için de “aynı birlik zemininde” bulunulmadığını yeterince açık ortaya koymuş olduğumuza inanıyoruz.
ZEMİN FARKI ESASTIR
Yeri gelmişken doğru genel siyasi çizgideki değişikliklere dair söylenenlere değinelim. Bu değişikliklerin gerçeklik olduğu ve nihayet kabul edeceğimiz iddiası yersiz ve bu tartışmada tamamen gereksizdir. Sadece bir ölçüde Leninizm’de ve esas olarak da Maoizm’de içerili teorilerin terk edilmesini içeren bu değişikliklerin bir teorik özeleştiriyle sunulamamasının ciddi bir zafiyet olduğunu hatırlatarak bu konuyu geçiyoruz. Tartışmamızın somut konusu olması bakımından sıkı disiplinli ve demokratik merkeziyetçi bir örgüt zemininin ideolojik, teorik ve politik farklılıkların birliği ve mücadelesini yadsımadığını hatırlatıyoruz. Komünistler bu farklılıklar içinde doğru genel siyasi çizginin korunması ve geliştirilmesi görevine odaklanırlar, bunun için mücadele tasfiyeyi gerektirdiğinde bunda tereddüt etmezler. Arkadaşlarımızın Lenin, Stalin ve Mao’nun deneyimlerine tamamen yabancı olmadıkları açıktır. Yani komünist partisi zemininde olmak doğru genel siyasi çizgide olmakla bir veya aynı şey değildir. Bu zeminde olup da siyasi çizgide farklı düşünenler olabilmektedir. Bu parti zemininde bir mücadele konusudur. Dolayısıyla geçmişten söz ederek “farklı düşüncelerde” olanlar üzerinden iddialar ileri sürmenin pek de sağlıklı bir yaklaşım olmadığını kabul etmeniz gerekir. Bu farklı düşüncelerdeki çok önemli bir kesimin neredeyse tamamının “kendiliğinden” parti zeminini terk etmiş olmaları da bu olgunun başka bir gerçekliğidir. Aynı “terk etmenin” darbecilik karşısındaki yetmezliklerin de sonu olduğunu bu gerçekliğe ekleyelim. Birilerinin neredeyse hep aynı yerde, parti zemini dışında kalmayı seçmiş olması üzerine düşünmeleri arkadaşlarımız için belki de daha doğru bir yol olacaktır. Kuşkusuz bu aynı olgu komünist partisinin genel siyasi çizgiyi hayata geçirme ve geliştirmek konusundaki zafiyetinin de bir sonucudur. Olgunun bu kısmı önderlik sorununun altını çizer. Bunun da çok özel bir tartışma ve mücadele konusu olduğunu biliyoruz. Tabii ki yeri burası, bu yazı olmayan bir tartışma ve mücadeledir bu.
“… eğer bu doğruysa, o halde darbeciliğin sizler tarafından bir bahane olarak kullanıldığı, fırsat edildiği daha da güçlü bir ihtimale dönüşmektedir. 94 ayrılığı sürecindeki pratiğiniz de tipik olarak böyledir.”
Arkadaşlarımızın bu yorumu gene takdire şayan bir yorum! Darbeciliğin arınma -aynı zamanda arındırma- tavrına bahane olarak kullanılması, fırsat edilmesi eleştirisi ne hakkında tartıştığını bilmemenin dışavurumlarından biridir. “Fırsat etmek” ve “bahane olarak kullanmak” kavramlarının önceden belirlenmiş adımları yeri geldiğinde atmak, planlı bir ayrılık politikasını hayata geçirmek iddiasını içerdiğini dolayısıyla “ayrılığın sorumluluğunu karşıya yüklemek” amacıyla kurgulandığını fark etmemek olanaksız. Bu iyi bir tartışma üslubu olmadığı gibi açık yüreklilikle araya ciddi bir mesafe konduğunu da gösterir. Darbeciliğe alınan tavrın hiçbir gizliliği olmadığı, hatta bunun DABK çıkışından beri gelen bir darbecilik olarak görüldüğünün de vurgulandığı yerde fırsatçılık, bahane bulmak, ayrılığın sorumluluğunu taşımamak gibi iddiaların bir hükmü olabilir mi? Bu yorumu şöyle değerlendirmek gayet mümkündür: Darbeciliği “mahkûm etmekle” sorumluluğunun hakkını vermiş olduğunu sanan bu arkadaşlarımız aynı zamanda komünist partisinin dürüstlüğüne dil uzatmak için de bir bahane ürettiklerini düşünmekteler. “Darbeciliği mahkûm ettik ve ayrılıktaki payımızı geride bıraktık, hizipçiler – ki ayrılığın esas nedenidir- ise yüzleşmemeyi, sorumluluktan kaçmayı seçiyor” gibi bir dar grupçu yorumu öne sürüyorlar. Savunduklarımız karşısında bu yorumun acınası olduğunu söylemekten daha fazlası gereksizdir…
“Bu durumda bizlerle hangi birlik kriterinde buluşmadığınızı ya da bizlerin hangi bakımdan MLM ve genel siyasi hat itibarıyla komünist ölçülerden uzaklaştığımızı tespit etmektesiniz? Bunu açıklamanız sorunu net çerçeveye oturtarak somutlayacaktır. Ve bunları açıkladığınızda, meselenin somut koşulların ve gelişmelerin tahlil-tespitine dayandığı görülecektir. Bu ne demektir? Bizlerin sosyo-ekonomik yapıyı farklı tahlil-tespit etmemiz ve buna bağlı olarak devrim programı, stratejisi gibi temel konularda yeniliklere gitmemizin birlik önünde engel olduğu anlaşılmış-görülmüş olacaktır.”
Kendi bildiğine doğru hiç de ikna içermeden ilerleyen bu yorumun savunduklarımızla neredeyse ilgisiz olması acınası durumu derinleştiriyor ne yazık ki. Sosyo ekonomik yapı tahlilindeki Troçkist yorumunuz ayrılık sürecinin ve ayrı zeminlerde bulunmanın nedeni değildir. Bu, olsa olsa darbeciliğin olası duraklarından biri olarak yorumlanabilir. “Buluşulamayan birlik kriteri” değil ama ayrılık kriteri darbeciliğe tavırda somutlaşan sıkı disiplinli ve demokratik merkeziyetçi komünist parti anlayışıdır. Belirttiğimiz gibi bu anlayışın dayandığı tez “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacak” tezidir. Bahane denen şey bundan, evet bundan ibarettir!
Lenin yoldaşın şu cümleleri nasıl da hak edilmiş olarak burada yerini buluyor:
“Sanki çok örgütlü herhangi bir Partide, azınlığın çoğunluğa tabi olması dışında başka bir yöntem var olabilirmiş gibi, bölünmeyi ikiyüzlülükle mahkûm ediyor. Devrimci kamuoyuna hesap verme zorunluluğunu ilan ediyor ve Akimov’un kendisine düzdüğü methiyeleri gizleyerek Partinin devrimci kanadına mensup Komiteler üzerine yayılan söylentilerle uğraşıyor. Ne rezalet! Eski “Iskra”mızı nasıl da lekelediler!”
Arkadaşlarımızın neredeyse aynı cümleleri kurmamıza neden olacak biçimdeki bu tartışması küçük burjuvazinin/lümpen burjuvazinin düşünme yönteminin birliğine dair bir veridir. Sonuçta çok farklı yerlerde olunsa da farklı zamanlarda dillendirilse de yöntem aynı. Ekleyelim: bu arkadaşlar yıllar sonra “aynı konudaki tartışma” için “eğer açık davranıp da ayrılık nedenlerini açıklarsanız bugünün argümanlarını temel alarak birliği tartışabiliriz” demektedirler. Bu kadarına daha önce rastlanmış olabilir mi bilmiyoruz. Söylenecek olan şu olabilir sadece: “kaybettiğin bir şeyi kaybettiğin yerde ara!”
BİR KEZ DAHA SOYUTTA MÜNAKAŞA
Birlik kavramının kapsamı üzerine yaptıkları değerlendirmede arkadaşlarımız Yeni Demokrasi’nin KP’nin iç birliğini konu ederek tartışmaya ihtiyaç duydukları konu önyargılı davrandığını ileri sürüyor.
“Başka komünist yapılarla birlik” tartışması sonuç olarak komünist partisinin iç birliği için bir tartışma değilmiş gibi şunları ileri sürüyorlar:
“Dolayısıyla tartışma konusu olan birlik KP’nin iç birliği değil, esasta farklı yapıların varlığına dayanan diğer birlik zeminidir. Bu birlikler de pek tabiî ki, komünist teori, ideoloji ve ilkeler ekseninde genel siyasi çizgi esasında birleşmekten geçer. Ne ki, KP dışında komünist güçlerin varlık realitesini reddeden, kendileri dışında komünist güçlerin var olabilme olasılığını peşin hükümle inkâr eden ve komünistleşen güçlerin olabileceği olasılığını yok sayan bir yaklaşım diyalektik düşünüş tarzından yoksun olmakla birlikte, katı önyargılarıyla komünistlerin birliğini de sağlayamaz. Dahası, komünist nüveler taşıyan güçlerin ilerletilerek komünist saflara katılması karşısında da bir sorumluluk taşımamaktadır.”
Diyalektik kavramının bu bonkör kullanımı “amaç doğrultusunda mübah” düşüncesinin bir ürünü olmalıdır. Diyalektik kavramının kullanıldığı cümleler içinde hangi somut olgudan söz ediliyor? Hiç! Olasılıklar, olabilirlilikler… Yukarıda konu ettiğimiz istisnalar. Dolayısıyla soyut durumlar için diyalektik düşünüş tarzından yoksun olmakla suçlanıyoruz. Bu arkadaşlar kafalarındaki fikirlerin diyalektiğini söz konusu etmediğimiz için; başka türlü söylersek “başka bir komünist partisi”, “komünist güç”, komünist nüve taşıyan güç” değerlendirmesi yapmadığımız için; hatta bunların olasılığını reddettiğimiz gibi olmadık bir şey de ileri sürerek diyalektik yoksunu ilan ediyorlar bizi! Tartışmamızın nasıl başladığını hiçe sayan bu ifadelerin halihazırda boş olduğunu ve boşluğun diyalektiğini tartışmak için de bir neden olmadığını düşünüyoruz. Elbette komünist partisi komünist çizgi doğrultusunda gelişecek her harekete karşı açık olmalıdır ve açıktır. Kendi önderlik görevi de birliği de aynı zamanda bunun için vardır. Bunun bir boşluk halinde değerlendirmeye alınması ise abesle iştigaldir… Bir ek yapalım: komünist partisinin “kendi tüzüğü” denilen şey komünist parti tüzüğü olarak aynı çizginin tüzüğüdür. Bir başka yere gidildiğinde o tüzüğün özü değişmez. Enternasyonalizmin kavranışındaki ilkelere dönüp bakılırsa bundan söz edildiği görülecektir. Dolayısıyla “… komünistlerin birliğini kendi tüzüğüne endeksleyerek iç birliğine hapseden bir anlayış esasta birlik derdi taşımayan ve birliği anlamayarak bilincinden kovan dar anlayıştır.” cümlesinin içi boş başka bir sonuç olduğu açık olmalıdır. Komünistlerin “kendi örgüt zeminindeki birliği” hapsolunan bir zemin olma olasılığına sahip midir? Kurtuluşu ile insanlığı kurtaracak olan işçi sınıfının kurtuluş yoluna “hapsolmak” ile aynı şey bu!
DEMOKRASİYE SIKIŞTIRILAN İKİ ÇİZGİ MÜCADELESİ!
İki çizgi mücadelesi hakkında söylenenler bu konuda daha önce yazdıklarımızdan farklı düşündüklerini, hatta eleştirdiğimiz anlayışta olduklarını gösteriyor. Bu zaten bildiğimiz bir şeydi elbette. Fakat fikirlerimizi değil de kendi fikirlerini temel almalıymışız gibi eleştirmeleri en azından tuhaf! İki çizgi mücadelesinin komünist partisi için nesnel bir gerçeklik olduğunu savunuyoruz. Bunda bir problem yok. Problem bu savununun “farklı fikirlere izin vermek”, “demokrasinin gereği”, “azınlık fikirlerin haklarını korumak” gibi demokratik merkeziyetçilik bakımından yapılmasıdır. Böylece iki çizgi mücadelesi nesnel bir olgu değil öznel bir olgu olarak tanımlanmış olmaktadır. Ona izin verildiğinde bir gerçeklik, ona izin verilmediğinde bir gerçeklik değil! Nesnel olan “izne” rağmen olandır. Nesnel hakkındaki hiçbir hüküm onun varlığını kaldırmaz. Dolayısıyla “monolitik parti anlayışı” denen anlayış iki çizgi mücadelesini yok sayan bir anlayış olamaz. Komünist partisi hiç tartışmasız “tek doğru çizginin egemenliğindeki” parti olarak monolitiktir. Partinin hiziplerle bağdaşmaz birliği de bu anlamdadır. Demokratik merkeziyetçilik anlayışındaki demokrasi alanına sıkıştırılan iki çizgi mücadelesi anlayışı Maoist anlayıştan uzaktır. İki çizgi mücadelesini formule eden Mao yoldaş olmakla birlikte, daha önce de açıkladığımız gibi demokratik merkeziyetçilik Mao yoldaştan çok önce savunulmuştur. Marks ve Engels de Lenin ve Stalin de demokratik merkeziyetçiliği savunurlar. Stalin yoldaş bunun mükemmel tarifini de yapmıştır. Monolitik anlayışta olduğunu ileri sürdükleri Stalin yoldaşın bu tarifini tekrar okumalarını tavsiye ederiz arkadaşlara. İki çizgi mücadelesi komünist çizginin tüm burjuva anlayışlara karşı “arındıran” mücadelesidir; yani tek komünist çizgide sürekli birleşmenin mücadelesidir. Bunun için izin veya yasak kavramlarıyla değerlendirilmesi zaten olası değildir…
Arkadaşlarımız iki çizgi mücadelesinin nesnel olduğunu dile getirmekle bu teoriyi kavramış, en azından özünü anlamış görünüyorlar; oysa biraz deşildiğinde, biraz derinlere inildiğinde karşımıza iki çizgi mücadelesinden bihaber bir yaklaşım çıkmaktadır. Monolitik parti anlayışıyla arasına mesafe koyduğunu apaçık ifade eden bu yaklaşım partide düalizmi mi savunmaktadır? DGSÇ’nin dışında egemen, gerçekleştirilebilir halde olan bir veya birkaç çizgi de olduğunu mu savunmaktadır? Öyle olacağını sanmıyoruz. Elbette genel siyasi çizginin birliğini inşa etmekten söz edeceklerdir. İyi de bunun monolitik parti anlayışı olduğu açık değil midir? Komünistler komünist çizginin egemenliğini, uygulanması gereken tek çizgi olduğunu savunmaktan bir an olsun çekilebilirler mi? Ustalardan iyi biliyoruz ki hayır!
Komünistler için örgüt zemini tüm ilkeleriyle vazgeçilemezdir. Halkın birliği büyük amacına giden yol bu ilkelerin doğruluğunda, tarihsel haklılığında ispatlıdır. Bu ilkelerin ideolojik, politik, teorik bütünlüğe ait olduğunu ısrarla ve tam bir özgüvenle savunmaya devam edeceğiz. Lenin yoldaşın tüm açıklığıyla vurguladığı gibi:
“Proletaryanın iktidar uğruna mücadelede örgütten başka hiçbir silahı yoktur. Burjuva dünyasında anarşik rekabetin egemenliği yüzünden parçalanmış olan, sermaye için çalışma mecburiyetiyle ezilen ve sürekli olarak sefaletin, vahşiliğin ve dejenerasyonun en derinliklerine itilen proletarya, ancak Marksizmin ilkeleriyle ideolojik birliğini, milyonlarca emekçiyi işçi sınıfı ordusu içinde birleştiren örgütün maddi birliğiyle sağlamlaştırması sayesinde yenilmez bir güç haline gelebilir.”
(BİTTİ)
Sadece Doğru Çizgide Israr Edenlerin Birliğine Güvenin-I
Sadece Doğru Çizgide Israr Edenlerin Birliğine Güvenin-II