Uzun süredir Rus emperyalizminin askeri fakat aynı zamanda politik ve ekonomik olarak da güçlü bir silah konumundaki S-400 hava ve füze savunma sistemi ve TC’nin bu savunma sistemini edinme çabası gündemden düşmüyor. Rusya ile varılan anlaşma güçlü bir politik anlam da ifade ediyor. Zira ABD emperyalizminin sert müdahalesine neden olmaktadır. Ekonominin “dibi” gördüğü bir dönemde, açık “yaptırım” tehditleri TC ekonomisinin köküne kibrit suyu dökerek iyice “batmasına” sebep olabilecek bir durumu da ortaya çıkarmış oldu.
Esasta TC’nin hava savunma füzesi elde etme çabaları yeni değil. 2010’da ABD’den Patriot sistemleri almak için uğraşmış ancak ABD’nin red kararı ile karşılaşmıştı. Bunun üzerine TC, ABD’yi zorlamak adına hava ve uzun menzilli füze sistemi edinmek için ihale açtı. Açılan ihaleyi “cazip” teklifiyle Çin emperyalizmi kazanmış ancak ABD’nin baskısı sonucu TC bir kez daha yarı-sömürge gerçekliği ile yüz yüze gelerek yapılan ihaleyi iptal etmek durumunda kaldı. NATO üyesi olmayan bir ülke ile hava savunma sistemi pazarlığından eli boş dönen TC devleti şimdi yeniden NATO üyesi olmayan başka bir ülke olan Rusya ile hava savunma sistemi pazarlığı içinde.
2016’daki darbe girişiminin hemen ertesinde AKP’nin MHP ile olan ittifakının oluşma zemini güçlendi. AKP/MHP iç ve dış politikada bu ittifaktan aldığı gücün de etkisiyle TC “uçak düşürme” sonucu arasının bozuk olduğu Rusya ile ilişkilerini hızla düzeltti. ABD ile ilişkileri dengelemek ve bu sayede dışlandığı Suriye saha ve masasına dönmek adına Rusya ile yakınlaşma yönelimine girdi. Öyle ki “savaş sebebi” diye “efelenirken” özür dahi diledi. Dahası ekonomik tavizler verilmesine kadar birçok hamleye sebep oldu.
Bu yakınlaşma hamlelerinin başında S-400 anlaşması geliyor. TC’nin S-400 edinme gayreti Suriye konusunda ABD’yi dengeleme, hatta kendi istemleri doğrultusunda güçlü bir koz olarak kullanma amacı da taşıyor. Dolayısı ile bu anlaşma askeri boyutunun çok daha ötesinde politik bir içeriğe sahip. ABD ilk başta TC’nin Rusya ile arasındaki çelişkilere oynayarak kendisini “pahalıya pazarlama” girişimine pek ses çıkarmadı, görmezden geldi. Suriye’deki savaşın seyri, YPG’ye verilen destek nedeniyle TC’nin tepkisi gibi politik dengeler açısından S-400 alım anlaşmasına da açıktan ve güçlü bir itirazda bulunmadı. Zira ABD TC’nin bu yakınlaşma politikasının uzun vadeli olamayacağı ve Rusya ile arasındaki çelişkilerin buna izin vermeyeceği düşüncesindeydi. Ancak konjonktürel sürecin etkisi ve birçok kazanç sağlayan Rusya’nın inisiyatifi ile TC yakınlaşma politikasını sürdürdü. Bu yolla Suriye’de kendisine alan açma gibi bazı tavizleri de ABD’den koparabildi.
Fakat ilerleyen süreçte Rusya’nın bu yakınlaşmayı çok iyi kullanıp, manevra alanını genişletmesi, TC’nin kontrolünden çıkma eğilimi ABD’yi bu yakınlaşma politikasına bir son vermeye yönlendirdi. TC devletine “yerini” hatırlatma babında ses tonunu yükseltmeye başladı. Diğer yandan TC’yi masaya oturtmak ve kendi yönelimine uygun pozisyona getirmek için belli tavizleri (Patriot satışına onay verebileceği, F-35 teslimatı gibi) verdi. Böylece ABD ile TC’nin arasının açılmasına sebep olan Kuzey Suriye meselesi esasta ABD’nin stratejisine ve çıkarlarına halel getirmeden halledilecek ve Rusya ile yakınlaşmaya son verilmiş olacaktı. Gelinen aşama evdeki hesabın çarşıya uymadığını göstermiş oldu.
TC’nin S-400 alımındaki ısrarı karşısında ABD’nin daha sert tepki vermesi doğrudan S-400 defterinin kapatılması ve TC’nin “kısmi denge” politikasına nihai darbeyi vurmayı amaçlıyor. Bu niyetle masaya önce “havuç” olarak Patriot Hava Savunma Sistemi (NATO savunma stratejisine uygun olan sistem) teklifini getirdi. Ancak TC’nin “her ikisini de alırız” yönlü şark kurnazlığı ile “ne şiş yansın ne kebap” yaklaşımı ABD’nin bu sefer “sopayı” göstermesine, yani geniş kapsamlı bir askeri ekonomik yaptırım tehdidini savurmasına yol açtı.
ABD S-400 aldırmamada kararlıdır. Zira tek derdi TC ile ilişkileri bir rotaya koyma değildir. TC dışında birçok bağlaşığı olan stratejik konumdaki ülkeler (Hindistan, Pakistan, Filipinler gibi) emperyalistler arası çelişkilerilerden faydalanma eğilimi gösteriyor. ABD’nin gerilediği Çin ve Rusya’nın güçlendiği, hegemonya krizinin yaşandığı süreçte bu ülkeler emperyalizme bağımlılık zincirlerinde nitel bir değişim olmadan kendi çıkarları eksenli kısmi bir denge politikası izliyorlar. Bu ülkelerde tıpkı TC gibi Rusya ve Çin ile silah ticaretini (özellikle S-400) bu politikalarının bir parçası olarak kullanıyor. ABD bağlaşığı olan ülkelerin Rusya ve Çin ile ilişkilerinin kendi nüfuzunu azaltacak bir düzeye gelmesini istemiyor. Diğer yandan silah pazarına büyük oranda hakim olan ABD, silah tekelini Rusya ve Çin’e kaptırmak, onların güçlenerek kendisine rakip olmasını istemiyor. Dolayısıyla TC’nin S-400 alımı diğer yarı-sömürge ülkelerle olan ilişkilerine olumsuz bir etki yaratacağını gören ABD S-400 alımına engel olmaya çalışıyor.
ABD’nin sert tepkisinin yanında Rusya silah teknolojisini pazarlamada ne denli iştahlı olduğunu gizlemiyor. Kuşkusuz ki Rusya’nın tek çıkarı bu değil. TC ile Batı emperyalizmi arasındaki bağı koparmak, Suriye parantezi kapanana dek TC’yi kendi stratejisine uygun pozisyonda tutmak, askeri anlaşmayı ekonomik ve siyasi alanlara da kaydırarak derinleştirmek Rusya açısından ayrı bir önem arz ediyor. Bu açıdan S-400 satışını önemli bir adım olarak görüyor.
Emperyalistlerle bu denli stratejik hesaplar içine girmiş olan Türk hakim sınıfları açısından dış politika iyice içinden çıkılmaz bir hale geldi. Batı emperyalistleri ile çok yönlü bağımlılık ilişkileri olan, dolayısı ile “ekseni” belli olan TC’nin “eksen değiştirme” gibi bir derdi yoktur. Nitekim bunu yapacak ekonomik ve siyasi gücü de yoktur. Bundan dolayıdır ki Rusya’dan S-400 almaya çalışırken, üzerindeki basıncı kırmak için İtalya-Fransa ortaklığından ve ABD’den hava savunma sistemi almaya istekli gözüküyor. Böylece NATO üyeliğini de tartışma konusu yapmamış oluyor kendince. TC’nin derdi Suriye sorununda özellikle Rojava’nın dağıtılması ve belli çıkarlar edinme amaçlı Rusya ve ABD arasında her iki tarafa da tavizler vererek kurduğu “dengeyi” devam ettirmektir. Bu eksende bugüne kadar ne ABD’yi ne de Rusya’yı kızdırmayacak “orta yolcu” bir politika izledi. Fakat ABD, Suriye’de yaptığı son hamlelerle bu “orta yol”a dahi tahammülünün olmadığını gösterdi. TC’nin “orta yol” bulma imkanlarını iyice daralttı. Bu da AKP/MHP ittifakının, ağırlığını koyduğu, dış politikanın sürdürülemez kılındığı anlamına geliyor.
Türk hakim sınıflarının önünde iki seçenek bulunuyor; S-400’leri almak ya da anlaşmayı iptal etmek. Anlaşmanın iptali ABD ile ilişkilerin rayına girmesi, Rusya ile yakınlaşmada ciddi bir gedik açılması, TC’nin klasik dış politikasına dönmesi, ABD’nin bölgede strateji ve taktiklerine tam uyum sağlaması, Avrasyacılarla-AKP/RTE’nin de arasının açılması ve yeni klik çatışmalarına zemin olması gibi anlamlar taşıyor. S-400 alımında ise ABD-AB baskısının artması (nitekim ABD’nin insan hakları, AB’nin üyelik görüşmeleri konusunda olumsuz raporları dikkate değerdir) Rusya’ya yanaşarak ABD’ye şantaj içerikli dış politikanın devam etmesi, Rusya’ya olan bağımlılığın derinleşmesi, ABD’nin silah satış ambargosu (ki TSK’nın omurgasını oluşturan F-16, Skorsky vb.) F-35 satışının durdurulması, ekonomik yaptırımlar uygulanması gibi anlamlara geliyor.
Son tahlilde yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke olan TC’nin önündeki seçenek şimdiden belidir. Emperyalistlerle yarı-sömürgeler karşı karşıya geldiğinde belirleyici olan her daim emperyalistlerdir. Asıl önemli olan nokta ise TSK’nın bir NATO ordusu olduğu gerçeğidir. TSK’nın silah savunma sistemleri tamamıyla NATO’ya göre düzenlidir. TC, NATO savunma sistemine uymayan bir hava savunma sistemini alıp kullanacak bir güce sahip değildir. Yaklaşık yarım asırlık bir süreçte TC ekonomik, politik ve askeri olarak büyük oranda ABD emperyalizmine bağımlıdır. Bu bağımlılık bir anda RTE “istedi” diye değiştirilemez, hızlıca başka bir emperyalist ağa babasının koltuğunun altına sığınma sağlanamaz, elbette bunun bir bedeli vardır. TC, Rusya’dan S-400 almış olsa dahi bu savunma sistemini kurup işlevli hale getirme noktasında çok ciddi çelişkilerle karşı karşıya kalacak, ABD ve AB emperyalizmi buna izin vermemek için elinden geleni arkasına koymayacaktır. TC’nin sıkışmışlığı bu eksende daha da artacaktır.
Emperyalist-kapitalist sistemdeki kriz hali ve emperyalistler arası güç dengesinin bozulması stratejik bölgelerdeki yarı-sömürgelere politik arenada belli alanlar açıyor. Yarı-sömürgelerin bu fırsattan yararlanmaya çalışmaları ise bağımsız politika izliyormuş gibi propaganda ediliyor. S-400 sorununda da AKP/RTE’nin “güçlü Türkiye” vurgusu bu propagandanın ürürünüdür. Fakat gerçekte olan ise S-400 ile Rusya’ya verilen taviz, Rusya’yı dengelemek için ABD ile kapıları açık tutma politikası emperyalizme olan bağımlılığı daha da derinleştirmektedir. AKP/RTE S-400 alımı ile “bağımsızlık” oyunu oynarken emekçi yoksul halkın sırtına daha fazla zam ve vergi yükü binmektedir-binecektir. S-400’ler ile “güçlü bir Türkiye” değil güçsüz ve zayıf Türkiye gerçekliği bir kez daha ortalığa saçılmaktadır. AKP/RTE’nin “yeni Türkiye’sinin” özü-özeti emperyalizme bağımlığı derinleşen bir Türkiye’dir.