Tarımda yaşanan kriz ve başta tarım alanları olmak üzere doğanın talanına dönük Tarım ve Ormancılık Hizmet Kolu Kamu Emekçileri Sendikası (TARIM ORKAM-SEN) Genel Başkanı Ahmet Keleş ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Yeni Demokrasi: Tarımsal üretimde yaşanan krizin başlıca nedenleri nelerdir?
Ahmet Keleş: Toplumla çevre sistemlerini birbirini besler. Kapitalizmin sınırsız tekelci kâra dayalı yapılanmaları toplumun ve çevre dengesinin kaldıramayacağı ağırlıkları biriktirerek ekolojik kriz çağını yaratmıştır. Tüm bilimsel tespitler bu sarmalın 30 yıl daha sürmesi halinde çöküşün sürdürülemez boyutlara geleceği konusunda hemfikirdir. Fakat sermaye ve iktidar tekellerinin kör ve yıkıma yol açan karakteri bunu görmüyor, duymuyor. Sanırım özü ve sınıfsal karakteri gereği böyle oluyor. Fraser’in dediği gibi “Sermaye sınıfları madenleri, petrolü, doğal gazı çıkartma, elektriği üretme, orman, kıyı, otlak tarım arazilerini kullanma, gıda sistemlerine biçim verme, ilaç, aşı, geliştirme ve patentlenme, atıkları bertaraf etme gücünü ve yetkisini elinde tutar.” Bu da demektir ki sermaye doğadaki maddeleri; havayı, suyu, toprağı, hayvan ve bitki topluluklarını, ormanları, okyanusları, atmosferi ve iklimi kontrol etmede en büyük paya sahiptirler. Neoliberalizm politikaları ile girdi maliyetleri dediğimiz mazot, tohum, gübre ve ilaç üretiminde tekelleşme ve aşırı kâr hırsını, tarımda üretim krizinin başlıca nedenleri olarak ifade edebiliriz.
Yeni Demokrasi: Üretim maliyetlerinin artması ile çiftçiler üretimden uzaklaşıyor mu?
Ahmet Keleş: Temel besin maddelerini sağlaması niteliğiyle nüfusun tüm kesimlerini doğrudan ilgilendiren, insanlığın en eski ve ilk düzenli ekonomik faaliyeti olan tarımsal üretim, uygulanmaya başlandığı ilk dönemlerden itibaren üretim metotları, kullanılan araçlar ve toprak mülkiyeti açısından birçok evreden geçmiştir.
İlkel çapa tarımıyla başlayan faaliyetler zaman içerisinde bilgi ve teknolojinin daha fazla kullanılmaya başlandığı, uzmanlaşmış, modern bir üretim şekline dönüşmüş durumdadır. Dicle ve Fırat Nehirlerinin oluşturduğu “verimli hilal” bölgesinde ilk kez uygulanmaya başlandığı kabul edilen tarım faaliyetleri, bitkisel ürün elde etmede insanlığın yaşadığı ilk devrim niteliğindeki değişimi ortaya koymuştur.
Tarımın bu niteliği hemen hiçbir dönem değişmemiş, devletlerin bu faaliyet alanına ilgileri hiç eksilmeden devam etmiştir. Günümüzde tarım faaliyetleri ülkemiz için önemini sürdürmekle birlikte bu faaliyetin genel ekonomi içindeki katkısının giderek azaldığını görmekteyiz. Ancak bu genel eğilime karşın, ülke nüfusunun beslenme ve giyinme ihtiyaçlarının devamlılığı, sanayi sektörüne hammadde sağlanması, istihdam yaratması, milli gelire ve ihracata katkısı ile doğal kaynakların sürdürülebilir kullanılması ve çevrenin korunması gibi toplumun tümünü ilgilendiren konuları kapsaması bakımından tarım, stratejik bir faaliyet alanı olma özelliğini devam ettirmektedir. Hızlı bir gelişme süreci yakalama çabası içinde olan Türkiye’nin, sahip olduğu elverişli, verimli coğrafi koşullar da dikkate alındığında, tarım sektörünün gelişmede itici bir gücü olarak kullanılmasının olası olduğu gerçeği açıkça ortadadır. Ayrıca dünyada gittikçe daha fazla gündeme gelmeye başlayan tarımın gıda güvencesi boyutu ile tarım sektörünün Türkiye sosyal hayatındaki yeri değerlendirildiğinde sektörün salt bir ekonomik faaliyet alanı olmaktan öte anlamlar taşıdığı görülmektedir. Bunu etkileyen faktörler de mevcuttur. Doğal faktörler, coğrafya, iklimsel faktörler, sistemsel faktörler, tarımsal planlama, çiftçi destekleme projeleri, üretimin girdi maliyetleri, toprak ve su kaynakları, hayvancılık, bitkisel üretim, arazi durumu, çiftçi eğitimi, çiftçi örgütlenmesi gibi faktörleri tarımın üretimindeki esaslar olarak sıralayabiliriz. Neoliberal politikalar ve hızlı kentleşme, tarım alanlarını üretim alanı olmaktan çok beton, maden ve enerji sahasına dönüştürmüştür. Zoraki göç, ucuz işgücü ile birlikte köylerin terkedilmesi ve kent nüfusun artması tarım alanlarının beton alanlarına; tekelleşen sermaye ile birlikte girdi maliyetlerinin artması tarımsal üretimin yapılamaz hale gediğini göstermektedir.
2002 yılında 41.196.000 hektar tarım alanı ekilirken 2020 yılına geldiğimizde bu rakamlar 37.753.000 hektara düşmüştür. Yani 3.443.000 hektarlık bölge tarım üretim alanının dışına çıkmıştır. Çiftçi borçlarını göz önünde bulundurduğumuzda da 2000’li yılarda 2.4 milyar TL iken 2020’lerde bu rakam 134 milyar TL’ye çıkmıştır. Sonuç olarak sürekli borçlu olan çiftçi üretimden uzaklaşıp tarım alanını arsaya dönüştürme çabasına girişmiş ve üretimden uzaklaşmaya başlamıştır.
Yeni Demokrasi: Tarım alanlarının üretilemez hale gelmesi de tarım krizinin etkenlerinden birisi. Son olarak “Zeytinlik Yasası” olarak bilinen bir kanunla zeytinlikler de imara açıldı. Bu konuda egemenler ne hedefliyor?
Ahmet Keleş: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca Maden Yönetmeliğinde yapılan bir değişiklik, Resmî Gazetenin sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu değişiklik ile zeytinliklerin maden sahasına dönüştürülmesine imkân tanındı. Peki, hangi gerekçenin arkasına sığınarak? Tabii ki son dönemlerde doğaya karşı işlenen tüm suçlarda ileri sürdükleri o meşhur gerekçeye; yani “kamu yararına!” Peki nedir bu kamu yararı; tabii ki sermayenin kârını arttırması. Tabii ki birçok kurum kuruluş gibi Tarım Orkam Sen olarak da mahkemeye başvurduk ve zeytinliklere müdahale edilen her yerde sendikamız ve ekoloji çevreleri güçlü bir mücadele hattı örmeye çalışıyor, örüyor.
Yeni Demokrasi: Yaşanan bu krizle ilgili son olarak neler söylemek istersiniz?
Ahmet Keleş: Tarımın tasfiyesini, neolitik kültürün komünal hafızasını ve kolektif bilinçle toplumların örgütlenme iradesinin yok edilmesini kapitalizm kendine bir görev olarak alır. Toplum, doğadan uzaklaştıkça bireyselleşir, bireyselleştikçe doğaya yabancılaşır ve kendisini doğanın efendisi olarak görme halini yaşar. Dolayısıyla yapılacak olan şey, örgütsüz toplum yaratma saldırılarına karşı tarımı üretimini ekoendüstriyel olarak gerçekleştirmek ve sermayenin insafına bırakmayarak yerel tohumu güçlendirip, ekolojiyi esas alan bir üretim modelini güçlendirirsek buradan dolayı atılacak küçük bir adım bile tohum olma niteliğine dönüşebilir.
Diğer yandan bu anlayışımızı pratiğe dönüştürerek 20 kuruluşun yer aldığı “Tarım Platformu”nu oluşturduk. Çok kısa sürede yerellerde de hızlıca büyüyecektir inancındayım. Bu platform tarımın gerçek sorunları ve çözüm modellerini muhakkak gerçekleştirecektir. Diğer yandan sendikamızın tarım–ekoloji komisyonu çok verimli çalışmalar yapmakta, ilerleyen dönemlerde komisyonumuz tarımın her alanında çözüm üreten ve bunu paylaşan bir yapı haline gelecektir. “İhtiyaçlar yaratıcılığın anasıdır der” Gordon C. Bu yaratıcılığı toplum ve doğa için bulmaktan başka bir çaremiz yok diyorum.