[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Halkın Günlüğü gazetesi, savunduğu birlik anlayışı üzerine başlayan tartışmayı devam ettiren 2 sayılık bir yazı yayımladı. Bu konu, sundukları veya savundukları içerik bakımından ilgi alanımızda olmamakla birlikte yazıdaki eleştiri ve değerlendirmeler anlayışımıza ve geçmişimize yönelik olduğundan ele alınmayı hak ediyor. Ayrıca Halkın Günlüğü’nde somutlaşan oportünizmin tipik özelliklerini ele vermesi bakımından da bu yazının bir değerlendirmesini yapmak gereği duyuyoruz.
Arkadaşların bu tartışmayı neden sürdürdüklerini, bu tartışmayla ne amaçladıklarını anlamak için hem girişteki ifadeleri hem de ikinci yazıdaki ele alış tarzını incelemek yararlı olacaktır.
Girişteki ifadeler yazılanları esasen olumlayarak ve yeterince doğru yapıldığında her tartışmanın yararlı olacağından söz ederek tartışmayı sürdürmenin nedeni ve amacı hakkında bir kanaat oluşturuyor. Diyebiliriz ki bu bir iyi niyet göstergesidir. Zaten “öğrenmeyi” ve “düzeltmelere değer vermeyi” somutlaştıran ifadelerle de bu açıkça belirtiliyor.
Buna rağmen ikinci yazıda ise karşımıza ifadelerimizin çarpıtıldığı, belirsizleştirildiği, sözlerimiz üzerinden lafebeliğine denk gelen bir ele alışla çıkıldığını görüyoruz. Bunun girişteki ifadelerle tam bir uyum içinde olduğunu söyleyemeyiz; bununla birlikte bu tarzlar aynı zeminden geldikleri ölçüde tam olarak ortaktırlar, birbirlerini besler ve güçlendirirler. Dolayısıyla tartışmayı bu bütünlükle ele alacağız.
Bu eleştirel yazımızda kısmen farklı üsluplara yönelmemizin bu iki yazıdaki değindiğimiz özelliklerden kaynaklandığını bir ön bilgi olarak verelim.
Giriş, savunmalarımızın içeriğine dair tespit ve yorumlarla ilgili. Girişteki “anlayış savunması” ile “esneklik taşımayan savunu tarzı” arasındaki farka çekilen dikkat öznel bir değerlendirmeyi içermektedir. Anlayış savunması yapıldığında bir ortaklaşma çabası, objektif olarak doğru bilgiye erişme olanağı olduğu ama “esneklik taşımayan savunmada” bunların olmayacağı bir ön kabul olarak ileri sürülüyor. Yanıtımızdaki “ayrıntıları atlamama” tutumu da esneklik taşımamak biçiminde değerlendirilmektedir.
YERSİZ BİR BEKLENTİ
Öncelikle, gene “ayrıntıları atlamayarak” şunu belirtelim: Yaptığımız her değerlendirme ve sonuçta savunma bir anlayış içerdiği için bu değerlendirme pek gerçekçi değildir. Örneğin “her durumda özel olarak muhatap belirtmek gerekmez” savunumuz ilgili yazımıza yönelik “belirsiz muhataplık” eleştirisine yanıt olmakla birlikte genel olarak “muhataplık anlayışını” vurgulamaktadır. Muhatap almak veya alınmak her zaman doğrudan muhatap almak veya alınmakla beliren bir şey değildir. Tartışma, değerlendirme konusu olan anlayışlardan hareketle muhataplıklar söz konusu olabilir ve oluyor da. Biz doğrudan bizi muhatap göstermese de savunduğumuz anlayışlara eleştiri olduğunda veya bunlar hakkında bir değerlendirme yapıldığında yazanlara rağmen kendimizi muhatap kabul ederiz. Bunun için birilerinin bunu açıklamasına ihtiyaç duymayız. Bu tartışmaya neden olan yazımızda doğrudan sizi muhatap almadığımızı ifade ettik ki bunun gayet açık olduğunu da yazdık. Buna karşın “muhatap olmanız”ın nedeni de bizim için açıktı. Çünkü hem bize yönelik bir “birlikçi” tutumunuz var ve bu tutum muhataplığa yönlendiricidir hem de yazımızda sizin “birlik” anlayışınıza bir gönderme vardı. Bu bir ayrıntı mıdır? Kuşkusuz bir ayrıntıdır. Ne var ki bu ayrıntı tartışmamızın da başlama nedenidir. Açıklığa kavuşturulmasında yarar vardı.
Muhatap almakla veya göstermekle ilgili “her muhatabı alenen belirtmeye gerek yoktur” dediğimiz için arkadaşlar hedefin açıkça konmamasından kaynaklanacak sakıncalara işaret eden bir değerlendirme yapmışlar. “Hedef alenen ortaya konmadığında etki zayıf olur” demişler. Elbette eleştirinin muhatabı eleştiriyi duymalıdır. Üzerinde düşünmesi için, düzelmesi için eleştiriyi alması gereklidir. Sorun burada bunun “alenen” olmak zorunda olmamasıdır. Eleştirilen, muhatap olan bunu “alenen” olmadığında da anlayabilir. “Alenen” dediğimiz şey “ulu orta olma”dır, herkesin duyacağı, bileceği biçimde olma halidir. Muhatabın bunun farkında olmaması, eleştirinin muhatabına ulaşmaması söz konusu değildir bu durumda. “Hedef alenen konmadığında” tanımı bu anlayışımıza dönük nesnel ya da haklı bir eleştiri değildir. Hedefin belirsiz kalması ile “hedefin alenen ortaya konmak zorunda olmaması” aynı şeyler değildir. Söylediğimiz şey şu kadar basit: Muhatabın farkında olması için her zaman “alenen” duyurmaya gerek yoktur.
Muhatabın “alenen” belirtilmemesinin sakıncası şu olabilir ama; eleştirinin kime yöneldiğini bilmeyen başkaları “acaba ben mi kast ediliyorum” diyebilir. Özgülde yaşanan da budur zaten. Arkadaşlarımız yanıt yazımızda da belirttiğimiz gibi “anlaşılır nedenlerle” eleştirimize muhatap olmuşlardır. Çünkü bir anlayış, yaklaşım eleştirisi söz konusu olduğunda “özel muhatap” dışında da muhataplar olur ve muhatap oldukları ölçüde yanıt hakları da doğar. Bu durum ne karışık ne de anlaşılmazdır.
Biz arkadaşların “doğrudan kendilerini muhatap almadığımızı” en başından itibaren bildiklerinden, bunun farkında olduklarından eminiz. “Karışıklık” ve “dağınıklık” eleştirisinin bu nedenle “haksız” ya da yersiz bir eleştiri olduğunu ifade ediyoruz. Kendini muhatap gibi görme eğiliminin bir sonucu olarak yazının karışık ve dağınık olduğundan bahsetmek uygun bir eleştiri değildir diyoruz. Başka şekilde söylersek: Muhatabı olmadığın, dolayısıyla içeriğine hâkim olamayabileceğin bir konuda yazılanların “karışık ve dağınık” olduğunu ileri sürmek nesnel bir yorum olmaz. Bu daha baştan öznellikle maluldur.
Arkadaşlarımız “muhataplık” konusunda yaşadıkları karmaşa devam ediyormuş gibi “ima” ve “gönderme” hakkındaki ifadelerimize de değinmişler.
Arkadaşlar yazımızda sizden ima yoluyla ve gönderme yaparak bahsetmemizin ve bunu sizi açıkça tanımlamamızın nedeni doğrudan sizi muhatap alan bir eleştiri yapmıyor oluşumuzdur.
“Beklentimiz odur ki, ‘gönderme’ ve ‘ima’ yollu metotlar kullanma yerine açık eleştiriyi tercih etmek daha samimi ve sıcak olacaktır…” diyorsunuz. Samimi ve sıcak bir tartışma ya da sohbet imayı ve göndermeyi neden dışlasın? Eğer sizin birlik anlayışınızı samimi bir açıklıkla ifade etmişsek, ikna amaçlı bir değerlendirmenin, eleştirinin parçası yapmışsak bu neden samimi görülmesin? İma da gönderme de yerinde kullanıldığında gayet samimi ve sıcak bir sohbetin unsuru olabilirler. İlgili yazımızda bu yerindelik söz konusu mudur peki? Açıkçası evet. Çünkü o yazının muhatabı siz değildiniz; ama sizin “birlik” anlayışınızı bizim yorumlarımızla bilen yoldaşlarımızdı. Bunu hem yazıyı doğru bir gözle okuyan anlayabilirdi hem de bunu “muhataplık karmaşası” yaşayarak önümüze sorun olarak çıkardığınızda size açıklamış olarak “tamamen” anlamış olmanız gerekirdi. Buna rağmen “beklentimiz odur ki” demeniz abestir. Şunu net olarak ifade edelim ki muhatabımız siz olduğunuzda sizden ima ve gönderme yoluyla söz etmeyiz!
TUTUCU DEĞİL TUTARLI BİR SAVUNU
Savunma anlayışımızı ve biçimlerini değerlendiren arkadaşlarımız darbe ve hizip mevzularına girerek “bölünmedeki sorumluluğun” tarafımızdan paylaşılmamasını eleştirmişler. Bu ve benzeri konuların birçok kez değerlendirildiğini ve ilgili süreçle bir hesaplaşma yaşandığını ilgilenen herkes biliyordur. Burada konu edilen tavrın da yeni olmadığı açıktır. Bölünmenin “asıl” nedeni olduğu söylenen “hizip” için yazıda değinilen kişinin tanıklığına gerek duyulması bu hatırlatmaya ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Daha başlangıçta darbeye ve darbeden önce de darbe hazırlıklarına karşı parti güçlerinin yetersiz kaldığına işaret edilmiş; oysa yapılması gerekenin açıktan tavır geliştirmek ve partiyi de bu tavra ikna etmek olduğu söylenmiştir. Açık tavır geliştirmek ve partiyi bu açık tavra çağırmak konusunda parti güçlerinde beliren çekingenliğin nedeninin bunun bir hizip çalışması olarak değerlendirileceği fikri olduğu da belirtilmiştir. İşte arkadaşlarımızın anlamadıkları şey de darbeci hizibe karşı parti güçlerinin bu yanlış “hizip” algısıdır. Parti güçlerindeki bu algıya karşı ilkelerini, işleyişini tasfiye etmeye girişmiş bir darbeci hizibe karşı parti güçlerini elindeki tüm araçlarla ve tüm gücünle uyarmak, birleştirerek karşı koymaya sevk etmek bilindik türden, yani tasfiyeci bir hizip değildir; çünkü bu doğrudan partinin korunması tavrıdır. Parti içinde azınlık bir gücün etkinliği olarak hizip başka bir şeydir, partinin ilke ve işleyişinin tasfiyesine karşı örgütlenmek başka bir şeydir. İkisi için de “hizip” demek biçimi öze mahkûm etmek anlamına gelir.
“Tasfiyecilik açık bir hal aldıktan ve darbe süreci yürürlüğe konduktan sonra yapılan girişimler de oldukça yetersiz kalmıştır. Tüm bu süreç boyunca MLM güçler partiye sahip çıkamamış, siyasi-ideolojik mücadelede yetersiz kalmışlardır. Partiyi bir bütün olarak uyarma ve bilinçlendirme yollarına girmemişlerdir. Darbeci tasfiyeci yönelime karşı, partiyi ideolojik-siyasi düşünceleriyle, tüzük ve hükümleriyle sahiplenip savunan yoldaşların, bu süreçteki mücadeleleri hizipçilikle bağdaştırılamaz, ancak bu süreçte açık mücadelenin esas alınmaması cesaretsizliktir.” (2. OPK 29. Kararından)
Anlayışımız budur. Darbecilik, daha ilk toplantılardan itibaren girişilen bir süreç olmakla birlikte açıklık kazandığı süreçte de parti ilkelerini ve işleyişini savunan güçler “açıktan bir hizip” algısı olmasın diyerek çekingen tavırlar içinde hareket etmiş, çeşitli uyarıları ve müdahaleleri sessizce, açık davranmadan gerçekleştirmişlerdir. Bunun ilkeleri ve işleyişi korumak üzere, partinin tasfiyesine karşı hareket etmek olduğu açık olduğu halde “açık mücadele esas alınmayarak” yanlış davranılmıştır.
Arkadaşlarımızın “hizip” değerlendirmesi hakkındaki görüşümüzü bu durum açıklamaktadır. Arkadaşlarımız sadece “sizin de payınızda hizip var” demiyorlar, “hizip bölünmedeki esas nedendir” de diyorlar.
“Hizibin bölme-parçalama konusunda tam rolle etkili bir silah olduğu inkâr edilemez ise, Komünist Partisi’nin birlik zemininin parçalanmasında kendinizde bir kusur görmeyip sadece bizleri bu zemini parçalamakla suçlamanız nasıl değerlendirilebilir?!”
“Darbeci yöntem pekâlâ içte eleştirilerek mahkûm edilebilir, birlik zemini korunup sürdürülebilirdi. Ama hizip doğrudan bölüp parçalamayı işlev edinen muhtevasıyla tam bir parçalayıcı değil midir?”
Bu değerlendirmeler aklı başında, düşünülmüş değerlendirmeler olmaktan çok uzaktır. Neredeyse “ben darbe yaptım ama sen de buna karşı koyarak beni darbeci ilan ettin” denecek!
“Hizip” tanımının ilgili müdahaleler bakımından “biçimi öze mahkûm etmek” olduğunu ifade ettik. Bununla beraber bu müdahalelere darbenin merkezi düzeyde işleyen bir mekanizmaya sahip olmasından hareketle “hizip” dendiğini varsayalım: Merkeze karşı harekete geçildiği için bunun biçimde de olsa hizip olduğunu kabul edelim. Peki bu “bölme-parçalama konusunda tam rolle bir silah” demek için yeterli midir? Bu “hizibin” neyi savunduğu, neye karşı geliştiği önemsiz midir? İçerik konu edilmeksizin, süreç ve bağlamlar ortaya konmaksızın “doğrudan bölüp parçalamayı işlev edinen muhteva”dan söz etmek bilimsel bir değerlendirme olabilir mi? Eğer böyle yapılırsa Lenin’in “Sosyal Demokrat (Komünist) Parti tarihinde fraksiyonlar dönemi” dediği dönem için yazdıklarını ve Bolşeviklerin üstünlüğü için parti içinde yaptığı çalışmaları nasıl açıklayacağız? Troçki’nin meşhur “fraksiyonsuzculuğuyla” dalga geçmesini nasıl yorumlayacağız? Benzer bir tartışmayı Mao’nun Zunyi toplantısı öncesindeki çalışmaları için de, Başkan Gonzalo’nun PKP içindeki benzer özellikteki dönem çalışmaları için de yapabiliriz. Tabii İbrahim yoldaşın TİİKP içindeki süreci için de bu tartışma yapılabilir. Şunu da belirtelim ki bu “özel ve özgün” dönemlerdeki parti çalışmaları incelemeyi hak eden çok öğretici çalışmalardır. Özellikle yukarıdaki “karar”da belirtilen cesaretsizlik bu süreçlerden hiç öğrenememiş olmaya da dikkat çekmiş olmaktadır. Özetle “hizip” denerek içeriği sis perdesi ardına itilen darbe karşıtı müdahaleler “bölücü-parçalayıcı işlevli” değildir; tam aksine bölünmeye ve parçalanmaya karşı partici müdahalelerdir. Tasfiyeciliğin kesip atılması, gerçek bölücülüğün sökülüp uzaklaştırılması parti açısından bakıldığında birleştiricidir, bütünleştiricidir. Bunun bahse konu bölünme süreci için başarılı bir çalışma olduğunu ise hiçbir zaman ileri sürmedik. Darbeye karşı yeterince uyanık olunmadığı gibi darbenin mahkûm edilmesinde de çeşitli zorluklar, hantallıklar, sapmalar yaşandı. Bu durumu yaratan ideolojik-politik düzeyin geriliğinin uzun bir süredir yaşanmaya devam edildiği de çok defa açıklanmıştır. Konumuz bunu içermediği için değinmekle yetiniyoruz.
Şunu da özellikle belirtelim: Arkadaşların hizip olarak mahkûm ettikleri ve “bölücü” diyerek kendilerini ait görmedikleri tutum Proletarya Partisinin şu anda üzerinde olduğu zeminin kendisidir. Bu tutum parti ilkelerinin ve işleyişinin geçerli olduğu zeminin sürekliliği için alınmıştır ve bu zemin varlığını “parti zemini” olarak korumaktadır. İçerik göz ardı edildiğinde bu zemin de görülmez.
Nasıl ki darbe zeminini eleştirmekle beraber bu zeminin terk edilmediğini söylüyorsak, Proletarya Partisi zemininin de o zamandan beri korunduğunu ileri sürüyoruz.
ZEMİNİ KORUMAKTA TUTUCULUK
“Hâlâ tutucu bir savunu içindesiniz. Darbeci yöntem pekâlâ içte eleştirilerek mahkûm edilebilir, birlik zemini korunup sürdürülebilirdi. Ama hizip doğrudan bölüp parçalamayı işlev edinen muhtevasıyla tam bir parçalayıcı değil midir?”
Tutarlı bir oportünizmin nelere kadir olduğunu bu cümlelerde görmekteyiz. “Darbeci yöntem birlik zemini korunarak eleştirilip mahkûm edilir; ama hizip doğrudan bölüp parçalamayı işlev edinen muhtevasıyla parçalayıcıdır.”!
Darbeciliğe karşı gerçekleşen müdahalelerin “hizip” denerek dışlanması konusuna az önce değindik. Arkadaşlarımız içerik değerlendirmesi yapmaksızın, koşulsuz ve bağlamsız “hizibi” mahkûm ettikten sonra “darbeci yöntem” diyerek darbeyi “birlik zemininde mahkûm” etmekten söz ediyorlar. Burada neyin zorlandığı, nerede tutunulmaya çalışıldığı apaçık ortaya seriliyor. Darbeci yöntem dedikleri gerçekleşmiş ve bütün alanlara yönelmekle beraber neredeyse bütün alanlarda da etkili olmuş bir harekettir. Yönetici kurumların ele geçirilmesini, iradenin belirlediği kararların geçersiz kılınmak istendiği bir süreçten “darbeci yöntem birlik zemini korunarak eleştirilebilirdi” deniyor! Üstelik bu satırların sahipleri bu darbenin “kardelen hareketi” ile deşifre edilen parti içi ajan örgütlenmesinin işi olduğunu da iddia ediyorlar! “Birlik zemini” denen zemini ilkelerden, işleyişten ve bunların somut karşılığı olan iradeden ayrı “beraber olunan zemin” olarak kavrarsak bu değerlendirmenin en azından tartışılabilir yanları olur; ama birlik zemini böyle bir zemin değildir. Komünist hareketin bütün birikimi ve ilkeleri üzerinde, Leninist işleyişle bağlantısı içinde oluşmuş bir zeminden söz ettiğimizde ise bu değerlendirme saçma bir görünüm kazanır. Birlik zemini tam da darbeciliğe karşı takınılmış tavırda somutlaşan zemindir. Darbecilikle çözüm birlik zemininde gerçekleşmez, bu zemin çiğnenerek gerçekleşir. Darbeci anlayışı eleştirip mahkûm etmekle birlikte onun ürünü zeminde durmanız bulduğunuz “çözüm yolu”na işaret eder.
“Bu durumda kim birlik zeminini parçaladı? Açık ki, bu parçalamada esas rol hizip örgütlemesi-çalışmasıdır; yani sizlersiniz. Bununla yetinmeyip bir de siz bizleri arındırıyorsunuz!”
Bu alıntı, birliğin komünist parti zemininde hareket etmenin kavranmadığının açık bir göstergesi olarak irdelenmeye değer görünüyor. “Hizip ve parçalama” hakkındaki yorum burada da içeriksiz devam ediyor. Arkadaşlarımız “hizip” kavramını ama salt biçim olarak bu kavramı süreci açıklamanın, kendilerini savunmanın yeterli malzemesi olarak kullanıyorlar. Üstelik bayağı sorumluluk almış bir kişi de hizip yaptığını kabul etmekle bu yeterli malzeme için kanıt da vermişken kullanmamak olmaz… “Esas rol sizde, bir de yetinmeyip bizi arındırıyorsunuz” diye net bir sonuca varıyorlar. Arkadaşlar “arındırmak” dediğimiz şey yetinilmeyerek yapılan bir iş değildir ki burada; işin tam da kendisidir. Darbeciler bunu darbe ile yaptılar, kendi zeminlerinden ötekileri arındırdılar. Darbenin kendisi de bir arındırmadır. Buna karşı alınan tavır da başka bir zeminin darbecilikten arındırılmasıdır. Şimdi sizinle tartışırken “darbeciliği eleştiriyorsunuz ama onun zemininde durmayı sürdürüyorsunuz” dediğimizde darbecilikten arınmıyorsunuz demiş oluyoruz. Arındırmak eylemi komünist hareketin sürekliliği bakımından da gereklidir. Açıklıkla şunu ifade edebiliriz ki komünist partisi ancak arınarak güçlenebilir. Kitlelerin kurtuluşu için gerekli bilgi ve toplam ya da kolektif yetenek arınmanın ürünüdür.
Dolayısıyla söz konusu bölünmede arınma karşılıklı bir eylem olarak gerçekleşmiştir. Şimdi bizim sizden farklı olarak söylediğimiz şey bu arınmayı ve arındırmayı savunmamızdır; siz ise kendinizi darbeden arındırdığınızı ileri sürerken bile darbeci zeminden seslenmekte bir beis görmüyorsunuz ya da göremiyorsunuz.
‘92 Birliği ve DABK süreci hakkındaki çıkarımlara ve yorumlara ayrıca değineceğiz. Ondan önce ise girişteki ele alışlardan sonra ikinci yazıdaki ele alışa dair yorumlarımızı tamamlayalım.
BELİRSİZLİKLER YUMAĞINDA DÜĞÜMLER ATMAK
Yazının girişindeki tartışma birlik anlayışımıza dairdir. Bu noktada kafamızın karışık olduğu ileri sürülmektedir. Ne var ki burada yukarıdaki gibi somut bir tartışma yapılmıyor. Yukarıda gösterdik ki arkadaşlarımız kavramların içeriğini, bağlamını irdelemeden salt karşıtlıktan hareket ediyorlar. Karşıtlıktan hareket etmek gayet anlaşılırdır; fakat bunu somut düzlemdeki olaylarda kendi tutumunu açıklayarak yapmalısın ki anlaşılır bir tartışma olanaklı olabilsin. İkinci yazıda ise karşımıza sözlerle oynamak yöntemi çıkarılıyor. İkinci yazının daha girişinde birlik konusunda kafamızın karışık olduğu ileri sürülüyor. Neden? Çünkü biz “komünist zeminde başkalarıyla birlik sorunu yok” demekle birlikte “komünistlerin birliği zeminindeki çalışmaların parçası olan halkın birliği alanına giren başkalarıyla birlik sorunu var” diyoruz.
Buna göre hem “başkalarıyla birlik sorunu yok” hem de “başkalarıyla birlik sorunu var” demiş oluyoruz. İkinci anlayışla birincisini yadsımış oluyoruz!
Sözlerle bu biçimde oynamak anlaşılır bir tartışma için kötü bir tuzaktır. Gereksiz olduğu kadar yorucudur. Öncelikle komünistlerin birliği için “başkalarıyla birlik sorununu içermez” dememiz kapalı kutu olmak anlamına gelmez. Dolayısıyla bu “birlik anlayışı olmamak” anlamına da gelmez. Komünistlerin birliği için savunduğumuz zemin komünist partisi zeminidir ve bu hiç de olmayan bir şey değildir. Bu açıkça ilan edilmiş ve ne dediği belli, kendisini açıklamaya devam eden bir mekanizma olarak görünürdür.
“Bu savunuya göre Yeni Demokrasi’nin (Y.D) objektif olarak birlik anlayışının olmadığı çıkmaktadır.”
Kendisi bir birlik olan komünist partisinin bir birlik anlayışının olmadığını iddia etmek “savunduğumdan başka birlik anlayışını aklım almaz” demekten başka bir şey değildir. Hani darbeci zeminde durmaya devam ediyorsunuz ve darbeciliği mahkûm etmenin gerekli şartı o zemini terk etmektir dediğimizde diyorsunuz ya “bu kendinizi feshedin gelin demektir.” işte bu da bir birlik anlayışıdır. İleri sürmediğimiz, buna rağmen dediğimizi iddia ettiğiniz anlayışın burada yok sayılmasının mantığı nedir? “Başkalarıyla birlik sorunu yoktur” cümlesinden çıkartılacak şey şundan ibarettir: Başka hiçbir oluşumu komünist değerlendirmiyorlar. O kadar. Yeni Demokrasi’nin objektif olarak birlik anlayışı yoktur demek komünist partisini birlik anlayışının somutlaştığı bir zemin olarak görmemekle eş değerdir ki bu olanın, apaçık bir olgunun inkârı anlamına gelir. Böyle bir komünist birlik vardır ve bu varlığın da bir anlayış içermesi eşyanın tabiatı gereğidir!
“Başkalarıyla birlik sorunu yoktur” derken kastımızın başka zeminde bulunanlarla, ayrı olarak inşa edilmiş, siyasi çizgisi, programı, yapısı, anlayışları vs. olan partilerle birlik sorunu olduğu açıktır. Bunlardan herhangi birileriyle komünist zeminde birleşmek olanaksızdır. Tartışmalarımız da çalışmalarımız da böyle bir anlayış içermemektedir. Böyle olduğu için komünist birlik anlayışları yoktur demek abesle iştigaldir.
“Öte taraftan, başkalarını kendisiyle aynı ideolojik zeminde görmediğini söylemesine karşın, arkasından da bu başkaları olan diğer ‘örgüt ve partilerle birlik konusu halkın birliğini içeren çalışmaların konusudur’ diyor.”
Bu noktada anlaşılmaz olan nedir? Aynı ideolojik zeminde olmayanlarla birlikte hareket etmek, onların da dahil olabilecekleri devrimci çalışmalar yapmak ve hatta devrim sürecinde ortak zeminler yakalamak neden aynı ideolojik zeminde olmamakla çelişikmiş gibi değerlendiriliyor?
“Dahası, ‘yazı, bunun komünistlerin birliği kapsamındaki çalışmaların bir parçası olduğunu hatırlatarak …’ diyerek de komünistlerin birliğini, halkın birliğini ve diğer parti-örgütlerle yani başkalarıyla birlik konusunu iç içe geçirerek tekleştiriyor.”
Anlaşılan olgular iç içe geçince, biri diğerini doğurunca ya da biri diğerini belirleyince arkadaşlarımız “tekleşme” sendromu yaşıyorlar! Bir çizginin, doğru bir genel siyasi çizginin bir merkezden çıkmakla beraber başka merkezlere etki etmesi, başka merkezler yaratması, geniş bir çevre oluşturması vs. neden “tekleşmek” olarak tarif ediliyor? Başka türlü söylersek “tek bir çizginin” belirleyici bir nitelik göstermesi neden akıl almaz kabul ediliyor? Eğer bu çizgi halkın çıkarları temelinde vücut bulup halkın birliğini sağlayan bir gerçeklik üretiyorsa, farklı çıkar gruplarını devrimin çıkarlarında birleştiriyorsa bu neden “tekleştirme” adı altında “olacak iş değil” gibi algılanıyor? Devrimlerin gerçekleşme süreçleri tam da tarif edilen biçimde bir tekleşme süreci değil midir? Devrim çizgisinde tekleşmek… Kuşkusuz bu tekleşme farklılıklar içeren bir tekleşmedir.
Bunun güzel bir örneğini Lenin ulusal sorun tartışmasında verir. Bolşeviklerin görüşü “düalist” denerek eleştirildiğinde Lenin ezilen ulusa birlik yönünde yapılan propaganda ile ezen ulustan halka ayrılık hakkı yönünde yapılan propagandanın defterin ortasına doğru karşılıklı sayfaların kenarlarından gelen iki çizgiye benzetilebileceğini söyler. Burada aslında iki farklı söylem aynı şeyi amaçlamaktadır: Tekleşme! Burada tekleşmenin somut karşılığı ulusların gönüllü birliğidir.
Halkın Günlüğü komünistlerin birliği zeminindeki çalışmaların sonuçta halkın birliğini amaçlayan çalışmalar olduğunu ve buna çeşitli parti veya örgütlerle yani başkalarıyla birliği de dahil etmemizi “birliğin tekleştirilmesi” diyerek eleştirel bir yaklaşım gösteriyor. Demek ki komünist hareketi devrimi örgütlemek üzere gelişen, farklı birliklerin devrim doğrultusunda oluşmasını sağlayacak bir hareket olarak düşünemiyor!
Kuşkusuz sorun Halkın Günlüğü’nün böyle düşünememesi değil. Oportünizmden söz ediyorsak böyle düşünmemesi de beklenebilir bir şeydir. Komünist hareketi merkeze koyarak ve sınıf bakış açısından hareketle bütün bir toplumsal hareketi proletaryanın kurtuluşu yolunda belirlemek, bu doğrultuda tekleşen bir birlik çabasında olmak onun öne sürdüğü “birlikçilik” anlayışıyla da gerçekleştirdiği ittifaklarla da uyumlu değil. Bu nokta farklılıkların açık seçik görünmesinden ibarettir. Ne var ki Halkın Günlüğü yazımıza dair kimi değerlendirmelerde bulunurken bu farkı ortaya çıkarmaktan başka şeyler de yapıyor. İlgili kısım bu bakımdan dikkat çekicidir.
“… Yeni Demokrasi’nin (Y.D) objektif olarak birlik anlayışının olmadığı” iddiası Halkın Günlüğü’nün karmaşa ve belirsizlik yaratmak üzere burada yaptığı ilk değerlendirmedir. Birlik anlayışımız vardır ve bunu kendisi hemen sonra “Zira Y.D, genel anlayış olarak komünistlerin birliğini KP zemindeki iç birlik olarak algılayıp tarif etmektedir.” diyerek ifade etmektedir. Karmaşa ya da belirsizlik yaratma çabası burada başlıyor ve şöyle devam ediyor “Böylece birliği esasta halkın birliği biçimine indirmekte veya buna düşmektedir.” Bu tartışmada sunduğumuz anlayışla çeşitli birlikleri komünist partisinden halkın birliğine doğru uzanan bir hareketin ürettiği, üreteceği oluşumlar olarak gördüğümüzü göstermiş olduk. Bunu savunuyoruz. Burada “birliği esasta halkın birliği biçimine indirmek” biçiminde bir değerlendirme için bir veri yok. Böyle bir değerlendirmenin anlamı da yok. Savunduğumuz anlayışta halkın birliği, merkezinde komünistlerin olduğu bir bütündür ve halkın birliği tek bir biçimdeki birlik de değildir.
Bu değerlendirmelerde bir tutarlılık yok, farklı anlayışları ortaya koyma çabası da yok. Cümleler arasında uyumsuzluklar aramak gibi bir yöntem var sadece. Anlayış tartışmak, farklı anlayışları tespit edip üzerinde yoğunlaşmak yerine ifadelerimize karşı güvensizlik yaratmak amacı güdülmektedir. Bunu çözümleme yapar gibi sunması da kafa karıştırmak içindir. Alıntılar yapıyor, alıntılar arasındaki çelişkileri cümleleri yalıtarak ispatlıyor ve kafa karışıklığı yaşamaya devam ettiğimiz değerlendirmesiyle okuyucuyu ikna etmiş oluyor.
“Başkalarıyla birlik konusu komünistlerin birliği kapsamındaki çalışmaların parçası olarak tarif edilmekle birlikte, başkalarıyla komünist zeminde birlik sorunu yoktur demektedir. Hem parçasıdır hem değildir; görüş bu. Ama birlik anlayışı net bir görüş talep etmektedir. Bu netleştirilmek durumundadır ve bu yorumda zorlamalarla düzeltilmeye çalışılmasına karşın, açık bir kafa karışıklığına delalettir.”
Acınası bu yorumla kim ikna olmuştur bilemeyiz. “Komünistlerin birliği kapsamındaki çalışmaların” devrimi kapsayan, devrimi örgütleyen, devrimin güçlerini birleştirmeyi amaçlayan çalışmalar olduğunu anlamadıklarını düşünebilir miyiz gerçekten? Komünistler “kendi” birlik zeminlerinde tam da devrim lehine olan veya olacak tüm birliklerin çalışmalarını yapmakla sorumludurlar. Fakat bu çalışmaların kapsamının genişliği komünistlerin “başkalarıyla birlik yapmak” genişliğine olanak vermez. “Hem parçasıdır hem değildir” çıkarımı kafası karışık olanın düzgün bir şeyi okurken okuduğunu karıştıracağına basit bir örnek olabilir belki. Evet parçasıdır diyoruz; bununla birlikte bu çalışmaların komünist partisinde birleşmek üzere değil devrimin gereksinimlerine uygun olarak başka alanlarda birleşmek üzere çalışmalar olduğunu söylüyoruz. Bu nedenle bu tür birlikler komünist zeminde birlik olarak gerçekleşmez diyoruz. Kafa karışıklığına delalet nerede?
Evet birlik net bir görüş talep eder. Bu da çok net bir görüştür.
Aynı yöntemi arkadaşlarımız muhataplık açıklamasına dair ikinci yazıdaki değerlendirmelerinde de izlemişler. Hem muhatap hem değil, dediğimizi iddia ediyorlar. Bunlar tartışmanın düzeyi bakımından tuhaf iddialar. İlgili yazının doğrudan muhatabı olmadığınızı açıklamak bile gereksizken ve siz bunu en başından itibaren anlamışken şimdi açıklamamıza rağmen “olmadı” havasında değerlendirmeler yapıyor arkadaşlarımız. Şimdi biz sizin muhatabı olmadığınız bir konuda yazarken size ait olduğu için hiçbir anlayışa, tarza, üsluba ima yollu değinemeyecek miyiz ya da gönderme yapamayacak mıyız? Sizi ima eden bir ifade kullandığımızda veya sizin bir görüşünüze gönderme yaptığımızda muhatap olarak adınızı mı anmamız gerekecek? Bu yoksa eğer kafa karışıklığına delil mi bulmuş olacaksınız?
Bahsi geçen değerlendirmelerin yüzeysel ve boş bir nitelik taşıdığı ortada. Kafası karışık olmayan biri ve amacı da kafa karıştırmak olmayan biri bu cümleler arasında bir çelişki, bir karmaşa bulamaz. Bulduğunu iddia eden Halkın Günlüğü yazarı da bulmuş gibi yapmaktan öteye gidemiyor. Buna neden gerek duyulduğunu tartışmak bizim işimiz değil. Sadece şunu “net” biçimde ifade edelim: Muhatap olmadığınız bir yazıda sizin “birlik” anlayışınız kötü bir örnek olarak gösterildi ve bizim için bu kötü örnek, kötü bir örnek olarak kalmaya devam edecek…
Devam Edecek…